DSK tarihi ile ilgilenmeye ve emeği geçenlerin portrelerini yapmaya başlayınca yeşil-siyah bayrağı bugünlere getirenlerin ne kadar emek vermiş, fedakarlık yapmış olduklarını daha da iyi anlamaya başladım. Gerçekten de her şey vardı : emek, aşk, tevazu, hırs, çalışkanlık, olanaksızlıklar, dostluk, dayanışma, yalnız kalma, kazanma inancı, olmayanlara takılmayıp oldurmaya çalışmak, vizyon, engellemelere ve karamsarlıklara kulak asmamak; her şey vardı…ama bir şey yoktu : yılmak, vazgeçmek, pes etmek…

İsmail Çiftaslan’ı (DŞ, 1970-78) bu tarih araştırması sürecinde yakından tanıdım ve tanıdıkça yukarıda saydığımız sıfatların özeti DSK hayatını parça parça dinledikçe yakın tarihimizde olanları tüm zenginliği ile hatırlamasını çok değerli buldum. Bu tarih hafızası kaybolmamalı, kalıcı bir şekilde yazıya geçmeliydi. Birazdan okuyacağınız bu ayrıntılı söyleşi için İsmail’e çok teşekkür ediyoruz. DSK tarihinin belli bir dönemine kendi penceresinden ışık tutan bu ayrıntılı yazıyı ilgiyle okuyacağınıza eminiz.

 

İsmail Çiftaslan kısaca kimdir ?

1959 yılında Adana/Osmaniye de doğdum. Babamın vefatı sonrası rahmetli ağabeyim bizleri İstanbul’a getirdi. İstanbul’a geldiğimde ilkokul 4. sınıftaydım. 1970 yılında Darüşşafaka sınavlarına girdim ve yedekten de olsa hayatımın akışını değiştiren Darüşşafaka‘yı kazandım. 1978 yılında Darüşşafaka’nın son erkek sınıfı mensubu olarak  mezun oldum.

1987’de eşim İzden’le evlendim. 1989’da biricik ve çok sevgili oğlumuz Aras dünyaya geldi.

2010 yılında Unilever’den emekli oldum. Ve halen emekli olarak hayatımı sürdürmekteyim…

Darüşşafaka ilk yılları ?

Bundan bahsetmeden önce şunu hemen belirteyim. 100 yıllık Darüşşafaka Spor Kulübü’nün 35-40 yılına şahitlik etmiş ve bunun 20-25 yılında her kademede aktif (oyuncu,antrenör,yönetici ve başkan) görev almış birisi olarak yaşadığım ve anlatacağım çok anılarım olacaktır. Tabi ki hepsini anlat(a)mayacağım. Ama kendimce önemli gördüğüm anıları, aklımda kaldığınca hem kurumsal bir hafıza, hem yaşanmışlıkları bilmeyenlerin öğrenmeleri, hem de o anlara tanıklık etmiş olanları bir kez daha nostalji yapmaları adına birkaç anıyı yazacağım için söyleşi biraz uzun olacaktır. Beni, ailemi ve yaşadıklarımı merak edenler veya o anları benimle birlikte yaşayıp ta anılarını kısmen de olsa tazelemek isteyenlere ise şimdiden kolay gelsin.

Darüşşafaka’da okuyanların bir çoğu gibi 11 yaşındaki bir çocuğun yaşadığı yatılı bir okula adaptasyon sürecini ilk 4-5 ay ben de fazlasıyla yaşadım. İlk defa aileden kopuş, beraberinde hüzün ve gözyaşı daha sonra yeni ailem Darüşşafaka ailesi ile bütünleşme ve sıkı bir Daçka’lı oluş…

İlk yıllara ait unutamadığınız anılar vardır mutlaka. Bizimle paylaşabileceğiniz varsa anlatır mısınız ?

1970’li yıllarda okul Cumartesi öğlene kadar devam ediyordu. O dönemde okul tarafından bazı kişilere bekar aylığı da veriliyordu, ben de alanlardan bir tanesiydim. Bir Cumartesi son dersten önce bahçeye oynamaya çıktım. Sınıfa döndüğümde ceplerime baktım para yoktu. Cumartesi olduğu için öğleden sonra eve dönmem gerekiyordu ve cebimde otobüse verecek 5 kuruş dahi para yoktu. Hazırlık 1 deyim o zaman, yani 11 yaşında. Fatih Çarşamba’dan Beşiktaş’a yürüyerek gitmek zorunda kalmıştım. İstanbul’a tam alışamadığımdan ve yolları da pek bilemediğimden, 28 numaralı belediye otobüsü olan  Fatih-Beşiktaş hattının takip ettiği yolu takip ederek 2-2,5 saatte evin yolunu zor bulabilmiştim.

