Eşref’i önce İsmail Çiftaslan’ın kaleminden tanıyalım :

45 yıllık arkadaşım, dostum Eşref’le 1970-78 döneminde Darüşşafaka’da birlikte okuduk. Kendisi pek kabul etmese de okul döneminin parlak öğrencilerindendi. Sayesinde matematik ve fizik derslerinden bolca kopya almışlığım vardır. Her sınav sonrası “Eşref sınavın nasıl geçti” sorusuna verdiği cevap neredeyse fiksti. “Berbat !.” Sonuçlar açıklandığında 80-90 alırdı. Bizler için 50-60’lar süper yüksek not olurken Eşref için 80-90 berbat sayılıyordu. Bu onun ne kadar mükemmelliyetçi olduğunu o dönemlerden belli ediyordu.

Eşref’le Darüşşafaka okul döneminde okul takımında, sonrasında ise Daçka kulüp takımlarında (yıldız, genç ve A takım ) uzun yıllar birlikte basket oynadık, antrenörlük yaptık nihayetinde de bir dönem spor kulübü yönetiminde birlikte çalıştık.

Prensiplerinden asla taviz vermeyen, aldığı kararlara duygularını karıştırmayan daha ziyade mantığıyla karar veren ve zaman zaman da çok radikal kararlar alabilen arkadaşımın beyninin nasıl çalıştığını çok merak ediyorum doğrusu. Hatta bunu Eşref’in iş ortağı aynı zamanda 1980’li yıllarda Daçka da birlikte basket oynadığımız ve DSK yönetim Kurulunda görev yaptığımız arkadaşımız İlhan Bağören de (her ikisinin de affına sığınarak söylüyorum ) gülerek ‘’ İsmail ben de Eşref’in beyninin nasıl çalıştığını çok merak ediyorum, imkan olsa da açıp içine bakabilsek’’ derdi.

Kendisini benim gibi yakından tanıyanlar baklava sevgisini çok iyi bilirler. Okul yılları ve sonrası idareci ağabeylerimiz Yavuz Şeremetoğlu, Alpay Öz, Halit Yurdal Tilki’nin getirdiği idman sonrası baklavaların neredeyse yarısını Eşref yerdi . İdman dönüşlerinde de turşu üzerine baklava yemişliğimiz çok olmuştur. 

Fotoğrafçılık ve şarap üzerine birkaç saat konuşabilecek bilgisi de olan arkadaşımız şu sıralarda tekrar amatörce fotoğrafçılığa dönüş yapma hazırlıkları içindedir.

Dışarıdan bakınca bir çok kişiye göre sert, katı ve ulaşılmaz gibi görünse de son derece yumuşak bir kalbi vardır ve o kalp pek belli etmese de her zaman Daçka için atmaktadır. Eşi Gül’e ve çocukları Selin ve Kaan’a son derece düşkün bir aile reisidir.

Zaman zaman kendisinin değerli fikirlerinden yaşam koçu olarak ta faydalandığım sevgili dostum Eşref’in yaşam öyküsünün ayrıntılarını kendi ağzından dinleyelim.

Aksaray-Topkapı-Fatih üçgeni

1959 yılında, soğuk bir Şubat günü İstanbul’da doğmuşum. Doğma büyüme Fatihliyim. İlkokulu Cerrahpaşa’da okuduğum için Daçka’dan önceki çocukluk dönemim de zaten hep Aksaray, Fındıkzade, Topkapı ve Fatih civarında geçti. Üç kardeş olarak büyüdük, ablam Vildan Ergel ve kardeşim Engin Özülkülü; her ikisi de öğretmen oldular.

Anne ve Güzin hanım teşviki

Darüşşafaka’ya girişimi bir anlamda annemin de Fatihli olmasına borçluyum. Annem eskiden Fatih Camii’nin külliyesi içinde bulunan Fatih Taş Mektep İlkokulu’nda okurken Darüşşafakalıları gördüğünü ve bu okula gidenlere imrendiğini halen söyler. Annemin ve değerli ilkokul öğretmenim sayın Güzin Sağlam’ın da teşvikiyle 1970’de Darüşşafaka’nın sınavına girdim. Böylece 8 yıl eğitim göreceğim Darüşşafaka’ya adım atmış oldum.

Daçka Lise Takımı, Kasım 1976, (Ayaktakiler: Halit, Eşref, Adnan, Oturanlar: Faruk, Ali Macit)
Daçka Lise Takımı, Kasım 1976. Ayaktakiler: Halit, Eşref, Adnan. Oturanlar: Faruk, Ali Macit

İzcilik hariç her telden çaldım

Darüşşafaka sınavını kazandıktan, hatta kayıt yaptırıp okula başladıktan sonra bile ne tür bir okula gittiğimin farkında değildim. Şimdi geriye baktığım zaman o günlerde çevre farkındalığımın çok kötü olduğunu anlıyorum.

İlk başta İngilizce eğitim göreceğimin bile farkında değildim. Kaliteli bir İngilizce eğitimin dışında Darüşşafaka bana birçok konuda farkındalık geliştirmem için de fırsat verdi. Satranç, fotoğrafçılık, basketbol bunlardan sadece bazıları. Eksiklerimi gidermek için okul yıllarında neredeyse katılmadığım kulüp kalmadı diyebilirim. Satranç, Fotoğrafçılık, Meteoroloji Kulübü, Halk Oyunları Kulübü, Eskrim Kulübü, hatta sesim kötü olmasından dolayı atılmış olmama rağmen çok sesli koro. Daçka yıllarında, her ne kadar Savaş’tan (Ertufan) sayı alamayacak kadar kötü oynasam bile, üniversite yıllarında arkadaşlarımı yenecek kadar masa tenisi oynadım. Lise futbol takımında kalecilik de yaptım. Hatta Beşiktaş’ın eskiden çalıştığı Şeref stadında (şimdiki Çırağan Otelinin bulunduğu alan) lise takımı olarak maça çıkmışlığım dahi vardır. Saz çalmaya bile çalıştım ve okuldaki saz kurslarına gittim ama o kadar kabiliyetsizdim ki başaramadım. Bana göre o zamanlar Daçka’da en iyi çalışan kulüplerden biri de Sinema Kulübüydü. Sinema kulübünün düzenlediği haftalık sinema günlerinde çok güzel ve kaliteli filmler seyrederdik. Amerikan/İngiliz Konsolosluklarından alıp bize izlettirdikleri belgesellerin yanında NBA ve Amerikan Kolej basketbol maç özetleriyle de dünyaya ve spora bakış açımızı genişlettiler. Her şeye rağmen  okulun haylazları arasında sayıldığımdan dolayı herhalde, “Sir” (Hayrettin Cete) beni “izci”liğe seçmemişti. O yüzden izcilik bilgim ve görgüm eksik kaldı…

Daçka Kız ve Erkek Takımı maça gitmeden önce, Kasım 1977
Daçka kız ve erkek takımları maça gitmeden önce, Kasım 1977.

İnek miydim?

Yabancı dil öğrenme konusunda herhalde kabiliyetsiz olduğum için, en çok hazırlık yıllarında zorluk çektim. Hazırlıktan sonraki yıllarda derslerim oldukça iyi sayılırdı. Hatta İngilizceyi bile öğrenmeye başlamıştım. Genellikle fen ve matematik derslerinde daha başarılı idim. Orta sonda katıldığım, TÜBİTAK orta okullar arası matematik yarışmasında ödül aldım. Her ne kadar ben kabul etmesem de dönemdeki bazı arkadaşlar “inek”ler gurubunda olduğumu bile iddia ederler.

