1960-61-62’de şampiyonluklar yaşayan DSK Basketbol takımı (ve voleybol takımı) daha sonraki yıllarda finansal güçlükler dolayısıyla zor zamanlar yaşamıştı ama Daçkalılar kulübü yaşatmayı bildiler (çok ayrıntılı hikaye için Bitmeyen Sevda Yeşil Siyah, Darüşşafaka’nın Spor Tarihi’ni tavsiye ederiz)… 80’li yıllara geldiğimizde Darüşşafaka’da yüreği hala basketbolla çarpanlar vardı ve inanıyorlardı. Bu inanç ilerleyen yıllarda sıradan bir üst lige dönüş hikayesi değil 90’lara ve 2000’lerin başına damgasına vuran Daçka’nın yükselişi olacaktı… Bu haftaki portremizde işte o dönemin yetiştirdiği bir gencin başarılarını; Fatih’in rutubet kokan salonundan A milli takıma kadar uzanan hikayesiyle Hakan Köseoğlu’nu bulacaksınız. (Mert Girtine, DŞ 05)

Hakan Köseoğlu kimdir?

HK: 12.12.1981 İstanbul doğumlu, 1970’lerde Türkiye’ye göç eden Boşnak göçmeni bir ailenin çocuğuyum. Hayatıma doğup büyüdüğüm Bayrampaşa Yıldırım Mahallesi’nde devam eden bir birey, bir Darüşşafakalıyım. Okulunda okumadık ama kendimi bu şekilde ifade ediyorum çünkü Darüşşafaka bizim ilk göz ağrımız. Bizi hayata hazırlayan ve sunan bir kurum ve bir camia. Basketbola Darüşşafaka’da başladığım ve ondan sonra büyük başarılar elde ettiğim için Darüşşafaka’ya çok minnettarım. Darüşşafaka benim kalbimde, benim yüreğimde yer etmiş … Nasıl desem?… Yuva mı desem?

MG: Yuva diyebilirsin bence. Hatta Darüşşafaka’yı anlatan Yuva diye bir kitabımız da var.

HK: O zaman bence de en doğru cümle yuva olacaktır. Darüşşafaka benim kalbimde ve benim yüreğimde yer etmiş bir yuvadır.

Çocukluk yıllarım Fatih Çarşamba’daki kampüste geçti diyebiliriz

Çocukluk yıllarım Fatih Çarşamba’daki kampüste geçti diyebiliriz, 1991,1992 olması lazım… Orası basketbola başladığım yer. Yerin altına iki kat inerek ulaştığın salon. Orada rutubet kokusu altında oynanan bir salondu. Türkay Çakıroğlu’nun – o zamanlar Orhan Ulubay da vardı – Bayrampaşa Yıldırım Mahallesine oyuncu seçme ve tarama için geldiği zamanlar. Önce 79’lular – ağabeyim Fatih Köseoğlu, Orhan Güler, Hidayet Türkoğlu gibi daha birçok oyuncunun yetiştiği yer. O furya o zaman 79’lularla başlamıştı. Tabii o dönem ayrıca Çavuşoğlu Koleji’nin burs sunmasından ötürü bir grubun, yani Hidayet’lerin Çavuşoğlu’nu, abimlerin ise Darüşşafaka’yı seçmesi aslında bizi de Darüşşafaka’ya bağlamıştı. Tabii o zamanlar çocuğum, Yıldırım Mahallesi’nden Fatih Çarşamba’ya ulaşmak kolay değildi. Bir dolmuş ya da o zamanlar yeni başlamıştı bir tramvayla Darüşşafaka’ya ulaşmaya çalışıyorduk. Tramvayı kullanırsam Emniyet Durağı’nda inip 1 kilometre yukarı doğru yürüyorduk. Biraz spor yapıyorduk. Tabii bunlar güzel anılar. O zamanları hep gülümseyerek hatırlıyorum.

Öncesinde Beşiktaş’ta futbol oynuyordum. Hatta seçmelerini kazanmıştım. Türkay Ağabeylerin mahallemize gelmesi, ağabeylerimin Darüşşafaka’yı seçmesi derken kendimi basketbolun içinde buldum. Hatta mahallece bulduk diyebilirim. O dönem çok oyuncu yetişti. Ağabeyim Fatih, Orhan Güler – Darüşşafaka için unutulmaz bir isim – daha adını sayamadığım birçok isim. Hatta sonra benim kuzenlerim de oynadı. O zaman bir furya başlamıştı. Bir kapı açıldı ve o kapının ardından Darüşşafaka’ya giden çok oldu. Tabii biz 81 jenerasyonun farklı bir özelliği de o çocuklar olarak Fatih’teki sahayı kullanan son jenerasyon olabiliriz. Biz o zaman küçük takımda oynuyorduk. Belki de biz orada koskoca bir anı defterini kapattık.

Darüşşafaka’nın o zaman bulunduğu semt Fatih Çarşamba’dan Maslak’a taşınınca da orada oynama şansı bulduk. Tabii Türkiye’de o zaman tek olan herkesin gıptayla baktığı modern bir salona geçtik, ama biz eski salonda oynama şansı bulduk.

İbrahim Ağabey’den topları isterdik, vermezdi!

MG: Eski bir salondan yeni bir salona geçiyorsunuz ama eski salonda oynamak bir şans olarak anılıyor. Burayı biraz kurcalayabilir miyiz? Fatih, Çarşamba, eski okul…

HK: Sen hiç oraya gittin mi?