Bir sürü anımı unutmuş olmama rağmen bu anımı aradan geçen yaklaşık 43 yıllık sürede unutmamışım.

Okul yıllarında nasıl bir öğrenciydiniz?

(Gülümseyerek cevaplıyor). Çok başarılı ! 8 yıllık Darüşşafaka öğrencilik hayatımın yarısını ikmalle  geçmişimdir. Basketbol’la  tanıştıktan sonra da haftanın neredeyse 7 günü salondan çıkmaz oldum, tabi dersler daha da bozuldu. Ya kendi idmanım ( okul takımı ve kulüp idmanları), ya çalıştırdığım takımların idmanları derken ders çalışmaya pek vakit kalmıyordu. Bir ara kulubün yıldız, genç, A takım, kız takımı vs hepsini ben çalıştırmaya başlamıştım ( tabi bu dediğim okuldan mezun olduktan sonraki  yıllardı). Yaklaşık 16 yıl kadar basket oynadım bunun 14 yılı Daçka dadır.Bir süre de Daçka 1. amatör kümedeyken, A takımda  antrenör oyunculuk yapmıştım.

Okul yıllarındaki başarılarıma dönersek :)…Lisede edebiyat bölümünde okuyordum. Bizim sınıfa Hayrettin Cete ‘’Rare class’’ adını takmıştı. Fakat biz özellikle edebiyat sınıfı ‘’rare class”lık dışında tam bir hababam sınıfıydık. Pek ders çalışmayı sevmezdik. Hele ders sayısı Fen şubesine göre çok az olan Fizik, Matematik, Kimya derslerini öğrenerek geçen yok gibiydi. Peki sınavlarda nasıl başarılı oluyorduk. Cevabı basit. Bir çok haylaz öğrencinin yaptığını yaparak yani kopya çekerek. Özellikle Fizik dersleri sorularını bir gün önceden hazırlayan Yıldız hocamız (Telli), hazırlamış olduğu soruların karbon kağıdını Fizik laboratuarının çöp kutularına attığını öğrendikten sonra artık hiç çalışmaz olduk. İşimiz o karbon kağıdını çöplerden bulup soruları  deşifre ettikten sonra cevapları hazırlamaları için Fen bölümündeki çalışkan arkadaşlara iletmekten ibaretti. Sorular çözüldükten ve bize sınavdan önce verildikten sonra geriye  sınavda cevap kağıtlarını değiştirmek kalıyordu. Bununla ilgili unutamadığım bir de anım var.

Tam da onu soracaktım Fizik dersinden 100 üzerinden 110 almışsınız. Bunu nasıl becerdiniz ?

1977-78 sezonunda okul basket takımıyla maça giderken, Fatih Çarşamba’daki okul kapısı önü. Soldan : Süleyman Aydın, Eşref Özülkülü, İlhan Demirer, İsmail Çiftaslan ,Ercan Karadede, ,Adnan Kabaalioğlu, Halit Türkyazıcı (Domo), Ahmet Kuşi, Tuğrul Şenel
1977-78 sezonunda okul basket takımıyla maça giderken, Fatih Çarşamba’daki okul kapısı önü. Soldan : Süleyman Aydın, Eşref Özülkülü, İlhan Demirer, İsmail Çiftaslan ,Ercan Karadede, ,Adnan Kabaalioğlu, Halit Türkyazıcı (Domo), Ahmet Kuşi, Tuğrul Şenel

(Gülümseyerek). Üstün Fizik bilgim sayesinde !… Lise 3’deydik. Yine biz Edebiyat şubesi olarak sınavdan önce soruları ele geçirmeye güvenerek hiçbir hazırlık yapmamıştık. Bu defa hocamız bizim soruları sınavdan önce ele geçirdiğimizi bir şekilde anlamış olacak ki soruları hazırladığı teksir kağıdının karbon suretini çöpe atmak yerine eve götürmüş. Biz bütün gece laboratuarda çöpleri aramamıza rağmen teksire giderek çoğaltılacak karbon kağıdını bulamıyoruz. Ertesi gün 4. ve 5. saatlerde Fizik dersimiz var. Fizik hocamız 4. ders sınavı yaptıktan sonra 5. derste sınavda çıkan soruları çözeceğini söyledi ve tahtada çözmeye başladı. Tabi bizim sınavlar rezalet geçmişti. Soruları çözdükten sonra o ana kadar yapmadığı bir şey yapmıştı. Herkese teker teker sınavdan kaç beklediğimizi sordu. Sanırım soruları bu defa çalamadınız hadi bakalım söyleyin şimdi der gibiydi. Bu arada 4.dersle 5. ders teneffüsü arasında rahmetli Halit (Domo), Özcan ve ben bir plan yaptık. Plan şuydu. Hoca soruları çözerken biz de doğru cevapları sınavdakiyle aynı türde saman bir kağıda yazacaktık ve 5. dersten sonra öğle yemeği arasında sınavda vermiş olduğumuz cevap kağıtlarıyla sonradan yazdığımız cevap kağıtlarını fırsat bulursak değiştirecektik. Neyse biz planı uygulamak için her çözülen soruyu önümüzdeki cevap kağıdına yazıyorduk. Soruların çözümü bitip de hocamız bana dönüp ‘’sen ne bekliyorsun İsmail?’’ deyince ne diyeceğimi şaşırdım. Zira sınav rezalet geçti, cevap kağıtlarını değiştiremezsek  en fazla