Ziya Paşa’nın ruhu ziyarette

1970 girişliler olarak bizim dönem sanırım tarihi eski binada yatan son öğrencilerdik. Hazırlık-I’de bizim yatakhanemiz, Fatih’teki eski tarihi binadaki yemekhanenin hemen üstündeki katta, revirin yanında idi. Revirde kalanların yanında, sadece iki Hazırlık sınıfı olarak bizler, zannederim 25-30 kişilik gruplar halinde iki ayrı bölümde orada kalıyorduk. Genellikle geceleri binanın içi çok karanlık oluyordu, veya en azından bana öyle gelirdi. O dönemde en çok zorluk çektiğimiz şeylerden biri ise tuvalete ulaşmaktı. Bunun için gecenin ve eski binanın o karanlığında, yataktan kalkıp mermerleri kullanılmaktan artık aşınmış durumda olan eski merdivenlerden bir kat aşağıya inip yemekhanenin önündeki büyük alanı geçerek tuvalete ancak ulaşabiliyorduk. Bütün koridorun, merdivenlerin ve büyük alanın gece aydınlatması ise üst katta bulunan yatakhane kapısının üzerindeki kırmızı ışık ve alt katta bulunan tuvaletin içinde yanan ışıkların, genellikle açık duran tuvalet kapısından dışarıya sızan huzmeleri idi. Ancak yatakhane kapısının üstündeki kırmızı ışık çoğu zaman pek çalışmazdı. Böyle bir ortamda, yağmurlu ve rüzgarlı bir kış gecesinde, son etütten sonra koşarak yatakhaneye geldik. Fakat şaşırtıcı olan, genelde biz geldiğimizde açık olarak bulduğumuz yatakhanenin yüksek kapısı kapalı idi ve bir türlü açılmıyordu. Kapıyı açmak için uğraş verip kapı kolunu zorlarken, kapının üzerindeki normalde pek çalışmayan o kırmızı lamba birden yandı ve ilginç bir şekilde aynı anda kapı da açıldı. Üstüne üstlük, yatakhanenin içine doğru adım attığımızda ise o zamanlar yeni binanın devam etmekte olan inşaatı olduğu için daima kapalı duran yatakhanenin yüksek penceresi de aniden açıldı ve camın önündeki büyük beyaz tül perde yatakhanenin içine savruldu. Korkudan dilimiz tutulduğu için birbirimize sadece bakabildik, fakat her şeye rağmen gözlerimizle anlaşarak, “Ziya Paşa’nın ruhu” bizi ziyarete geldiğine karar vererek yatakhaneden dışarıya fırladık. Bizi tekrar yatakhaneye sokmak için nöbetçi öğretmenin ve abilerin çok uğraştıklarını hatırlıyorum. Çözüm ise, ranzaların yan yana birleştirilmesi ile bulundu. Ben çok şanslıydım çünkü orta ranzaların birinin alt katında kalıyordum. Zannediyorum, Ziya Paşa’nın ruhunun bize yaptığı ziyaret bir hafta kadar sürdüğü için, tüm o hafta boyunca ranzaları birleştirerek yatmıştık ama deliksiz uyku uyuyanların sayısı pek fazla değildi.

Daçka Lise Takımı Maça Giderken, Kasım 1977, (Halit, Yavuz (Aybar) Abi, Eşref, Tuğrul, İsmail, Özcan, Ercan, Adnan). Önemli Not: Beden Eğitimi Öğretmenimiz Yavuz Aybar’ı çok severdik. Darüşşafaka ruhunu kalben çok iyi yakalamış olan değerli bir öğretmenimiz ve büyüğümüzdü. Bize öğretmenliğin yanında ağabeylik de yaptığı için onu kendi aramızda “Abi Rütbesine” yükselttiğimizden, Darüşşafaka Lisesi Mezunu olmasa dahi “Abi” dediğimiz hocalardan biri de sayın Yavuz Aybar olmuştu.
Daçka Lise takımı maça giderken, Kasım 1977. Soldan; Halit, Yavuz (Aybar) Abi, Eşref, Tuğrul, İsmail, Özcan, Ercan, Adnan. Beden Eğitimi öğretmenimiz Yavuz Aybar’ı çok severdik. Darüşşafaka ruhunu kalben çok iyi yakalamış olan değerli bir öğretmenimiz ve büyüğümüzdü. Bize öğretmenliğin yanında ağabeylik de yaptığı için onu kendi aramızda “abi rütbesine” yükselttiğimizden, Darüşşafaka Lisesi Mezunu olmasa dahi “abi” dediğimiz hocalardan biri de sayın Yavuz Aybar olmuştu.

Anılar ve Hilmi ve İsmail

Bizim dönemden Hilmi (Alişanoğlu) yazarlık sevdasına kapılıp anılarımızdan bazılarını “Yuva” adlı kitabında yayınlayarak bizi ölümsüzleştirdiği için teşekkürü hak etti. Tabii, kızım kitabı büyük bir keyifle okuduktan sonra, çok iyi tanıdığı bizim dönemdekilere ‘meğer, siz ne hinmişsiniz!’ gibilerinden baktığı zamanlarda ise, Hilmi’den teşekkürü geri almayı çok düşündüm! Ayrıca, okulda ve okul dışında hafta sonlarında da genellikle takım olarak beraber çok vakit geçirir, birbirimizin evinde çok kalırdık. Hepimizin annesinin yemekleri de muhteşem olurdu. Göreceli olarak Daçka’ya yakınlığından dolayı antrenmanlardan önce/sonra Adnan (Vatan) veya bizim evde vakit geçirirdik. Spor Sergi Sarayı’nda olan maçlardan dolayı İsmail’in (Çiftaslan) evinde, Burhan Felek’de olan maçlar sırasında ise Adnan’ın (Kabaalioğlu) evinde toplanırdık veya müsaitse kalırdık. Dolayısı ile okul dışında da birçok anımız ortak. Okul yıllarında İsmail’e çok kopya vermişliğim vardır, hatta ben “fen” bölümünde İsmail ise “edebiyat” bölümünde olmamıza rağmen, özel teknikler geliştirerek ona çok kopya vermişliğim bile vardır. Şimdi kopya çekme sırası bende diye düşünüyorum. Lütfen anılar ve fotoğraflar için İsmail Çiftaslan ile yapılan söyleşiye bakınız 🙂

Adnan (Kabaalioğlu) ile beraber 1977 yazında (o yıllarda sokağa çıkmak bile tehlikeli iken) yaptığımız Türkiye sahillerini otostopla her tür araca binerek, masrafsız dolaşma turu unutamadığım anılarımdan bir tanesidir.