MG: Sadece gezmek için ama kanlı canlı orası yaşarken göremedim. O yüzden hep merak ederim.

HK: Tek bir girişi vardı. Hatta Pazar da kuruluyordu orada ara sokaktan girdiğinde. Zaten hemen tek bir giriş kapısı vardı, oradan aşağıya rampa bir yol vardı… İçeride tabii öğrencilerle biraz da olsa mesafe vardı, sonuçta biz basketbol için geliyorduk. Öğrencilerin salonu kullanmalarına çok izin vermiyorlardı tabii A takıma öncelik veriyorlardı. Geriye kalan zamanlarda altyapı takımlarına veriliyordu. Haftada 2-3 gün veriliyordu belki. Yemekhanede vs derken beraber vakit geçiyorduk. Bu arada küçük bir salon daha vardı. Zaman zaman orayı da kullandığımız oluyordu. Yine bu şekilde öğrencilerle beraber vakit geçirmiş oluyorduk.

Yalçın Granit, Mehmet Baturalp gibi büyüklerin yetiştiği yer. İşte orayı yakalamak, görmek bence bizim adımıza da çok büyük bir şanstı. Yani Çarşamba’daki okulun yeri bizde her zaman ayrıdır. Basketbola ilk başladığım yer. Şu an oraya dair her şey hafızamda. Kapısı, salonun hali… Hatta sana şunu söyleyeyim: salonda çalışan İbrahim Ağabey’i hatırlarsın onunla tanıştığımız yerdir orası.

MG: Tabii tabii hatırlıyorum Maslak’taki kampüsten. İbrahim Ağabey olsun, şimdiki malzeme sorumlumuz Mehmet Ağabey olsun onlar büyük emekçilerimiz.

HK: Yani her şeyin başladığı yer orası. Bu arada İbrahim Ağabey’den topları isterdik, o zaman da topları vermezdi!…(Kahkahalar). Tabii o zamanlar biz en küçüklerdik. Bizden önce 79’lular, 76’lılar vardı. Serdar Tabay’lar, ağabeyim Fatih Köseoğlu, Orhan Güler, Zaza Enden… Güzel anılardı….

 

sanki Darüşşafaka’ya değen sihirli bir değnek vardı

MG: Senin basketbola başladığın o dönem – 1992 senesi – çocukluk yılların aynı zamanda Darüşşafaka’nın çok uzun yıllar sonra kendine 1.ligde yer bulduğu bir dönem.  Buna tarihsel bir rastlantı diyebilir miyiz? Çünkü devamında sen de bu hikayenin bir parçası; o sayfaları dolduran bir isim olacaksın.

HK: Şöyle anlatayım. O dönem elimden geldiğince A takımı takip etmeye çalışıyordum. Tabii öncesinde ikinci lig sürecini takip etmek kimse için kolay değildi. Belki yazılı medya ama görsel medyada yer verilmiyordu. Ancak birinci lig maçları, o da TRT’de yer verilirse. Darüşşafaka o dönemde lige yükseldi. Hatta diğer bir takım da Ortaköy’dü. O zaman Serdoğan Ağabey vardı. Darüşşafaka çıktıktan sonra 1. Ligin gediklisi bir takım oldu. Erman Kunter’le başlayan ve devam eden iyi hocalar, altyapıya verilen önem aslında daha sonra gelecek başarıların habercisiydi, nitekim de öyle oldu. Bu sürece çok iyi bir planlama demek istiyorum ama bunun ötesinde bir şeydi bu, sanki Darüşşafaka’ya değen sihirli bir değnek vardı. Böyle bir süreçti bu… Kim düşündüyse, planladıysa hakkını teslim etmek lazım.

Enver Hoca yönetimindeki minik takım, 1998

 

Altyapı günleri

MG: Çocukluk yılları, basketbolla tanışman, Fatih’teki salon derken adım adım altyapı günlerini konuşmaya başlayabiliriz. Darüşşafaka’daki ilk hocan kimdi?

HK: Türkay Çakıroğlu. – Benim yapı taşımdı. Tabii altyapı diyorsak kimseyi unutmamak lazım. Türkay Çakıroğlu, Candan Tekin, Ahmet Çakı, Enver Velishaev herkesin benim üzerinde bir dokunuşu oldu. Hatta kimseyi unutmamak lazım. Hüsnü Genç ağabeyi de ekleyelim. Hepsine ayrı ayrı teşekkür etmek lazım.

Darüşşafaka Lisesi öğrencilerinin ve dışardan gelenlerin oluşturduğu Darüşşafaka minik ve küçük takımları. Sağ üstte Enver Hoca, sol üstte Nevzat Hoca. 1998 ya da 99 senesinde okulun içinde çekildi.