25-30 alacağım. Değiştirirsem 90 ( özellikle sınıfta hazırladığım 2. cevap kağıdını 100’lük yapmadım çünkü sınıf dökülürken ben 100 almış olmayayım diye :)… Neyse ben “hocam fena geçmedi ama bilemiyorum” gibi yuvarlak bir cevapla soruyu geçiştirdim. 5. ders zili çaldı. Herkes yemekhaneye gitti. Ben, Domo, Özcan bekledik, koridor boşalınca hocamız sınav kağıtlarımızın olduğu çantasını laboratuara bırakıp yemeğe gitmiş. Hemen sınavdaki eski cevap kağıtlarımızla yeni cevap kağıtlarımızı değiştirdik. Gönül rahatlığıyla yemekhaneye gittik, yemeğimizi yedikten sonra birden aklıma benim sınavda 2 cevap kağıdı verdiğim ama hocanın çantasından sadece birini aldığımız aklıma geldi. Ama sürede geçtiği için ikinci defa laboratuara girmeye cesaret edemedik. Durumu sınıftaki arkadaşlara anlattım.  “Aman ha hoca bu neyin nesi” derse siz de  “hocam siz İsmail’in sınavdaki müsvedde kağıdını almışsınızdır’’ gibi bir şeyler söyleyin dedim. Biz o sınavdan hemen sonra okul basketbol takımı olarak 1 hafta sürecek Marmara bölgesi grup maçları için Edirne’ye gittik. Bizim yokluğumuzda Fizik hocamız sınav sonuçlarını açıklıyor. Sıra bana geldiğinde  “İsmail 20” diyor, Fizik hocamız bir çığlık atarak ‘’Aaa İsmail 90 daha almış  “diyor.” Bu nasıl olur çocuklar. İsmail hem 20 hem 90 toplamda 110 almış alıyor” diyor. Arkadaşlarımızda ‘’aman hocam siz İsmail’in sınavdaki müsvedde kağıdını almışsınızdır diye durumu geçiştiriyorlar. İşte böylece Daçka tarihinde Fizik dersinden 100 üzerinden 110 alan belki de ilk ve son öğrenci oluyorum. Dileyenler Rare Class olarak okulda yaşadıklarımızı sınıf arkadaşım sevgili Hilmi Köksal Alişanoğlu’nun  esprili bir dille kaleme aldığı ‘’ YUVA’’, rare class kitabından okuyabilir.

Daçka klüp genç erkek basket takımı (1976-1977 ) Eşref, Domo, Adnan 1, Adnan 2, İsmail, Özcan, Metin Yersel Can, Cenap, Cahit, Ali Macit
Daçka klüp genç erkek basket takımı (1976-1977 )
Eşref, Domo, Adnan 1, Adnan 2, İsmail, Özcan, Metin Yersel
Can, Cenap, Cahit, Ali Macit

Basketbolla tanışmanız nasıl oldu ?

Ben Darüşşafaka’ya girene kadar basketbol diye bir spor dalı olduğunu bile bilmiyordum. Basket topunu da hiç görmemiştim. Sanırım orta 1 veya orta 2.sınıftayken boyum sınıf arkadaşlarıma nazaran biraz daha uzundu. Bizden 2 sınıf büyük ağabeylerimizden Dinçer Hayta beni ve benimle birlikte birkaç arkadaşımı (Eşref, Adnan, Tuğrul, rahmetli Domo, Özcan ) basketbol oynamaya başlattı.

Sonra ?