Basketbolla tanışma

Hazırlık I’e başladığımda basketbol diye bir spor dalının olduğunun farkında bile değildim. İçinde idare katının da olduğu eski binanın en alt katında bulunan etüt salonunun yanındaki, üzeri siyah asfalt kaplı düz alanda, ne olduğunu bir türlü çözemediğim beyaz çizgiler dikkatimi çok çekmişti. Biz mahallede topu ayakla oynardık, fakat burada top elle oynanıyordu ve işin ilginç yanı, sokakta iki adet taşı üst üste koyarak belirlediğimiz kale direkleri bile yoktu. Bunun yanı sıra, bizim sokakta çevirerek oynadığımız fakat burada çok yukarıda asılı duran çembere doğru top atıyorlardı ve ben bir türlü ne oynadıklarını anlamıyordum.  Bilgisizliğim ortaya çıkmasın diye kimseye ne tür bir oyun oynandığını da soramıyordum. Ancak sorsam  bile onların bildiklerini de zannetmiyordum. Fakat bir gün, büyük teneffüste iken, idare katında bulunan sınıfın penceresinden aşağıya doğru baktığımda sahanın etrafında çok büyük kalabalık gördüm.  Üzerlerinde beyaz formalı (arkalarında çok büyük numaraları olan kenarlarında da yeşil-siyah bant olan) abiler, ziyarete gelen bir okul ile maç yapıyorlardı. O gün o renklere ve formaya vurulmuştum. Halen en sevdiğim forma kenarları yeşil-siyah bantlı, büyük yeşil forma numaralı olan beyaz formadır. O günden sonra ben de yavaş yavaş basketbolu öğrenmeye ve üstüne üstlük oynamaya başladım. O dönem okul müdürümüz olan rahmetli Nazıma Antel hanım hazırlık sınıflarına futbol oynamayı yasakladığı için zaten basketbol ve voleyboldan başka bir şey oynama seçeneğimiz de pek yoktu. Hatta, bir sabah erken kalkıp futbol oynarken yakalandığımız için hafta sonu iznine geç çıkma cezası almıştık. Hazırlıkta iken, Cumartesi öğlen çıkıp Pazar akşamüstü okula döndüğümüzden yollarda geçirdiğimiz vakti çıkarırsan evde zaten 24 saatten  az kaldığımız için, tüm hafta sonu cezalı olmak kadar büyük olmasa da, izne geç çıkmak bile oldukça ağır bir ceza idi. Ancak basketbol oynarken de bir sorunumuz vardı; basketbol topu çok değerli/pahalı olduğundan biz sadece bakkaldan aldığımız ve genellikle açık yeşil renkte olan, hafif rüzgarda bile balon gibi havada uçan plastik bir topla oynayabiliyorduk.

İTÜ sayesinde…

Basketbolu çok sevmiştim fakat yazları oynayamıyordum. Orta-I’in (1973) yazında şimdi kim olduğunu hatırlamadığım bir arkadaş İTÜ’nün Gümüşsuyu’nda bir salonu olduğunu ve oraya kadar gidebilirsem oynayabileceğimi söyledi. Biz o zamanlar Fındıkzade’de oturuyorduk. Otobüsle Taksim’e gidip sorarak İTÜ’nün salonunu buldum. Büyük bir sıkılganlık içinde salonda basketbol oynayıp oynamayacağımı sordum. Salondakiler bana güler yüzle potalar boş olduğu sürece oynayabileceğimi söylediler ve oynamam için bir de ödünç basket topu verdiler. Yaz olduğu için İTÜ salonu genellikle boş oluyordu ve ben hemen hemen her gün otobüsle Taksim’e gidip tek başıma salonda basket oynuyordum. Fazla masraf olmasın diye dönüşte Taksim-Fıkdıkzade arasını ise yürüyerek dönerdim. İşin ilginç yanı üniversite yıllarımda İTÜ üniversite takımında 4 yıl basketbol oynayıp, daha sonraki yıllarda İTÜ’de araştırma görevlisi olarak çalışırken de 2 yıl üniversite takımının antrenörlüğünü yaptığım için ileriki yaşamımda da, bir zamanlar İstanbul’da basketbol merkezi olarak bilinen bu tarihi İTÜ salonunda bulunmaya devam ettim.

St. Joseph’e son saniye basketi !

Basketbolu bu kadar sevmeme rağmen Orta kısmın ayrı bir okul takımı olduğunu ancak Orta-II’inci sınıfın yarısında öğrenmiştim. Beden öğretmenimiz olan Bülten Kumral’a giderek takıma girmek istediğimi söyledim. Takımın zaten eksik olduğunu söyleyerek bana okul lisansı çıkardı ve Burhan Felek Spor salonunda St. Joseph ile yapılacak turnuvanın son maçında ben ilk defa okul takımıyla sahaya çıktım. Maç kafa kafaya gidiyordu ve dolayısı ile kenarda yedekte oturuyordum. Maçın bitmesine zannediyorum 5-10 saniye gibi çok kısa bir süre vardı ve 1 sayı ile geride iken bizim takımdan birisi 5 faul nedeni ile maçtan çıkmıştı. Kenara bakan Bülten Hoca, birden aklına ne esti ise bana dönerek “Sen oyuna gir,” dedi. Yıkılmıştım! Suratım adeta kireç gibi bembeyaz kesilmişti çünkü ne yapacağımı hiç bilmiyordum. St. Joseph kenardan top çıkartıyordu. Neyse ki bana hangi adamı tutacağımı söylemişlerdi ve ben de onu kaybetmemiştim. Şansa, benim tuttuğum adama doğru kenardan top çıkarıldı. Nasıl oldu hatırlamıyorum ama hızlı bir hareketle topu kaptım ve düzgün bir turnike ile sayı yaptım. Bu esnada süre doldu ve maçı 1 sayı ile kazanmıştık.

Daçka Lise Takımı Maçtan Sonra Soyunma Odası, Aralık 1977, Kadıköy Halk Eğitim, (Arkadakiler: Ahmet, Halit, Ortadakiler: Ilhan, Adnan, , Eşref, Tuğrul, Öndekiler: İsmail, Süleyman)
Daçka Lise takımı maçtan sonra soyunma odası, Aralık 1977, Kadıköy Halk Eğitim. Arkadakiler: Ahmet, Halit. Ortadakiler: İlhan, Adnan, Eşref, Tuğrul. Öndekiler: İsmail, Süleyman

İstanbul üçüncülüğü

Bu olay beni çok kamçılamıştı. Daha çok basketbol çalışmalıydım ama nasıl ?  Orta-III’de iken dönemin ortalarına doğru artık Cemiyet okul öğrencilerinin DSK’da basketbol oynamasına izin verecekti ve hatta okulun spor salonunu da tahsis edecekti. Bu durumda Orta okul takımı olduğu gibi DSK yıldız takımı yapılmıştı ve ilk antrenörümüz DSK genç takımda oynayan 76’lı Dinçer (Hayta) abi idi. DSK genç takımını ise önceki mezunlardan Metin (Yersel) Abi çalıştırıyordu. Artık yaz aylarında da düzenli basketbol oynayabilecektik. Genellikle yaz aylarında hepimiz bir işte çalıştığımız için iş çıkışlarında okula gidip yaz antrenmanlarına başladık. Lise-1’e geldiğimizde artık basketbolu iyice öğrenmiştik. Ben bir yıl erken DSK genç takımına alındığım için büyük bir gururla o dönem genç takımda oynayan Saffet (Karpat), Mehmet (Özduygu), Dinçer (Hayta), İlmi (Yavuz), Bekir (Kara), Ruhi (Şen) gibi abilerle de birlikte oynadım. Lise-II’de iken, Metin (Yersel) Abinin büyük çabaları sonunda artık DSK genç takımı iyice güçlenmiş ve İstanbul’un iddialı takımları arasına girmişti. Takımda, okuldan İsmail (Çiftaslan), Adnan (Kabaalioğlu), rahmetli Halit (Türkyazıcı), Ali (Macit), Özcan (Ülgenalp), Tuğrul (Şenel) vardı. 1977’de DSK genç takımı olarak İstanbul üçüncüsü olduk ve Türkiye finallerine gittik. Belki de ilk 3’te bitirebileceğimiz Türkiye kulüpler şampiyonasında ilk bir kaç maçı sadece bir iki sayı farkla kaybetmemizden dolayı turnuvayı maalesef 8. olarak tamamlayabilmiştik. 1978 yılında ise Darüşşafaka Lise takımı olarak İstanbul üçüncüsü, Türkiye beşincisi olduk.