İlk sene dediğim gibi küçük takımda hocam Türkay Çakıroğlu’ydu. Küçük takımda 80 ve 81’liler bir arada oynuyorduk. İlk sene 80’lilerin oynadığı yıl ligde fazla bir başarı elde edemedik ama Türkay Ağabey bir yandan 81’lileri çok iyi hazırlıyordu. Tabii kadroyu hatırlamak zor ama o dönem Darüşşafaka Lisesi’nde okuyan ve aynı zamanda takımın pivotu olan Bora’yı anmak istiyorum. İkinci sene 81’liler olmak üzere o sene Edirne’de Türkiye Şampiyona’sına katıldık. Hatta o zamana dair bir anımı anlatayım. Şampiyonaya gideceğiz ama ateşim 39. Tabii rahmetli annem gitmemi istemiyor. Türkay Ağabey ne yaptı ne etti ikna ederek beni götürdü. Tabii ilk maç oynayamadım ama bu arada Türkay Ağabey’in odasında kalıyorum, deyim yerindeyse beni  elleriyle besliyor. Derken grubun liderlik maçına, Ülkerspor maçına çıktım ve 30 üzeri sayı attım. O maçı kazanmıştık ve benim için çok önemli bir tecrübeydi. Yanlış hatırlamıyorsam Ülkerspor kazandı, biz de dördüncü olmuştuk. Tabii biz o takımı yenme başarısı gösterdik. Bizim takımın yeni kurulduğunu ve aradaki imkan farklarını düşünürsek  iyi bir iş başarmıştık. Belki o sene kupa alamadık, belki o kulüplerle başa çıkmak kolay değildi ama altyapıda bir şeylerin hazırlığı yapılıyordu.

80-81 jenerasyonu yıldız takımda devam ettik. İlk sene Hocam Enver Velishaev’di. İstanbul’da başarılı olsak da Türkiye Şampiyonası istediğimiz gibi gitmedi. İkinci senemde ise takımın başına yine Türkay Ağabey geçti. İzmir’de Türkiye Şampiyonası’na katıldık. En iyi guard ödülünü aldım. Ve derken biz her sene bu şampiyonalara katılmaya başladık.

Okul öğrencileri ve dışarıdan katılanların oluşturduğu Darüşşafaka minik takımı. Son sıra Enver Hoca, dönemin A takım hocası Cihansever Yeşildağ, dönemin kulüp başkanı Ali Kahyaoğlu, Enver Hoca’nın eşi. Fotoğraf okulda yer alan küçük spor sahasında çekildi. Sene 98 olmalı. Darüşşafaka altyapısının tüm ülkede konuşulduğu bir dönemde başkanın, A takım ve minik takım hocalarının bir karede buluştuğu güzel bir birliktelik karesi.

MG: Genç takım yıllarına geçecek olursak….

Ayaktakiler soldan: Ahmet Çakı, Volkan Kuşoğlu, Vitali, Maxim, Berkay, Müjdat, Hakan Köseoğlu, Emre Ekim Oturanlar: Orhan, Deniz, Ertuğ, Gökay, Cihan, Okan, Bora.

Süreç 86’lı doğumlu çocuklara kadar uzanarak devam etti

Genç takımda ise Candan Tekin ile çalıştım. 80-81 jenerasyonu ile Türkiye ikincisi olduk. Finalde Bursa’da Renault’a kaybetmiştik. Sonra 81’lilerle Balıkesir’de Türkiye dördüncüsü olduk. Son senemde ise 83’lülerin 82’lilerin ağırlıklı oynadığı, 81’lilere kota uygulandığı – sanırım sadece iki oyunu oynayabiliyordu – turnuvada Türkiye üçüncüsü olduk.

MG: O dönem Darüşşafaka altyapı takımlarının kendi yetiştirdiği çocuklarla sürekli olarak zirveyi zorladığını görüyoruz. O yıllar aynı zamanda “Darüşşafaka Altyapısı” diye bir şeyin de konuşulmaya başlandığı yıllar. 90’ların ik yarısında değen sihirli değnek meyvelerini vermeye mi başlamıştı?

HK: Evet. Biz 80-81’lilerden bahediyoruz ama bu süreç 86’lı doğumlu çocuklara kadar uzanarak devam etti. Soner Şentürk, Caner Şentürk, Semih Erden, Polat Kaya ve daha bir sürü oyuncu Darüşşafaka altyapısından yetişti.

Maddi imkanlar kısıtlıydı. Yani örnek vermek gerekirse birçok şampiyonaya uçak yerine  otobüsle gittiğimiz oldu. Ancak Fatih’ten Maslak’taki kampüse geçiş çok etkili oldu. Modern ve komple bir tesis… Antrenmanlara bir bütün olarak bakmak lazım. Ağırlık, kondisyon, atletizm – bunların hepsi işin içine giriyor. Basketbol antrenmanı bitiyor oradan ağırlık antrenmanına geçebiliyordunuz. Havuz aşağıda, orada kondisyon çalışıyorduk. Ya da direkt futbol sahasına inip atletizm pistini kullanıyorduk. Tabii bunların hepsi kondisyoner İsmet ağabeye bağlıydı 🙂 (hani X faktör derler ya İsmet ağabey işte o X faktördü). Kulüp olarak hedeflerinizi yükselttiyseniz, bu hedeflerinize ulaşmak için bu çalışmaların hepsi ayrı ayrı önemli.

Darüşşafaka çalışmayı seven gençlerden kuruluydu o dönemde

O dönemi şöyle anlatayım. Sezon biterdi. Sadece 10 gün dinlenir sonra yeni sezon çalışmalarına başlardık. Darüşşafaka çalışmayı seven gençlerden kuruluydu o dönemde. Orhan Güler, Mehmet Kahyaoğlu, Ömer Kahyaoğu, Gökhan Sunter, Emre Ekim, Dima’lar vardı… Bu düzene en büyük katkı sağlayan kişi Ali ağabey, Başkan Ali Kahyaoğlu’ydu. Çalışmayı seven bir insandı. Şöyle söyleyeyim, yaz boyu sürekli çalıştığımız için sezona takım olarak hazır başlıyorduk. Sezon başındaki maçları çok rahat kazanıyorduk çünkü biz 3 ay diğer takımlar ortalama 1-1,5 ay çalışmış oluyordu. O kondisyon çalışmaları, yaz kampları, turnuvalar derken sezona tam hazır başlıyorduk.