Biz ite kaka basketbolu öğrenmeye çalışıyoruz. Şu an Prof. Dr olan Adnan Kabaalioğlu (Adnan 1 ) basketbolu pek sevmediğini o yüzden futbol oynayacağını söyleyerek idmanlara gelmek istemiyordu. Tuğrul ise ki o dönemde aramızda en uzunumuzdu, basketbol boyu uzatıyor diye o da oynamak istemiyordu. Dinçer abimizin basketbola başlamamızda çok emeği vardır. Daha sonra genç takım seviyesinde, kendisi de Darüşşafaka mezunu ve aşığı olan ve şu an Amerika da yaşayan Metin Yersel abimizle de bir süre çalıştık. O dönemlerde okul takımının ilk 5’i ile kulüp takımının ilk 5’i hemen hemen aynı kişilerdi (Ben, Eşref, Adnan, Domo, Tuğrul, Özcan ). Bu durum sanırım orta sondan Lise 3’e kadar devam etti.

 

 

 

ismailciftarslan-05
1978 yıllığından bir sayfa, okul basketbol takımı. Ayaktakiler Adnan 1, Tuğrul, İsmail, oturanlar rahmetli Halit (Domo), Eşref. Edirne’de Marmara bölge şampiyonu olduğumuz turnuva sonrası kaptan olarak kupa alırken.

Antrenörlük yaptığınızı da duyduk. Biraz ondan da bahseder misiniz? Nasıl başladınız, neler yaşadınız o dönemlerde ?

Antrenörlüğe başlamam da tamamen bir tesadüf. Sanırım Lise 1’deyim. Rahmetli Beden Eğitimi hocalarımızdan Ferda Adanır (Öz), bir beden dersi sonrası bana ‘’İsmail okul kız takımının haftaya maçı var, onları biraz çalıştır mısın‘’ dedi. Ben de kabul ettim. Kabul ettim etmesine de elimde o dönem antrenörlükle ilgili okuyacak ne bir kaynak belge, ne de şimdiki gibi bilgiye çabuk ulaşabilecek internet, yatılı okuduğumuz için ne de dış dünya ile bağlantımız var. Tek bildiğim o ana kadar bize idmanlarda öğretilenlerden ibaretti. Onlarla işe başladım. Daha sonra kaynak araştırmaya başladım. Bir gün elime Saffet Karpat/Dinçer Hayta abilerimizin Amerikan Kütüphanesinden almış olduğu  “Multiple defenses for winning basketball” adlı 1971 yazımı bir kitap geçti. O dönem ödünç aldığım kitap ağabeylerimiz mezun olunca  bende kaldı ve o kitaptan çok şey öğrendim ve uyguladım. Daçka’lılar genelde kısa boylu olduklarından ve o dönem kitaptan öğrendiğim ve bir çok antrenörün/oyuncunun bilmediği karmaşık müdafaalar (zone press –full court-half court-3/4 court, pressing zone, combination, matching zone v.b.) yaparak kazanamayacağımız maçları kazanmaya başlamıştık.

Bu arada bende antrenörlüğe iyiden iyiye ısınmaya başlamıştım.

Antrenör sertifikanız var mı ?

Evet var. 1978’de liseden mezun olduğumuz yılın sonbahar aylarıydı sanırım rahmetli Aydan Siyavuş Adapazarı’nda Basketbol Federasyonu bünyesinde  bir antrenörlük kursu açmıştı. Eşref ve ben o kursa katılarak antrenörlük belgesini almıştık. Uzun yıllar o belgeyle antrenörlük yaptım. O belge şu an 2. Lig antrenörlük belgesine denk düşmekteymiş. Uzun zamandır vize yaptırmadığım için geçerliliği olup olmadığını bilemiyorum.

Sonra A takıma çıkış serüveniniz nasıl oldu ?

Bu arada lise 1’deyken akciğerlerimden ciddi bir rahatsızlık geçirdim ve basketbol oynamaya yaklaşık 1 yıl ara verdim. O ara belki de benim basketbol hayatımın önemli duraklama dönemlerinden biriydi.