Maalesef 1977 yazında Metin (Yersel) abi bizi öksüz bıraktı. Boğaziçi Üniversitesindeki asistanlık görevini bırakarak fizik doktorası yapmak için ABD’ye gitti. Daha sonra da rahmetli Önder (Okan) Abi, Hurşit (Baytok) abi, Bülent (Ünal) abi gibi çok iyi antrenörler ile çalışmaya devam ettik.

Daçka için yoğun mesai

Metin (Yersel) abinin ve hatta Dinçer (Hayta) abiyle başlayan DSK’nın bize yaptığı yatırımlar karşılığını vermeye başlamıştı ve bizi artık durduracak bir şey yoktu. Adnan (Kabaalioğlu), İsmail (Çiftaslan) ile birlikte rahmetli Aydan Siyavuş’un Adapazarı’nda açtığı Basketbol Antrenörlüğü kursuna gittik ve antrenörlük belgelerimizi aldık. Ben, İsmail (Çiftaslan), Adnan (Kabaalioğlu), hem takımda basket oynuyorduk hem de bizden öncekilerin açtığı yoldan giderek okuldaki hemen hemen her yaş gurubu için kız ve erkek takımı oluşturup onları çalıştırıyorduk. Minik, Küçük, Yıldız ve Gençler için hem erkek hem de kız takımları kurmuştuk. Her birimiz dönüşümlü olarak en az iki takım çalıştırıyorduk. İsmail (Çiftaslan) ve Adnan (Kabaalioğlu) gibi benim de, üniversite yıllarımda, hatta yüksek lisans yaptığım sırada çalışırken bile, haftanın çoğu günü üniversite veya iş çıkışında vakit kaybetmeden, o zamanlar Fatih Çarşamba’da bulunan Daçka’ya gelip, önce antrenör olarak takım çalıştırıp arkasından kendimiz antrenman yaptığımızdan, 4-6 saat arasında vaktimiz Daçka’da geçerdi.

1983 yılında bacağımda oluşan uzun dönemli bir kas yırtılmasından dolayı oyunculuğu bırakmak zorunda kalsam dahi antrenörlük dönemim 1985’de İTÜ Bilgisayar Mühendisliği’nde Yüksek Lisans diplomamı alıp Amerika’ya gidene kadar devam etti. Benim Türkiye’den ayrılmamdan sonra İsmail (Çiftaslan) ve Adnan’ın (Kabaalioğlu) alt yapıda takım çalıştırmaya devam ettiğini biliyorum.

Daçka Lise Takımı, Aralık 1977 - Edirne Turnuvasında (Maçtan önce), (Ayaktakiler: Eşref, Özcan, İsmail, Adnan, Tuğrul, Oturanlar: Süleyman , Ercan, Halit, Ahmet, İlhan)
Daçka Lise Takımı, Aralık 1977 – Edirne Turnuvasında maçtan önce. Ayaktakiler: Eşref, Özcan, İsmail, Adnan, Tuğrul. Oturanlar: Süleyman , Ercan, Halit, Ahmet, İlhan

Amerika- Türkiye

1985-2001 arası her ne kadar DSK’yı uzaktan çok iyi olarak takip edemesem de Darüşşafaka ve Darüşşafakalılarla ilişkim Connecticut’da iken de doğal olarak devam etti. O zamanlar Vermont’ta oturan Metin (Yersel) Abiye bile bir kaç defa ziyarete gittim ve hatta sevgili eşi Edith’le olan düğünlerine aynı şirkette beraberce çalıştığımız büyük bir Daçka grubu olarak katılıp biraz da olsa hasret giderdik.

Bu arada, ABD’de spordan uzak durmadım. Lokal liglerde basketbol, voleybol oynamaya devam ettim. Değişik spor dallarını da denemeyi unutmadım. Böylece tenis oynadım ve yakın mesafedeki merkezlerde kayak yaptım. Göreceli olarak iyi bir down-hill kayakçısı olduğumu söyleyebilirim.

2001’de ailecek Türkiye’ye geri döndük ve tabii ki hemen Daçka’nın maçlarına koştuk. Okuldaki dersleri ağırlaşmadan önce oğlum Kaan ve kızım Selin Daçka’nın ev sahibi olduğu maçların neredeyse tümüne geldiler ve en “Fanatik” Daçka taraftarları listesinde yerlerini aldılar. Burada biraz şans da yardım etti çünkü halen çok sıkı olarak görüştüğümüz bizim dönemden (Cem Bozyiğit, Nezih Güven, İsmail Çiftaslan) arkadaşlardan bazılarının çocukları ile zaten Selin ve Kaan da çok yakın arkadaş oldukları için cümbür cemaat, büyük bir kalabalık grubu olarak maçlara gidiyorduk. Maçlar bizim için tam bir aile eğlencesi havasında geçiyordu. Zannederim Ali (Kahyaoğlu) abinin başkanlık yaptığı Yavuz (Şeremetoğlu) abinin de her zamanki gibi büyük destek verdiği ve yine “$/başarı” paritesi açısından şampiyon sayılmamız gereken bir dönemdi.

Tabii, basketbol günlük hayatta da devam etti. Hatta, oynamam tıbben yasak olmasına rağmen, İsmail’in “büyük” katkıları ile Eylül 2011’de beraberce bir site turnuvasına katıldık. Kendi yaşlarımıza yakın olanları yenmemize rağmen gençlerin artık çok uzağında kaldığımızı da itiraf etmek gerekiyor diye düşünüyorum.

Daçka Lise Takımı-5, Aralık 1977 - Edirne Turnuvasında, (Ayaktakiler: İsmail, Tuğrul, Adnan, Oturanlar: Halit, Eşref)
Daçka Lise Takımı, 5 Aralık 1977  Edirne Turnuvasında. Ayaktakiler: İsmail, Tuğrul, Adnan, oturanlar: Halit, Eşref

Spor hayatta ne işe yarar ?