O dönemden bahsederken şunu da söylemek lazım. Gelen yabancılar da bu düzene çok kolay ayak uyduruyorlardı. Herkes çok içli dışlıydı. Hani dedik ya yuva, aile. Herkes birbirini çok iyi tanıyordu. Böyle olunca da yapılan çalışmalar, takım kimyası, doğru insanlar derken bu sistem başarıyı getirdi.

“üst akıl” diyorlar ya sanki o dönem Darüşşafaka’da da öyle bir şey vardı

 

MG: Yavaş yavaş A takım dönemine giriş yaptık fakat öncesinde bir iki şeye daha değinmek istiyorum. Kampüsün içinde yer alan sporcu evi. O dönem bildiğim kadarıyla hiçbir kulüpte olmayan fakat sonra bazı takımların örnek aldığı bir yapı.

HK: Sporcu evi kampüsün içinde havuzun oradaydı. İl dışından gelen sporcuların kalması için yapılmıştı. İçerde oda düzenlerinin yer aldığı ve sabah kahvaltılarını düzenli olarak orada yaptığımız bir yerdi. Öğle ve akşam yemekleri içinse okulun yemekhanesine giderdik.

Bazen antrenmanlar geç biter devamında sabah antrenmanı olurdu. Hem geç kalmamak hem de dinlenmek için sporcu evinde kalırdık. Çokça zaman orada kaldık. Hatta birçok iyi, kötü anılarımız var. Mesela 17 Ağustos depremine orada yakalanmıştık. Sporcu evi o dönem olmazsa olmazdı. Hem İstanbul’un büyük oluşu hem şehir dışından gelen arkadaşlarımız derken o ev bir arada kalmamızı sağladı. Böylece daha çok vakit geçirme şansı buluyorduk. Benden büyükler olsun küçükler olsun hep beraberdik. Gerçekten çok samimi bir ortam vardı ve hep beraber vakit geçiriyorduk. Bir odada toplanır sohbetler ederdik. Tabii o zaman cep telefonu da yok 🙂 O günleri tabii özlüyor insan. Hatta bu modeli yıllar sonra Banvit denedi ama orası sonuçta bir şirket organizasyonu. Bir okul takımı için sporcu evi müthiş bir şeydi. Hani şimdilerde hep bir “üst akıl” diyorlar ya sanki o dönem Darüşşafaka’da da öyle bir şey vardı.

Biz o dönem altyapı olarak Cent Koleji’nde okuduk. Zaten o dönem kulüp okul işbirlikleri vardı. Şampiyonlara katılmak isteyen, bir şekilde reklamını yapmak isteyen okullar bu tarz işbirlikleri yapıyordu. O dönem Türkay Ağabey Cent Koleji’yle bağlantı kurup anlaşma yapılmasını sağladı. İlk yıl sadece Darüşşafaka olarak ikinci sene Ülkerspor’un da katılımıyla beraber Cent Koleji’nde okuduk ve turnuvalara katıldık. 80 jenerasyonu olarak önce Türkiye şampiyonu sonra Dünya ikincisi olduk. O Dünya şampiyonasında turnuvada en iyi beşe seçildim.

Hakan Köseğlu & Türkay Çakıroğlu – Dünya liselerarası şampiyonasında çekilmiş. Sene hatırlanmıyor.

 

 

Eğer bir genç yetenekliyse ona tamamen sorumluluk verilmeli

MG: Notlarıma baktığımda A takımda geçirdiğin ilk sezon 1998-1999 olmak üzere toplamda 4 sezon 2001-2002 sezonu sonuna kadar Darüşşafaka A takımında forma giymişsin. İlk sezon oynadığın maç sayısı çok az. A takım ve genç takım değişmeli mi oynuyordun? A takıma yükselme sürecini senden dinleyebilir miyiz?

Kerem Tunçeri & Hakan Köseoğlu

HK: Aslında ben yıldız takımdayken A takım antremanlarına çıkmaya başladım. O zaman A takım hocası Cihansever Yeşildağ beni antremanlara almaya başladı. Hatta Michael Ansley’in olduğu o sezon Makedonya’da katıldığımız bir sezon öncesi hazırlık turnuvasında oynama şansı buldum. Hatta o maçta attığım son saniye üçlüğüyle turnuvada şampiyon olduk. Açıkçası artık yavaş yavaş geliyordum, bu belliydi.

O zamanlar yaygın olan düşünce işte altyapıdan yetişen genç bir oyuncu  işin ön planında değil de arka planında yer alsın. Oyuna girsin sadece savunma yapsın, sadece pas versin gibi çok enteresan bir bakış açısı vardı. Eğer bir genç yetenekliyse ona tamamen sorumluluk verilmeli.  O genç oyuncu öz güvenini ancak böyle kazanır. Fakat siz oyuncuyu belli kalıplara sokarsanız o oyuncu gelişemez ve devamında hayal kırıklıkları derken o genci kaybedersiniz. İşte o ortamda benim en büyük şansım bana şans verilmesi oldu. Az da olsa çok da olsa; o dönemki hocalarıma teşekkür etmek lazım. Tabii gerçekten  A takıma yükseldiğim yıl en büyük şansım Zare Markovski oldu. Zaten kendisi A takımı çalıştırmadan önce de Darüşşafaka’da altyapı sorumlusuydu. Zare Markovski o dönem bana, “Ben seni oynatacağım ama 5 dakika ama 10 dakika ben seni oynatacağım. Ben çalışmaya inanan bir antrenörüm, her şey senin çalışmana bağlı,” demişti. Tabii Zare Markovski sadece benim için değil tüm takım için büyük bir şanstı. O dönem kadroda 10 oyuncu yer alabiliyordu ve 10 kişiyle beraber oynayabilen bir yapıya sahiptik. Herkes mutluydu. Herkes size inanıyor. Çalıştığınız takdirde size hakkınız teslim ediliyordu öyle bir yapıydı ve çok da başarılı olmuştuk.