1977-1978 sezonu genç takımdaki son yılımızdı 1.amatör kümede mücadele eden A takımımız o dönemde pek parlak sonuçlar almıyordu ve ağırlıklı olarak dışarıdan gelen oyunculardan oluşuyordu. Kulüp yönetimi benimle birlikte Eşref, Adnan ve genç takımda oynayan birkaç arkadaşı daha A takıma alma kararı verdiler. Ben yıldız ve genç takımlarda ağırlıklı olarak pivot ( şimdinin 5 numarası) olarak oynamıştım. O dönemlerde pivotlar top sürmezdi ve süremezdi, zaten onlara öyle bir görev de verilmemişti. Top sürmeyi bilmeyen bir pivot olarak A takıma çıktım, boyum 1,87 cm.. Takımın başında yine bir Daçka lı basketbol duayeni rahmetli Önder Okan (minik Önder) abimiz vardı. İlk birkaç maç sonrası Önder abiye ‘’abi ben forvet oynamak istiyorum’’ dedim. Zira yıldız/genç takımda uzun gibi gözüken 1,87’lik boy daha sonraları kısa kalmaya başlamıştı. O zamanlar 5 numarada 2,0 m ve  üzeri adamlarla mücadele etmek durumunda kalıyordum. Neyse forvete geçince biraz rahatladım ve dış şutlarımı geliştirdim ama yine top sürüp adam geçemiyordum bir türlü. Önder abimiz basketbolu gerçekten çok iyi biliyordu, ondan çok şey öğrendim. Bazen idman sonraları faul atışı yapardık kendisiyle. Unutmuyorum bir defasında idman sonrası faul yarışmasında  80’de 80 faul atmıştı (bugün dahi o performansı gösterecek kimse var mı bilemiyorum). Önder abimiz bazen tek el bazen çift el atardı ama her ikisinde de çok başarılıydı. Biz faul atışlarında onun seviyesine hiç gelemedik. Kendisini çok genç yaşta kaybettik. Onu bir kez daha buradan rahmetle anıyorum..

Önder abimizin koçluğunda, sanırım 1981-1982 sezonuydu, Antalya’da düzenlenen 2. lige terfi maçlarına da katılmıştık. O dönem kıl payı 2.lige çıkmayı kaçırmıştık. Kulüp başkanımız Yavuz Şeremetoğlu abimizdi, yönetimde ise fedakar ağabeylerimizden Alpay Öz vardı. O takımın resimleri ve dönüş yolundaki yemekten bir görüntü aşağıdadır.

 

Antalya terfi tenzil turnuvası maç dönüşü yolda yemek molası

 

 

DARKA yaz kampları diye bir şey duyduk ondan bahseder misiniz biraz ?

1983-1985 yıllarıydı sanırım.  İznik gölü kenarında Darüşşafaka’lı ağabeylerimizin kurmuş olduğu ve adı DARKA ( Darüşşafakalı Kardeşlerin kısaltılmışı) olan tatil evlerinin yanındaki boş arazide Niyazi Turan abimizin önderliğinde yazları Darüşşafaka  öğrencilerine, kurmuş olduğumuz çadır kamplarda spor eğitimi vermeye başladık. Ağırlıklı olarak basketbol, atletizm ve masa tenisi eğitimleri veriyorduk. Tüm kamp boyunca basketbol antrenörlüğünü ben üstlenmiştim, Beden eğitimi hocamız Kurtul Kantar da kampın eğitmenlerindendi. Günde çift idman yapıyorduk ki o dönemde amatör seviyede çift idman yapan takım yok gibi bir şeydi, hele okul takımlarında hiç yoktu. Bir dönemi 4-5 hafta süren yaz kamplarına bir dönem erkek öğrenciler, bir dönem ise kız öğrenciler geliyorlardı. Amaç okullar açıldığında öğrencileri müsabakalara hem kondüsyon, hem basketbol teknik ve taktikleri açısından hem de moral motivasyon açısından hazırlamaktı. Aynı zamanda kamp döneminde göl kenarında temiz hava bol gıda ile yüzme becerilerini geliştirmek ve sosyalleşmelerini sağlamaktı. Haftada bir kez gidilen Darka içindeki minik açık hava diskosu kampa katılan öğrenciler için ciddi bir motivasyon unsuruydu. Oldukça başarılı bir projeydi. O sayede okul bayan basketbol takımı İstanbul’da ve Türkiye’de dereceler (ilk 3, ilk 5 gibi dereceler ) yapmıştı. Üçüncülük beşincilik de derece mi diye düşünülebilir ama rakiplerin fiziksel güç ve imkanları düşünüldüğünde elde edilen dereceler Darüşşafaka’lı öğrenciler için neredeyse şampiyonluğa eşdeğerdi o dönemler. Darka kampından birkaç fotoğraf karesi aşağıda…

toplu-01
darkakamp.ismail Darka kampında erkek sporcular. Sol başta yönetici Niyazi Turan (eşofmanlı), sağ başta antrenör İsmail Çiftaslan

 

Darüşşafaka’dan mezun olduktan sonra basketbol hayatınız ve sosyal hayatınız nasıl gelişti ?