Gelecek “gençlikte” ve onların iyi ve sağlıklı eğitiminde. Gençlerin spor yapmasının kazançlarını ise maçlarda alınacak sonuçlara bağlamak son derece yanlış olur. Özellikle takım sporunun doğal olarak temel ilkeleri olarak kabul edilen, yardımlaşmak, mücadeleden asla vazgeçmemek, arkadaşının hatasını kapatmak, ona destek olmak, sevinci ve hüznü paylaşabilmek, tek bir amaç için birlikte hareket etmek, kısacası “takım olmak” bana göre Darüşşafaka’lıların doğasında olan bir durum. Takım sporu yapanların kazandığı bu değerler tüm hayatları boyunca onlara özel avantajlar sağlıyor. Burada tekrar İsmail’den (Çiftaslan) kopya çekerek onun söyleşisinden çok beğendiğim bir bölümü buraya taşımak istiyorum. İsmail  “basketbol oyunculuğu ve antrenörlük ise disiplin, programlı olma, hedef odaklı çalışma, azim/hırs, takım oyunu, liderlik/takım yönetme, iletişim, zamanlama, işleri önceliklendirme, doğru adam seçimi, adamları daha verimli olacakları doğru pozisyonlara yerleştirme, takım oyununu bozanı bulup sistem dışına çıkarma, motivasyon, kriz yönetimi ve sonuç elde etme becerilerimi geliştirerek bunları iş yaşamımda daha kolay uygulayabilme imkanı sunmuştur,” diyerek bence takım sporunun kişiye faydasını örnekleri ile vermiş.

Sporla eğitim çelişir mi ?

Yukarıdakilere ek olarak, bir de basketbolun, takım sporunun gençlere neler kazandırdıklarının arasına “sorumluluk alma”yı da eklemek gerekiyor. Sorumluluk alma konusunda ise, hiç unutmadığım sözlerden bir tanesi de, bir antrenmanda Metin (Yersel) abi “ben size neden antrenmana gelmediniz diye sormam. Siz zaten bana ve takıma karşı sorumluluklarınızın bilincindesiniz” demesidir.  Bu sözden dolayıdır mı bilmiyorum ama, neredeyse tüm spor hayatımda hiç antrenman kaçırmadım diyebilirim. O zamanlar için yoğun sayılabilecek bir çalışma tempomuz vardı. Haftanın nerede ise dört günü antrenman yapıyorduk. Hafta sonlarında ise bazen çift maça, bir gün genç takım maçına diğer günde ise A takım maçına çıktığımız zamanlar bile oluyordu. Tabii hafta içi antrenmanlara katılabilmek için akşam yemekten sonra yapılan ikinci etütlere katılamıyorduk. Bir seferinde, ertesi gün önemli bir Fizik sınavım olduğu bir durumda, zaman darlığından dolayı çelişen sorumluluklarımın çözümü için antrenmana Fizik kitabı ile gitmişliğim, takımın taktik çalışmalarına katılıp, düz koşular esnasında da kenarda Fizik sorusu çözmüşlüğüm bile vardır. Bu yüzden eski takım arkadaşlarım benimle halen dalga geçerler. Fakat benimle dalga geçseler bile, bizim dönem akademik olarak zaten genelde çok başarılı bir dönem idi. Yanlış hatırlamıyorsam, üniversite sınavında alınan puan sonuçlarına göre yapılan liseler arası sıralamada, Darüşşafaka Lisesi olarak Türkiye üçüncüsü olmuştuk. Bizim Daçka lise takımından herkes nerede ise üniversitede istediği bölüme girdi ve hatta ilk beşten beşi, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp, Boğaziçi Üniversitesi İşletme, Marmara Üniversitesi İşletme, Marmara Üniversitesi Sinema TV ve İTÜ Elektronik gibi bölümlere girdi. Belirtmek istediğim yoğun sayılabilecek antrenman ve maç/turnuva programına rağmen, basket takımındaki tüm arkadaşlarım da akademik olarak çok başarılıydı ve dolayısı ile hiç birinin bu konuda benimle dalga geçecek durumları zaten yoktu. Ayrıca bizlerin A takımda basket oynadığı dönemlerde Birinci Lig ve amatör kümedeki oyuncuların bir çoğu da ya üniversite mezunuydu veya öğrencisiydi, şu an maalesef durum biraz farklı. Belki de günümüzde profesyonellik bunu gerektiriyor ama, yine de ben eğitimin bir şekilde önde olması gerektiğini düşünenlerdenim.

Daçka Lise Takımı, Aralık 1977 - Edirne Turnuvasında (Maçtan sonra), (Ayaktakiler: Özcan, İsmail, Eşref, Yavuz (Aybar) Abi, İlhan, Adnan, Tuğrul, Oturanlar: Süleyman , Ercan, Ahmet, Halit)
Daçka Lise Takımı, Aralık 1977 Edirne Turnuvasında, maçtan sonra. Ayaktakiler: Özcan, İsmail, Eşref, Yavuz (Aybar) abi, İlhan, Adnan, Tuğrul, Oturanlar: Süleyman , Ercan, Ahmet, Halit

Lüks ışığında toplantı

Daha okul yıllarında DSK yönetiminde aktif olarak katkı yapmaya çalışıyordum. Her Daçkalı gibi ben de oyuncu, antrenör, malzemeci, şoför olarak katkıda bulunmaya çalıştım.

Metin (Yersel) abi antrenörlüğün yanında aynı zamanda DSK’nın yönetiminde de etkindi. 1977 başında “sen sadece oyunculuk ve antrenörlük yapmayacaksın ayrıca 15 günde bir yapılan DSK toplantılarına da katılacaksın” diye beni “gönüllü seçti” (bu sözün telif hakkı da Metin Abiye aittir). Ben de 15 günde bir cuma akşamları yapılan DSK toplantılarına katılmaya başladım. Toplantılar İstiklal Caddesine paralel, Galatasaray Lise’sine yakın, alçak bir binanın üst katında yapılıyordu. DSK bütçe olarak o kadar zorda idi ki, toplantı yapılan dairenin elektrik faturasını ödeyemediği için toplantılar havalar kararmaya başladığı zaman “lüks ışığında” devam ederdi. (Yeni nesil lüks ışığı nedir bilemeyebilir diye şöyle açıklayayım, “lüks ışığı” gaz lambasının teknolojik olarak biraz daha gelişmişidir).

Gizli kahramanlar

Darüşşafaka’nın (ve DSK’nın) kurucularından başlamak üzere tarihinin her döneminde görev alanlar bana göre çok büyük kahramanlardır. Adil (Çavaş), Umur (Çekli), Pulat (Verbas) abiler o zor günlerde DSK için para, emek ve vakit harcayan gizli kahraman abilerimizden aklımda kalan isimlerden sadece bir kaçıdır. Daha sonra, zannederim 1978’de başlayan ve 1983’e kadar devam eden yıllarda, başta İsmet (Kasapoğlu), Yavuz (Şeremetoğlu), Alpay (Öz), Halit (Tilki), Çetin (Berkmen), Nami (Gönenç), Niyazi (Turan) abiler DSK ile daha yakından ilgilenmeye başladılar ve yönetime el atıp, büyük bir özveri ile çalışarak o döneme damga vurdular. DSK’ya ve takımlara çeki düzen vererek  hem kulübe hem de bize büyük maddi ve manevi destekte bulundular. Bu abilerimin bana ve takımdaki diğer arkadaşlarıma (hem spor hayatımda ve hem de üniversite yaşamımda) ve DSK’ya yaptığı yardım ve katkıları unutmam mümkün değil. Onlara tekrar saygılarımı, sevgilerimi ve şükranlarımı iletmek isterim. Sayılarının hiç de az olmadığını bildiğim, isimlerini unutup burada belirtmediğim fakat büyük bir özveri ile çalışan diğer gizli kahramanlarımızdan özür dilerim.