Ayakta soldan : Joe Bozkent ,Bülent Ünal,Nihat Mala,Serdoğan Ersözlü, Vitali, Steven Rogers, Okunssy, Alex Jensen, Nate Johnson, Emre Ekim, Olsoy Karakaya, Candan Tekin. Alt Sıra: Masör İsmet Aziz, Hakan Köseoğlu, Gökhan Sunter, Ömer Kahyaoğlu, Mehmet Kahyaoğlu, Deniz

Gir göster, Avrupa’nın en iyi oyun kurucusu kimmiş!

İlk maçımı Tofaş’a karşı oynadım. Karşımda belki de Avrupa’nın en iyi oyun kurucusu David Rivers vardı. Takım o maça biraz kötü başlamıştı. Zare beni oyuna almadan önce – bu arada kendisiyle aynı dili konuşuyoruz – bana,”Gir göster, Avrupa’nın en iyi oyun kurucusu kimmiş,” dedi. Bakış açısını görüyor musunuz? Ve ben o gün öyle bir basketbol oynadım ki, sanki 40 yıldır o ligde oynuyorum. O gün aldığım sorumluluk ve sahada yaptıklarımla çok iyi bir maç geçirdim. Hatta o dönem maçı anlatan Murat Murathanoğlu ve İsmet Badem Avrupa’nın en tecrübeli oyun kurucusu ile en genç oyun kurucusu karşı karşıya, bakalım nasıl bir maç olacak diye bir ifadede bulunmuşlar.

Zare ayrıldıktan sonra Serdoğan Ersözlü Ağabey ve Halil Üner’le çalışma şansı buldum.  Tabii takım artık oturmuştu. Gerek ligde gerekse Avrupa’da çok başarılı sonuçlar aldık. Kadrolarda 10 kişi sınırı olduğu için kenarda kaldığım maçlar da oldu. Fakat ne zaman süre alsam bu süre az ya da çok fark etmez takıma her zaman çok katkım oldu. Tabii burada bir noktaya vurgu yapmak istiyorum. Ligde hemen hemen her takımda yabancı oyuncu kurucular varken biz Darüşşafaka’da mücadelemize yerli oyuncu kurucular olarak devam ettik. Bu da yine bize olan bir güvenin göstergesiydi.

Ligde aldığımız sonuçlar, Avrupa kupası maçları ve özellikle Türkiye kupasında final oynamamızı unutamam. Maalesef final maçında Efes Pilsen’e karşı kaybettik ama bu final Darüşşafaka tarihi için çok önemliydi. Dar bütçeyle verilen mücadelenin o uzun yıllar verilen emeğin karşılığıydı.

İdolüm Orhan Güler’di. Tabii Orhan Güler bizim büyüğümüzdü. Artı olarak özellikle Peter Naumoski. Zaten tarz olarak baktığın zaman benzer oyunculardı.

Karşıyaka-Göztepe derbisini yaşamak lazım

Milli takım forması – Sene bilinmiyor.

MG: Darüşşafaka’dan ayrılış ve Karşıyaka transferine geçeceğim ama biraz da milli takımlardan bahsetmek istiyorum. Şu an karşımda Darüşafaka altyapısından yetişmiş, yıldız, genç, ümit ve A milli takım seviyelerinde forma giymiş ve hatta 2002 Dünya basketbol şampiyonasına katılmış bir oyuncu var. Bu süreç aslında sadece senin için değil Darüşşafaka tarihi için de çok önemli.

HK: Tabii. Ben A milli takıma ilk defa yanlış hatırlamıyorsam 1999 yılında davet edildim. Ankara’da kampa gitmiştim. Nations Cup organizasyonu vardı. 17-18 yaşında A milli takıma davet edilmem çok önemli bir şeydi. Baktığın zaman gerek bireysel gerekse Darüşşafaka’nın başarısının bir göstergesiydi bu. Tabii öncesinde gerek ümit gerekse yıldız milli takımlarda da yine kulüpten arkadaşlarım Gökhan Sunter ve Emre Ekim’le beraber yer alma şansımız olmuştu.

MG: Jenerik olarak bakarsak tabii akıllarda kalan şey 2002 Dünya basketbol şampiyonası. O kadroya davet edildin ve ABD’de düzenlenen o organizasyonda oynama şansı buldun. Hani şu meşhur son saniye üçlüğüyle kaybedilen Brezilya maçının olduğu organizasyon.

Hakan Köseoğlu’nun yer aldığı 2002 Dünya şampiyonasında mücadele eden kadro A milli takım kadrosu. Ayakta soldan : Hüseyin Beşok, Mirsad Türkcan, Mehmet Okur, Kaya Peker, Hidayet Türkoğlu, İbrahim Kutluay, Asım Pars. Oturanlar : Haluk Yıldırım, Tutku Açık, Hakan Köseoğlu, Kerem Tunçeri, Ömer Onan, Ufuk Sarıca, Harun Erdenay. Abdi İpekçi Spor Salonu.