1978’de mezun olduktan sonra İstanbul Universitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandım. Ancak hem bir işte çalıştığım (daha doğrusu çalışmak zorunda olduğum için ) hem de  antrenörlük ve oyunculuk yaptığım için okula devam edemedim. Zaten o yıllar (1977-1980) öğrenci ve sokak hareketlerinin çok yoğun olduğu yıllardı, okula gitmek de o kadar kolay değildi. Her gün bir olay çıkıyordu, sokaklarda sürekli ölümler oluyordu. Ben 3 yıl Edebiyat fakültesinde kayıtlı kaldıktan sonra tekrar sınava girerek 1981’de Marmara Üniversitesi  İşletme bölümünü kazandım ve oraya da çalıştığım için pek devam edemedim. Sınavdan sınava giderek  1985’de mezun oldum. Edebiyat fakültesindeki öğrencilik yıllarımda vizelere/sınavlara gidip gelirken kaderin bir cilvesi olarak şu an eşim olan İzden’le tanıştım. Onu Darüşşafaka’ya basketbol oynamaya davet ettim. Niyet hem basketbol hem de başkaydı tabi :)… Kabul etti ve uzun bir süre antrenörlüğünü yaptıktan ve  epeyce dil döktükten sonra da 1987 yılında evlendik ve mutlu beraberliğimiz 33 yılı aşkın süredir devam etmektedir. Umarım uzun yıllar da devam eder..

1983-bayan
1983 Daçka kulüp bayan basketbol takımı. Resim çekildiğinde orada olanlar.. Ayaktakiler; İsmail, İzden (eşim), Özlem, Demet, Serpil, Niyazi abi Oturanlar ; …, Derya, Sema, Gamze, Feza.

Sanırım o yıllarda kulüpte bir takım sorunlar yaşanmış. Biraz bahseder misiniz ?

1986’lara geldiğimizde kulüp yönetiminde iyice zorlanmaya başlamıştık. O dönem kulüp başkanımız Nami Gönenç  abimizdi. Halit Yurdal Tilki abimiz de biz oyuncu iken kulüp yönetiminde görev yapmıştı. O dönemlerde neredeyse kulüp takımlarının (kız erkek demeden) çoğunun antrenörlüğünü  ben yapıyordum, tabi genç kardeşlerimizin de desteğiyle. Yani kulüp neredeyse birkaç kişinin sırtında gidiyordu (zaten oldum olası öyledir). A takımımız amatör 1.kümede düşmemeye oynuyordu. 2 tane ciddi sorunumuz vardı. Bir tanesi her dönem yaşadığımız finans sorunu diğeri ise Fatih Çarşamba’daki okula girmemize, idman yapmamıza dahi okul idaresi tarafından izin verilmemesiydi. Üstelik kulüp basketbol takımında oynayanların %80-90’ı ya Darüşşafaka mezunu ya da hala okul öğrencisiyken. Bunun üzerine ben o dönem Cemiyet Başkanımızdı sanırım Çetin Berkmen abimize gidip durumu anlattım.  “Abi para pul istemiyoruz, okul idaresi idmanlar için okul salonuna girmemize izin versin, bir de maçlara gelmeleri için okul öğrencilerine izin versinler”  dedim. O dönem Çetin abi özetle bu durumda bir şey yapamayacağını bildirince, Nami abi bu iş böyle devam edemez, Darüşşafaka camiasına bir yazı yaz, durumu paylaş ve kulübü bırakacağımızı bildir, kim sahip çıkacaksa çıksın” dedim ve askere gittim. Sanırım Nami abi o yazıyı yazdı ve ben 1986 Nisan’ında askere gittim. Askere gitmeden önceki son maçımız sanırım Şişli ileydi, o maçı alırsak ligde kalıyorduk alamazsak 2.amatör kümeye düşecektik. Yokluğumda Daçka’lı kardeşlerimiz rahmetli Engin Kattanalp yönetiminde maçı almışlar (belki takımın başında ben olsaydım küme düşebilirdik 🙂 ve böylece kümede kalmış olduk. Daha sonra sanırım 1987 yılında Çetin abi iddialı bir takım kurarak Darüşşafaka’yı 1987’de 2.lige çıkardı. Ben de lige çıkan o takımın yedek de olsa oyuncusuydum.

A takım iddialı olunca Darüşşafaka’dan yetişmiş basketbolculara pek yer kalmamıştı o takımda. Daçka’dan mezun olan ama takımda oynayamayan kardeşlerimin ısrarı üzerine  4. amatör kümeden başlamak üzere Yıldız Tabya, Gaziosmanpaşa gibi takımlarda basket oynadık ve onlarla birlikte üst liglere çıktık. Yani bir dönem Daçka mezunları başka takımlarda, Daçkalı olmayanlar ise Daçka’da basket oynuyordu. Daha sonra bende bir kırgınlık oluşmaya başladı. 1990 yılı benim için karar yılıydı. Profesyonel antrenörlük mü yoksa profesyonel iş hayatı mı kararını vermem gerekiyordu çünkü ikisi birlikte yürümüyordu. O zaman Unilever’e girmiş ve 1 yıldır çalışıyordum ama aynı zamanda antrenörlük ve amatör kümede (Kapalıçarşı,Yeşilköy ) oyunculuk da yapıyordum. Ben antrenörlüğü zevk için yapmaya karar verdim ve profesyonel iş hayatına yöneldim.