Daçka Lise Futbol Takımı, Mart 1978 – Şeref Stadı (Şimdiki Çırağan Oteli’nin yeri), (Ayaktakiler: Nezih, Nusret, Cem, Fikret, Eşref, Kurtuluş, Emin, Enver. Oturanlar: Osman, Engin, Ahmet, Remzi, Gürsel, İzzet, Rıfat)
Daçka Lise Futbol Takımı, Mart 1978. Şeref Stadı (Şimdiki Çırağan Oteli’nin yeri). Ayaktakiler: Nezih, Nusret, Cem, Fikret, Eşref, Kurtuluş, Emin, Enver. Oturanlar: Osman, Engin, Ahmet, Remzi, Gürsel, İzzet, Rıfat

Şeffaf DSK

ABD’den Türkiye’ye döndükten sonra, İsmail’in (Çiftaslan) başkanlığında iki dönem DSK yöneticiliği yaptık. Zannederim bu dönemde alt yapıya önem vermek dışında attığımız en önemli adımlardan biri DSK Yönetim Kurulunu ve toplantılarını çocukları DSK alt yapısında basketbol oynayan velilere de açarak DSK’yı daha da şeffaf ve katılımcı hale getirmek oldu. Bu sayede Aytekin Yıldırıcı, Hayrettin Taşdelen, eski milli basketbolcu Murat Şen, Sena Merter, Önder Çiner gibi bir çok velimiz ve Darüşşafaka sevdalısı DSK’nın yönetimine katılarak aktif olarak maddi ve manevi destekte bulundular. Bu dönemde bize çok destek veren bir kişi de çok yakın arkadaşım ve ortağım İlhan Bağören’dir. 1984 yılında aynı işyerinde çalışırken DSK’da oynamış ve kısa bir süre içinde “hasta” Daçka’lı olmuştu bile. İlhan da ABD’den Türkiye’ye dönüşünde DSK Yönetim kurulunda bulunmuş ve alt yapı çalışmalarına katılmıştır. Ayrıca İlhan tam bir basketbol meraklısı olduğundan Amerika’daki tecrübelerini hem A takıma oyuncu bulurken hem de oyuncuların her türlü geçmişini (hangi Üniversitede okumuş, üniversite istatistikleri, coach’larının görüşleri vs.) ortaya koyarak doğru seçimleri yapmamıza büyük katkı sağlamıştır. Bu arkadaşların yanında uzun yıllar bizimle alt yapıda ve A takımda basketbol oynayarak ve daha sonra da çeşitli dönemlerde ve zamanlarda yönetici olarak bize ve DSK’ya katkılarını esirgemeyen Cem Kepenç, Adnan Vatan ve Can Topsakal’ı anmak gerekir.

DSK Genç Erkek Takımı, Nisan 1977- Bolu Turnuvasında, (Ayaktakiler: Özcan, Can, İsmail, Adnan-I, Adnan-II, Oturanlar: Cenap, Halit, Cahit, Ali Macit, Eşref)
DSK Genç Erkek Takımı, Nisan 1977  Bolu Turnuvasında. Ayaktakiler: Özcan, Can, İsmail, Adnan-I, Adnan-II, Oturanlar: Cenap, Halit, Cahit, Ali Macit, Eşref

Darüşşafaka Doğuş işbirliği

Bu çok çabuk ve kolay konumlandırılabilecek bir konu değil. Bildiğiniz gibi, aslında DSK ve Darüşşafaka Cemiyeti iki ayrı kurum. Fakat, DSK ve Darüşşafaka Cemiyeti her zaman, teker teker veya birlikte hareket ederek hep Darüşşafaka’yı korumak, ona gelecek faydaları en üst seviyeye çıkaracak şekilde hareket etmeye büyük özen göstermiştir. Bu konunun görüşüldüğü, son DSK genel kurulunda Darüşşafaka Cemiyeti Başkanı olan Talha (Çamaş) Abimiz Doğuş Grubu ile oluşturulacak bir birlikteliğin Darüşşafaka için, özellikle ekonomik ve çoklu tanıtım açısından çok faydalı olacağı yönünde görüş bildirdi ve bunu da rakamlarla ortaya koydu. DSK Genel kurulunda yapılan oylamada ben de bu birliktelik için “evet” oyu verdim. Özellikle de bana büyük emeği geçen bazı abilerimin, karşı görüş belirtmelerine rağmen, “evet” oyu vermemden dolayı, bana biraz kırgın ve belki biraz da kızgın olduklarını düşünüyorum. Fakat, umarım haklı çıkarım ve bu birliktelik uzun soluklu olarak hem Darüşşafaka için hem de Doğuş Grubu için karşılıklı olarak çok verimli ve başarılı olur, gençlerin eğitimine, sporuna, onların sağlıklı olarak gelişmesine büyük katkı sağlar.

Detayları hakkında çok bilgi sahibi olmasam da, Doğuş Grubu’nun başlattığı “Oyunda Kal” projesi çerçevesinde gençlere yönelik basketbol çerçevesindeki kötü alışkanlıklardan uzak durma projesini çok beğendim. Ben alt yapı çalışmalarına çok inandığım ve uzun soluklu ve kalıcı kulüp başarılarının sadece sağlam bir altyapı çalışması ile oluşturulabileceğine kuvvetle inandığım için, bu projenin altyapıya sporcu kaynağı yaratmak için faydalı olacağını düşünüyorum.

 Genç Takım Maçından sonra, Nisan 1977- Bolu Turnuvasında
Genç takım maçından sonra, Nisan 1977, Bolu Turnuvasında

A takım ise geçen sene olduğu gibi bu sene de bence oldukça başarılı. Geçen seneki antrenörümüz benim çok beğendiğim, zaten bizim yöneticilik yaptığımız dönemde de beraber ortak proje ürettiğimiz Orhun Ene idi. Orhun’un  bu sene de takımın başında kalmasını çok isterdim. Ancak, onun yerine gelen Oktay Mahmuti en az Orhun  kadar beğendiğim çok kaliteli bir hoca. Basketbol takımı olarak bu seneyi de başarılı bir noktada bitireceğimizi düşünüyorum.

Değinmek istediğim bir başka nokta ise biraz eleştirisel. Doğuş ile işbirliğinden önceki DSK dönemlerine bakarsak, kolayca görülebilecek bir nokta, rakiplerimize göre çok daha az bir bütçe ile büyük başarıların elde edilmiş olmasıdır. Yani “$/başarı” paritesinde nerede ise her seferinde şampiyon olmuşuz. Bunun en büyük nedeni bizden önceki yönetimlerin ve bizim düzenli olarak altyapıya yaptığımız yatırımların yanında, yaptığımız yabancı oyuncu araştırmaları sonucunda, ödediğimiz paraya göre neredeyse en iyi oyuncuları belirlemiş olmamızdır. Bundan dolayıdır ki, önceki DSK yöneticilerinin (mesela Ali Kahyaoğlu İsmail Çiftaslan, İlhan Bağören gibi) uzun yıllar  içinde oluşturdukları yöntem ve tecrübelerinden faydalanılmamış olmasını ben “kullanılmayan bir birikim” olarak görüyorum ve çok doğru bulmuyorum. Böyle önemli bir tecrübenin ve birikimin Doğuş grubu tarafından kullanılmaması bence çok büyük bir eksiklik. Ancak, her şeye rağmen DSK olarak basketbol yönetimini tamamen Doğuş’a bıraktığımız için de profesyonel yöneticilerin aldıkları kararları, kenardan sessiz bir şekilde saygıyla izlemek zorundayız..