HK: O şampiyonaya direkt Darüşşafaka’dan gittim. Açık konuşmak gerekirse 2002 şampiyonasında istediğim gibi fırsat bulamadım, süre alamadım. Daha önce de konuştuğumuz gibi antrenörler o dönem genç oyunculardan ne bekliyordu: işte oyuncu pas versin, savunma yapsın… Bu durum oyuncunun kendini göstermesine engel oluyordu. Yoksa baktığın zaman daha iyisini yapabilirdim. Fakat ne olursa olsun A milli takımda yer almak bizim için büyük bir gururdu. Sonuçta o formayı giymek kariyerinizin zirvesidir.

MG: Her şey bir yana şampiyonada ortam nasıldı? Amerika, salonlar….

HK: ABD’ye ilk gidişimdi. Ülkeye ve saat farkına alışmak için biraz erken gitmiştik. Önce Detroit’te kaldık sonra turnuvanın yapılacağı Indianapolis’e geçtik. Tabii salonlar, ortam vs her şey mükemmeldi.

MG: Şampiyona bitti sonra Türkiye’ye döndün ve devam eden sezonda Karşıyaka transferi…

HK: O dönem kulüple anlaşamadık. Aldığım süre de azalmıştı. Bir önceki sezonu çok iyi geçirmişsin, milli takıma kadar yükselmişsin ama süre alamıyorsun. Açıkçası o dönem mutsuzdum. Karşıyaka’dan da teklif vardı. Kasım 2002’de Cüneyt Erden takasıyla Karşıyaka’ya transfer oldum. Karşıyaka’ya transfer olduğumda önce Mete Babaoğlu sonra Ahmet Kandemir’le çalışma fırsatı buldum. Karşıyaka’da o sezonu başarıyla tamamladığımızı düşünüyorum. Hem kendi adıma hem de takım adına. Ligi dördüncü sırada bitirdik.

MG: Notlarıma baktığımda önce 23 sonra 30 sayıyla Karşıyaka’da kendi kariyer rekorunu kırdığını görüyorum. Hakan Köseoğlu kaldığı yerden devam ediyor ve istatistiklerini ileri taşımaya devam ediyor…

HK: Tabii Karşıyaka’da ortam biraz daha farklıydı. Ateşli ve seven bir taraftar önünde oynuyorsun. Maçlarımızı Atatürk spor salonunda oynuyorduk. O dönem Karşıyaka’nın kendi salonu yoktu. Tabii o sezon ligde Efes Pilsen, Ülkerspor, Galatasaray iyi takımlardı. Galatasaray Erman Kunter’le beraberdi. Biz de iyi takımdık. Jefferson vardı sayı kralı olmuştu. Takım olarak iyi bir hava yakalamıştık. Seyirciyle bir bütün olunca kolay kolay maç kaybetmiyorduk. Genel olarak Karşıyaka’da iyi bir sezon geçirdiğimi düşünüyorum.

MG: 30 sayıyla kariyer rekoru kırdığın maç bir Göztepe deplasmanına denk geliyor. Bize o maçı ve tecrübe ettğin İzmir derbisini anlatır mısın?

HK:  O sezon Karşıyaka’ya sonradan transfer olduğum için derbinin ilk maçında oynayamamıştım. Kurallar gereği ilk maçta Göztepe taraftarı salona alınmamış. İkinci maçta ise Karşıyaka taraftarı salonda yer almayacaktı. Tabii maç bir derbi maçı olunca bizi kampa almışlardı ki kolay kolay kamp yapmıyorduk. Tabii herkes derbiyi anlatıyor, herkes heyecanlı. Kampa başkan geldi, yöneticiler geldi. Açıkçası o zaman Göztepe düşmemeye oynuyordu, biz daha kuvvetliydik ama fark etmez, maç bir derbi olunca seyircinin motivasyonu yüksek olacaktı. Yanlış hatırlamıyorsam maçı TRT yayınlamıştı. Nitekim sahaya çıktığımızda çok güzel bir atmosfer vardı. Her ne kadar bizim seyircimiz salonda olmasa da basketbol adına güzel bir ortam vardı. Sonuçta basketbol dolu salonlarda güzel. O gün iyi oynadım ve 30 sayı attım. Dönüşte bizi Karşıyakalı taraftarlar karşılaşmıştı. Karşıyaka-Göztepe derbisini yaşamak lazım. Benim için güzel bir anı oldu.

Koseoglu hit a 4 metre jump shot to win the game

Karşıyaka’dan ayrıldığım dönem Fenerbahçe’den teklif geldi ama tercihimi Tuborg’dan yana kullandım çünkü daha fazla süre alabilecek dahası benim üzerime kurulacak bir sistemde oynayacaktım. Bundan ötürü doğru bir tercih yaptığı düşünüyorum. Tuborg o dönem baktığınız zaman tesisleri  ve yapısıyla çok iyi bir kulüptü. Kulüp olarak oyuncusuna maksimumu sunmaya çalışıyordu. Genel olarak baktığımızda Tuborg’da iyi bir dönem geçirdim.

O yıllarda FIBA Eurochallenge Cup’ta oynuyorduk. Güney Konferansı Dörtlü Finali’nde Makedon takımı Rabotnicki ile karşılaştık. Öncesinde Fenerbahçe’yi elemiştik. Rabotnicki maçında son hücum öncesi Mete Ağabey – Babaoğlu mola almıştı. Sonrasında son topu ben kullandım ve attığım son saniye basketiyle o maçı kazandık ve son dörtlü finallere gitmeye hak kazandık. Tabii herkes üstüme atladı çok güzel bir sevinç yaşadık. O maç hem Tuborg hem de kariyerimin unutulmazları arasındadır.