Size üst liglerden hiç teklif gelmedi mi ?

Daçka 1.Amatör kümede oynarken Beykoz ve Paşabahçe 2. ligdeydi. O dönem Beykoz beni istemişti ancak kulüp başkanımız Yavuz abi izin vermedi. Bir dönem de Paşabahçe’nin idmanlarına çıkmıştım ama olmadı. Üst liglerde oynama şansım 2 nedenle zordu aslında. Bir tanesi yıldız ve genç takımlarda yanlış pozisyonda (5 numara ) oynatılmış olmam, ikincisi ise en ve verimli olduğum genç takımın ilk yılında basketbola rahatsızlığım dolayısıyla1 yıl  ara vermiş olmam.

Tekrar  DSK’ya dönüşünüz nasıl oldu ?

Sanırım 92-93 sezonunda Çetin abi’nin liderliğinde ve Ali  Kahyaoğlu abimizin kulüp başkanlığında  Daçka 1.lige çıkmıştı. 90-2000 döneminde kulüp faaliyetleri dışında kaldığım için neler olduğunu bilemiyorum. 2000 yılı Kulübümüzün Genel Kurulunda beni Yönetim Kurulu üyeliğine önermişler ve haberim olmadan seçilmişim. YK üyesi olduğumu arkadaşlarımın telefonundan öğrenmiş oldum. İş temposunun yoğunluğundan toplantılara pek katılamıyordum. 2000-2003 arasında pasif bir YK üyesi olarak devam ettim ancak çalıştığım Unilever‘in sosyal sorumluk projesine önem vermesi sayesinde önemli markaları olan Lipton ve OMO’dan o dönem kulübümüze ciddi sayılacak sponsorluk desteğinin sağlanmasına yardımcı oldum. YK üyesi olmama rağmen spor kulübüyle ilgili haberleri (antrenör değişikliği, oyuncu transferi vb) basından öğreniyorduk. Bu durumu bir YK toplantısında dile getirdiğimde ‘’bunların gizli kalması gereken bilgiler olduğu, o yüzden bizlerle paylaşılmadığı’’ söylenince, artık benim orada kalmamın bir anlamı olmadığına karar vererek YK’dan istifa ettim. Ali abiden sonra Yavuz Şeremetoğlu abimiz kulüp başkanı oldu. Bizi de (beni ve Eşref’i) yönetim kurulana almak istedi. Peki dedik ancak kulüp alt yapısıyla ilgili bazı konularda anlaşamayınca Yavuz abiden affımızı istedik.  “Abi sen yola bizsiz devam et biz sana dışarıdan destek oluruz” dedik. O da anlayışla karşıladı. 2003 yılının Ağustos ayında Yavuz abi ligler başlamadan kısa bir süre önce istifa etti. Bu arada Çetin  abiden bana ve Eşref’e rahmetli Kutlay Becerikli kardeşimiz vasıtasıyla kulübü yönetir misiniz teklifi geldi. Bizde peki dedik. Peki dedik ama o ana kadar oyunculuk, antrenörlük dışında kulüp yönetme bilgi ve tecrübemiz yoktu. Ancak o  dönemde kulübü yönetmeye talip kimse de yoktu, daha doğrusu vardı da Cemiyet onlara bırakmak istemiyordu. Bizlerde ise yıllar içinde ciddi bir basketbol birikimi oluşmuştu.

2003 Ağustosunda olağanüstü bir kongreyle göreve geldik ve 2007 Mayısa kadar çok uyumlu ve verimli çalışan bir yönetim kurulu ile görev yaptık.Ben buradan benimle birlikte kulüp yönetiminde görev yapmış tüm çalışma arkadaşlarım olan Eşref Özülkülü, İlhan Bağören, Azmi Özkardeş, İsmail Özsöz, rahmetli Engin Kattanalp, rahmetli Kutlay Becerikli, Alpaslan Özen, Aytekin Yıldırıcı, Erdinç Ergenç, Önder Ciner, Hayrettin Taşdelen, Gürsel Akan, Halük Ünal, Cem Kepenç, Murat Şen, Müge Özacar’a,denetçilerimiz Nezih Güven’e ve Varol Akkaya’ya (umarım ismini atladığım bir arkadaşım olmamıştır)  bir kez daha teşekkür ediyorum. Ayrıca Darüşşafaka spor kulübünün kuruluşundan bu yana emeği geçen tüm yönetici, oyuncu, görevli abi ve kardeşlerime sonsuz teşekkürler. Onlar olmasaydı, arada kopukluklar olsaydı Daçka bugün bulunduğu yerde olamazdı diye düşünüyorum.