Main server : ‘Dacka’ 

1978’de Darüşşafaka’yı bitirdikten sonra, İTÜ Elektronik ve Haberleşme’ye girdim. 1982’de mezun olduktan sonra aynı bölümde asistan olarak çalışmaya ve yine İTÜ Bilgisayar Mühendisliği’nde Yüksek Lisans yapmaya başladım. 1984 yılında Netaş’da çalışırken, ITT’den (sonradan Alcatel oldu) aldığım bir teklif üzerine 1985 yılında Connecticut, ABD’de bulunan araştırma merkezinde yazılım mühendisi olarak çalışmak üzere Türkiye’den ayrıldım.

1989 yılında iki arkadaşım (İlhan Bağören ve Bekir Şerbetçioğlu) ile birlikte iletişim ve haberleşme alanında uzmanlaşan bir yazılım şirketi olan EBS/Newnet’i Connecticut’ta kurduk. 1997 yılında Newnet’i devrettikten sonra devamında 2000 yılında Telenity’i kurduk.

Newnet’te çalışanlar arasında kendi çapında büyük bile sayılabilecek bir Daçka grubumuz vardı: Kerem İrten, Kutluk Han Uslu, Akif Arsoy, hatta geçici bir süreliğine de olsa bize katılan Sertaç Çakım’ı da sayabiliriz. Dolayısı ile Newnet’te tabii ki ana sunucunun (main-server) adı “Dacka” idi ve Newnet’te çalışan Amerikalı arkadaşlar Dacka’nın ne olduğunu çok merak ederlerdi. Onlara Darüşşafaka’yı ve Daçka’nın ne demek olduğunu anlattığımızda ise Daçka’ya olan bağlılığımız şaşkınlıklarını bir kat daha arttırırdı.

1989 yılında sevgili eşim Gül ile evlendik ve 1996’da kızımız Selin, 1999’da ise oğlumuz Kaan dünyaya geldi. Selin bu sene Robert Kolej’den mezun oluyor, Kaan ise Üsküdar Amerikan Lisesinde 9. sınıfta okuyor. Her ikisinin de hem iyi bir öğrenci, hem de gerçek bir sporcu ruhuna sahip olduğunu düşünüyorum. Kendimi bu konuda çok şanslı hissediyorum.

Emeklere hayranlık ve şükran

DSK Genç Takımı Antrenmanda, Aralık 1976, Darüşşafaka Spor Salonu (Ayaktakiler: Eşref, Halit, Adnan-II, Adnan-I, İsmail, Özcan, Oturanlar: Can, Cenap, Cahit, Ali Macit,)
DSK Genç Takımı antrenmanda, Aralık 1976, Darüşşafaka Spor Salonu. Ayaktakiler: Eşref, Halit, Adnan-II, Adnan-I, İsmail, Özcan, Metin Yersel Oturanlar: Can, Cenap, Cahit, Ali Macit

Bende en çok hayranlık uyandıran şeylerden biri de yetişmemizde büyük emekleri geçen Darüşşafaka’daki öğretmenlerimiz. Özellikle geriye dönüp baktığımda onların bizler için yaptığı fedakarlıklara ve bize katmış oldukları değerlere hayran kalmamak elde değil. Arada bir iki kişi için tam tersini düşündüğüm olsa da genellikle çok zarif ve kaliteli öğretmenlerden eğitim aldığımızı düşünüyorum. Onların hakkını ödemek gerçekten çok zor.

Fotoğrafçılık bir çok işe yarar 

Darüşşafaka’da fotoğrafçılığı seçmeli ders olarak aldım ve fotoğrafçılık kulübünde bir süre çalıştım. Her ne kadar iyi bir fotoğrafçı olduğumu düşünmesem de, boş zamanlarımda fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Yakın zamanlarda bununla ilgili bir web-sitesi açmak için uğraşlarım devam ediyor.

Bu arada fotoğrafçılık konusu açılmışken, bizimle birlikte maçlara gelerek (ders kaytarmak bahanesiyle olsa bile 🙂 maçlarda ve yolculuklarda fotoğraflarımızı çeken, başta Zafer Yumuşak olmak üzere Darüşşafaka fotoğrafçılık kulübündeki tüm arkadaşlara teşekkürler. Onlar olmasaydı elimizde şimdi neredeyse hiç bir resim olmayacaktı. Tahmin edebileceğiniz gibi, o zamanlar maçlara takım, fotoğrafçı ve bazen de okul dergisi ve gazetesinden arkadaşlar olmak üzere tam bir ekip halinde giderdik. Doğal olarak, dersten kaytarmak isteyen her öğrenci maç seyahat listesine bir bahane ile yazılmak isterdi. Hatta bir kaç kere, bazı arkadaşları malzemeci bahanesi ile olarak bile olsa maç seyahat listesine yazma beceresini göstermiştik.

Takımdaşlık

Zeki, iyi atlet, çalışkan, dürüst ve en önemlisi sadece kendi için değil aynı zamanda takım için de oynayan sporcuların hemen hemen hepsini çok takdir ederim. Çok bariz gelebilir ama artık basketbolu bırakmış olsa da Michael Jordan ve Messi söylediklerime örnek olarak verebileceğim sporcular diye düşünüyorum.

Fiziksel özellikler açısından oynadığım yıllarda parçası olduğum Daçka takımından hiç birimiz bir Michael Jordan değildik, yakın bile değildik. Hatta fiziksel ve atletik özellikler açısından iddialı olan rakiplerimizin oldukça gerisinde olduğumuzu bile söyleyebilirim. Yukarıdakilere ek olarak, takım sporunun temel prensipleri arasında yardımlaşmayı, mücadeleden asla vazgeçmemeyi, arkadaşının hatasını kapamayı, ona destek olmayı, sevinci ve hüznü paylaşabilmeyi, tek bir amaç için birlikte hareket etmeyi, sorumluluk almayı daha önce zaten belirtmiştim. Bunların dışında tabii ki “rakibe saygı” ve “fair-play” olmazsa olmazlardan. Tüm bu saydıklarım göz önüne alındığında takım arkadaşlarımı da hayran olduklarım listesine eklemem gerekiyor. Bizim de zaten en büyük avantajımız tam bu özelliklere haiz bir takım ve “Darüşşafakalılık” ruhuna sahip olmamızdı. Belki çok büyük şampiyonluklar kazanmadık ama daha da önemlisi birbirimizi kazandığımızı ve bizden sonraki nesile iyi bir örnek olduğumuzu düşünüyorum.

DSK Genç Takımı (oyuncu grubu bir maçtan önce), Mayıs 1977, (Halit, Eşref, İsmail, Cenap, Adnan-I)
DSK Genç Takımı oyuncu grubu bir maçtan önce, Mayıs 1977. Halit, Eşref, İsmail, Cenap, Adnan-I

Çarşı, Kafkaf

Sporda taraf olmak taraftar olmak aslına çök güzel bir olay. Benim için her zaman ve her şart altında, tabii ki en büyük “Daçka” !.. Daçka’dan sonra Beşiktaşlı olduğumu da söyleyebilirim.