FIBA’nın resmi sitesinden alıntı. 29 Şubat 2004 :

“… After a timeout Tuborg made a play to win the game. Koseoglu found himself defended by the 210 cm Gecevski on a switch and he made enough room to hit a 4 metre jump shot to win the game.

As well as Koseoglu’s 25 points (5/7 3-pointers), Whisby scored 14 on 7/7 shooting (including 3 huge dunks) and grabbed 14 rebounds (5 offensive). “

 

MG: Darüşşafaka, Karşıyaka, Tuborg yılları derken seninle beraber oynadığın takımlar da iyi işler yapıyor. Fakat araya giren bir sezon var. Tofaş senesi. Takım küme düşüyor.

HK: O sezon benim açımdan biraz olumsuz başladı. Sakatlık yaşadığım bir süreç derken Tofaş’a geç katıldım. Tabii orada Tofaş’ın mücadelesini anlamak lazım. Altyapı ve üstyapısıyla her zaman saygı duyulan bir organizasyon. O sezon altyapıdan gelen gençlerle verilen bir mücadele vardı. Elimizden gelen her şeyi yaptık ama olmadı.

Gerek Bursa gerekse Türk basketbolunda yer etmiş isim, Antrenör Tolga Öngören ile çalışma fırsatı buldum. Tolga ağabey çok iyidir, bugün de görüşüyorum. Şimdi orada genel koordinatör, Efe Aydan’dan sonra. Tabii bu isimler Tofaş’ı sahiplenmişler. Nasıl Darüşşafaka bizler için aileyse Tofaş ve bu isimler için de aynı şeyi söyleyebiliriz.

KEPEZ, KARŞIYAKA YILLARI

Tabii iyi bir sezon geçirmiş, asist kralı olmuşken çağrılmayı bekliyorsun.

MG: Söyleşimiz boyunca hep artan bir ivmeden bahsettik ki şimdi sırada Kepez Belediye, Karşıyaka ve Erdemir’de üst üste gelen asist krallık yılları var. Aslında bu kadar fazla istatistik konuşmayı seven biri değilim fakat A takıma çıktığı yıldan itibaren grafiği sürekli artan ve devamında ilk yıl 7, ikinci yıl 8 ve son yılında 9 asist ortalamasıyla asist kralı olan bir oyuncudan bahsediyoruz. Bu sadece altyapı ya da çok çalışmakla olamaz.

HK: Açıkçası o döneme biraz da şöyle bakmak lazım. Yabancı kısıtlamasının olduğu yıllarda takımlar genelde yabancı haklarını 1 ve 5 numaralardan yana kullanırken ben oynadığım takımlarda her zaman 1 numaralı pozisyonda süre aldım ve genelde oyun her zaman benim üzerime kuruldu. Ben de gerek sorumluluk alarak gerekse dominant yapımla her zaman bunun karşılığını verdim.

Steven Rogers, Vitali, Okunsyy, Maxim, Alex Jensen, Emre Ekim… Oturanlar: Hakan Köseoğlu, Nihat Mala, Ömer Kahyaoğlu, Gökhan Sunter, Dima, Mehmet Kahyaoğlu

MG: O dönem oynadığın oyun taraflı tarafsız herkesin takdirini topluyordu ki 2008 –2009 sezonunda Karşıyaka’da iyi bir sezon geçirdikten sonra Euro 2009 Avrupa basketbol şampiyonası için milli takıma alınmaman basketbol severlerin büyük tepkisine yol açıyor.

HK: O sezon imkanlar dahiline Karşıyaka’da iyi bir sezon geçirdik fakat talihsiz bir şekilde Play-Off’lara katılamadık. Hatta son haftalarda kaybettiğimiz Beşiktaş maçı hala aklımda. Milli takım içinse konuya biraz genel bakmak lazım. Milli takımlara öncelikli olarak daha büyük takımların oyuncuları çağrılıyordu. Böyle bir gerçek vardı. NBA takımları ve Euroleague takımları derken kadro bir şekilde doluyordu. Mesela kolay kolay Karşıyaka’dan, Tuborg’tan çağrılan birini sayamazsın. Tabii iyi bir sezon geçirmiş, asist kralı olmuşken çağrılmayı bekliyorsun. Sonucunda kalp kırıklığı da oldu ama yapacak bir şey yok. Sezonlar devam ediyor ve önüme bakmam lazımdı 🙂

top çalma işinin çakallığı dersek, bu Orhan Güler’den öğrendiğim bir şeydi.

Erdemir forması – 2010 yılı

MG: 2009 – 2010 sezonu. Darüşşafaka’dan tanıdığın bir isim hocalığını yapıyor – Ahmet Çakı. Erdemir’e gitmende etkisi var mı?

HK: Ahmet Ağabey Erdemir’e bir önceki sezon gelmiş ve ligde kalmışlardı.Ertesi sezon ise güçlü bir kadro kurmaya karar verdiklerinde 1 numara beni yazmış. Tekrar bir araya gelmemiz basketbolun doğası gereği diyelim. O sezon benim için ve Erdemir için başarılı geçti diyebilirim. Ligde asist kral olurken takım olarak Play-off’a kalmayı başardık.

MG: Bir parantez açıyorum. Mesela biz liseden mezunlar dışarda karşılaştığımızda isterse istemez bir samimiyet ortamı oluşuyor. Darüşşafaka’dan eski altyapı hocalarınla ya da arkadaşlarında karşılaşmak sizin için de farklı bir hava estiriyor muydu? Mesela Tofaş’ta Ömer Kahyaoğlu ile oynuyorsun, Erdemir’de Emre Ekim’le oynarken hocan Ahmet Çakı.

HK: Tabii, yollarımız ayrılmış olsa da altyapı ekibiyle iletişim hep devam ediyor. Birbirimizi arıyoruz, soruyoruz, anlatıyoruz. Darüşşafaka’da beraber geçirdiğimiz seneler var.

MG: 2013-2014 sezonuyla beraber basketbola veda ediyorsun. Darüşşafaka altyapısında başlayan macerayı sezon sezon işleyerek bayağı detaylandırdık. Bunca şey konuşmuşken oyun stilinden bahsetmemek olmaz. Asistleri kadar top çalma özelliğiyle de ön plana çıkan bir oyuncuydun. Hatta çoğu zaman rakip takım top oyuna sokarken top çalabilen kendine has bir özelliğin vardı. Okuyucuların daha iyi anlaması için şöyle anlatayım: Darüşşafaka sayı bulmuş, rakip takım topu oyuna sokarken yarı sahayı ya da rakip sahayı çeken kameralar bir anda yön değiştirir, hücumu başlamadan bitiren, top elinde takım arkadaşlarını bekleyen Hakan Köseoğlu’nu görürdük.

HK: Rakibin ya da topun arkasına saklanarak top çalma işinin çakallığı dersek, bu Orhan Güler’den öğrendiğim bir şeydi. Bu yönümün genel anlamda kuvvetli olması yine altyapıdan gelen bir şeydi. Her zaman iyi bir savunma yapman istenirdi ve bu direkt rakip sahadan başlardı. Artı olarak ayaklarımın çabuk olması da eklenince rakipleri bunaltabiliyordum. Markosvki döneminde oynadığım bir Telekom maçında sırf rakip hücuma çıkarken 4 ya da 5 top çaldığımı hatırlıyorum.

Ne mutlu bana ki, basketbola Darüşşafaka’da başlamışım, ilk adımı orada atmışım

MG: Peki Hakan Köseoğlu şu an neler yapıyor?

En son kış döneminde U15, U16 milli takımlarında çalışmalarım oldu.  Bundan sonrası için de basketbolun içinde yer almaya devam ederek hocalık yapmak istiyorum. Ligler daha yeni tamamlandı. Artık sezon öncesi diyebiliriz ve görüşmelerim devam ediyor. Keyflerime gelince… Boşnak böreği, Boşnak mantısı yanı sıra kuru fasulye ve pilav ikilisini çok seviyorum. Ailemle vakit geçirmeye bayılırım. Gerek Türkiye ligi gerekse Euroleague maçlarını takip ediyorum. Fırsat buldukça Darüşşafaka’nın maçlarını salonda takip ediyorum.

Hakan Köseoğlu, Derin Köseoğlu, Elif Köseoğlu

 

Darüşşafaka yılları başta olmak üzere, kariyerinde yer alan diğer takımlardan, milli takım yıllarından, Türk basketbolundan bahsettik. Burada ismi geçen oyuncular, altyapı hocaları Darüşşafaka’yla, okulla bütünleşmiş isimlerdi. Mesela Türkay Hoca altyapıda antrenörlük yaptığı yıllar sabah erkenden eğitim binasına gelir, sabah etütlerinde Darüşşafakalı öğrencilere matematik dersi verirdi. Candan Tekin yine altyapı antrenörüyken aynı zamanda lisede beden eğitimi öğretmenliği yapıyordu. Ahmet Çakı desen, yıllar sonra bir Darüşşafakalı gördüğü zaman heyecan duyan, telefon numarasını vererek her zaman kendisini arayabileceğimizi tembih edecek kadar mütevazı ve bizdendi.  Enver Hoca desen kulüpte minik ve küçük takımları çalıştırırken okulda ilk okul ve ortaokul takımlarını çalıştırıyordu. Ortaokul takımını İstanbul şampiyonu yaptığı o dönemde oyuncuları sabah antrenmanları için yatakhaneye gelerek uyandıracak kadar sahiplenirdi. A takım ve altyapı oyuncularını da konuştuk. İşte Darüşşafaka’nın basketbolda ses getirdiği  o yıllar kampüste hayat bu şekilde akıp geçiyordu. Kulüp ve okul iç içeydi… O yılları anarak son sözü Hakan’a bırakıyorum. 

HK: Darüşşafaka bizi yetiştiren, hayata hazırlayan, hayata dair bir bakış açısı kazanmamızı sağlayan bir yapıydı. Az önce de söylediğim gibi Darüşşafaka’da o yıllarda bir üst akıl vardı 🙂 Gerek okul gerekse kulüpte inanılmaz bir organizasyon vardı. Zaten senin de söylediğin gibi herkes beraberdi. Geriye dönüp baktığım zaman altyapıdan bugünlere kadar maddi manevi tüm kazanımlarımda Darüşşafaka var. Eski salonun havasını solumuşum, yeni salonda antreman yapmışım, altyapı yılları, A takım yılları ve başarılar. Ne mutlu bana ki, basketbola Darüşşafaka’da başlamışım, ilk adımı orada atmışım…