Ancak taraftar tanımı çok önemli. Bana göre “taraftar” demek, galibiyet veya sevinçli bir anda tuttuğu takımı destekleyen değil, aksine ağır bir mağlubiyetten sonra, takımı hüsrana uğradığında, zor zamanlarda veya hüzünlü bir anda takımını destekleyen, takımının arkasında duran kişiler ve gruplardır. Bu tanımlama ile üstün basketbol bilgisi, salonda oluşturduğu aile yuvası ortamı ve Darüşşafakalılık ruhu ile her şartta takımını destekleyen nazik Darüşşafaka taraftarları da çok özeldir ve hayran olduklarım listesinde en başta gelenlerdendir.

Tabii taraftar deyince tutku ile Beşiktaş’ı desteklerken bile tarafsız davranmaya çalışan, fakat bundan daha önemlisi rakibine bile yapılsa haksızlığa karşı çıkan ve sosyal konularda çok hassas davranışlarda bulunarak Türkiye’ye örnek olan Beşiktaş Çarşı Grubu’nun da bende özel bir yeri var. Ek olarak bir de tutkulu Karşıyaka basketbol taraftarlarını da çok takdir ederim.

Ayrıca, Türkiye’de spor alt yapısına önem vererek gençlere spor imkanı tanıyan, gençlerin önünü açan tüm spor kulüplerine çok saygı duyuyorum. Bana göre bunların arasından Efes Pilsen, Fenerbahçe, Tofaş ve Karşıyaka’yı özellikle belirtmek isterim.

DSK Basketbol A-Takımı, Ocak 1978 Burhan Felek Spor Salonu, (Ayaktakiler: Sezer, Adnan-I, Önder Okan, Can, Adnan-II, Oturanlar: Esat, Eşref, Turgay, Cenap, İsmail)
DSK Basketbol A Takımı, Ocak 1978 Burhan Felek Spor Salonu. Ayaktakiler: Sezer, Adnan-I, Önder Okan, Can, Adnan-II, Oturanlar: Esat, Eşref, Turgay, Cenap, İsmail

Hoşlanmadıklarım

Kafasını kullanmayan, sahayı ve maçı okuyamayan hiç bir sporcuyu sevmem ve hoşlanmam. Ama özellikle belirtmek isterim ki, mücadele etmeyen, yenilgiyi baştan kabul eden sporcuya ise katlanamam. Bunun yanında, sporcu olsun olmasın, analitik düşünce yapısına sahip olmayan, ve/veya sadece eleştiri yapan, söz konusu eleştirileri bir çözüm önerisi ile yapılandırmayan kişilerden hoşlanmadığımı da açıkça söyleyebilirim.

Sinema, tiyatro, kitap 

Bu konularda eşim Gül’e teşekkür borçluyum. Kendisi tiyatro sevdalısı olduğu için nerede ise düzenli olarak İstanbul Şehir tiyatrolarının sahneye koyduğu oyunlara gidiyoruz diyebilirim. En son Kadıköy, Oyun Atölyesinde sahneye konan “Dolu Düşün Boş Konuş”u, İstanbul Şehir Tiyatrolarında da “Terzi” oyununu izledik. Sinemayı tiyatroya göre daha geriden takip ediyoruz. Kitap okuma konusunda ise eşim Gül’e yetişme şansım hiç yok. Ben maalesef, daha çok teknik kitap ve dergileri takip etmeye çalışıyorum diyebilirim. Çok yavaş da ilerlesem, araya diğer bazı kitapları sıkıştırsam da rahmetli Server Tanilli’nin “Yüzyılların Gerçeği ve Mirası” adlı kitap serisini okumaya çalışıyorum.

DSK Kız Takımı, Mart 1982, Bağlarbaşı Spor Salonu, (Ayaktakiler: Eşref, Semra, Füsun, Serpil, Demet, Filiz, Niyazi Turan. Oturanlar: Ayşen, Ümit, Kadriye, Nurhayat)
DSK Kız Takımı, Mart 1982, Bağlarbaşı Spor Salonu. Ayaktakiler: Eşref, Semra, Füsun, Serpil, Demet, Filiz, Niyazi Turan. Oturanlar: Ayşen, Ümit, Kadriye, Nurhayat

Baklava ve boza…

En sevdiğim yemekler listesinde Daçka’nın kuru köftesi, barbunyası, şekerparesi, kabak tatlısı unutulmazlar arasında. Kapuska ise sevdiğim yemekler listesinde yok.

Bu arada bir baklava hastası olduğumu da saklamayacağım. Özellikle antrenman çıkışlarında Yavuz (Şeremetoğlu) abinin, Halit Tilki abinin veya Alpay (Öz) abinin getirdiği veya ısmarladığı baklavanın tadı hep bir başka güzel olurdu. Onlara diğer borçlarımın yanında ayrıca çok baklava borcumun da olduğunu biliyorum. Orta okulda iken özellikle galip geldiğimiz maçlardan sonra, galibiyet ödülü ise Vefa bozacısında leblebili boza içmekti. Hem galip gelmişsin hem de dışarıda geziyorsun, çok keyifli olurdu.

DSK Basketbol Takımı-5, Mayıs 1982, (Ayaktakiler: Ali, Ahmet, İsmail, Oturanlar: Halil, Eşref)
DSK Basketbol Takımı, 5 Mayıs 1982. Ayaktakiler: Ali Kahyaoğlu, Ahmet, İsmail Çiftaslan, Oturanlar: Halil, Eşref Özülkülü

Tatiller 78’lilerle

Düz (deniz kenarında yatıp) tatil yapmak yerine daha çok aktif bir şekilde gezi yaparak ve mümkünse fotoğraf çekerek tatil yapmayı tercih ediyorum.

Her dönemin yaptığı gibi biz de 78’liler olarak her fırsatta buluşmaya bir araya gelmeye, beraber yemek yemeye, tatil yapmaya devam ediyoruz. Neyse ki bu konuda kendimi çok şanslı hissediyorum; 78’lilerden özellikle Oğuz Altay ve Fatih Zengin bizleri bir araya getirmek üzere her türlü çalışmayı yapıp büyük emek ve vakit harcıyorlar.

Son söz

Beni Darüşşafaka büyüttü. Verdiği ve yarattığı olanaklar ile hayata hazırladı ve hatta bir adım önde başlamamı sağladı diyebilirim. Bunu gururla her zaman ve her yerde söyledim. dsk.org.tr sayfası aracılığı ile bunu bir kere daha söyleme fırsatı verdiğiniz için size de ayrıca teşekkürlerimi sunarım.

Başta kurucuları olmak üzere, Darüşşafaka’ya gönül vermiş, büyüklüğü ve şekli ne olursa olsun Daçka aracılığı ile gençlerin eğitimine yardım, bağış, hizmet ve/veya emek vermiş ve/veya gençlerin spor yapmasına olanak sağlamış, destek olmuş olan herkese sonsuz teşekkürler. Hepsinin önünde saygı ile eğilmekten onur duyarım.

ök/fa mayıs 2015

Takım Yine Bir Arada-Eylül 2011, (Soldan Sağa: Eşref, Adnan, Cem, İsmail)
Takım yine bir arada ama yıllardan Eylül 2011. Soldan : Eşref Özülkülü, Adnan Kabaalioğlu, Cem Kepenç, İsmail Çiftaslan