Başkanlık dönemi sanırım biraz sıkıntılı geçmiş. Neler yaşadığınızı bizimle paylaşır mısınız?

Yukarıda belirttiğim gibi 2003 Ağustos – 2007 Mayıs arası benim Kulüp başkanı olarak görev yaptığım dönemdir. O dönemde yaşanabilecek iyi/kötü her şeyi yaşadım desem yeridir. Daçka zaten oldum olası bütçesi dar olan bir kulüptü. Biz yönetime geldiğimizde kulübümüzün ana gelir kaynağı mülkiyeti Cemiyetimize ait olan Maslak’taki sosyal tesislerin geliriydi ki bu kulübün yıllık bütçesinin % 75-80’ne denk geliyordu. Cemiyetimiz bu tesislerin gelirini sanırım 1997’den başlamak üzere 10 yıllığına spor kulübüne bırakmıştı. Bırakmıştı bırakmasına ama tesisi işleten firma düzenli ödemesi gereken kiraları bir türlü ödemiyordu. Üstüne üstlük yönetime geldiğimizde yaklaşık 500 bin TL borç vardı. O dönemlerde karşılaştığımız sorunlar ana başlıklarıyla özetlersem…

Sosyal tesis işletmeci sorunu

Bizden önceki dönemde sosyal tesisler bir işletmeciye kiraya verilmişti. İşletmeci ile defalarca görüşmemize, Cemiyete durumu bildirmemize rağmen parayı bir türlü ödemiyordu, içeride neredeyse 3-4 aylık alacağımız birikmişti. Ligler başlamış, oyunculara para ödeyemiyorduk. Elimize 3-5 kuruş geçince oyuncuların 2-3 ay önceki alacaklarını ancak kapatabiliyorduk. Fakat o dönem oyuncular ve oyuncu menajerleri arasında öyle bir güven tesis etmiştik ki, herkes şundan emindi, Darüşşafaka Yönetimi söz verdi mi sözünü yerine getirir. Gecikmeli de olsa kimsenin kulüpte alacağı kalmaz. Neredeyse 4 yıllık başkanlık dönemimin tamamı bu şekilde geçti. Yani biz işletmeciden parayı 3-4 ay gecikmeyle aldık, oyunculara ancak o şekilde ödeyebildik.

Cemiyet başkanımıza kirasını ödemeyen bu işletmecinin değiştirilmesi gerektiğini ileterek yeni işletmeci aramaya başladık. Bulduğumuzu Cemiyet kabul etmedi, onların karşımıza getirdiğini biz kabul etmedik. Bu arada ligler devam ediyor, oyuncular parasız bir şekilde oynuyorlardı. Artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Cemiyetin önerdiği işletmeciyle sözleşme yapmamız isteniyordu. Bizde madem onlarla sözleşme yapmamız isteniyor o zaman en ağır şartları sözleşmeye koyduk. Ancak işletmeci bir şekilde Cemiyet kanalıyla koyduğumuz ağır şartları geri çekmemizi istiyordu. Biz ise direniyorduk. Sonunda ligler devam ederken ya kulübü bırakıp gidecektik veya her cephede savaşmaya devam edecektik. Bu duruma Yönetim Kurulundan Daçka’dan sınıf ve takım arkadaşım Eşref haklı olarak tepki koyarak istifasını verdi. Kalanlar kendi aramızda bir değerlendirme yapıp her ne şart altında olursa başladığımız işi yarım bırakmamak, şu anki güncel slogan olan “oyunda kal , asla vazgeçme” ile belki de DSK’nın kapanmasına kadar gidebilecek bir süreci başlatmamak adına devam kararı verdik.

Hatta o dönemlerde Daçka’dan bazı sınıf arkadaşlarım bana “seni kulübü 1.ligden düşürmen için getirdiler, bırak git” diye telkinde bulunuyorlardı. Ben ise direniyor ve benim olduğum dönemde Daçka asla 1.ligden düşmeyecek diyordum. Ve aynen dediğim gibi oldu. Tüm zor şartlara rağmen Daçka 1.ligde tutundu, hatta tutunmanın ötesinde 2 defa play off, 2 defa Türkiye kupasında ilk 8’e kaldı.

Maliye ile sorun

Tüm bunlar yetmiyor gibi Maliye, bizden önceki yönetim dönemine ait kulüpte bir inceleme başlattı. Maliye işletmeci firmanın ödemesi gereken kurumlar vergisi ve KDV’yi kulüp olarak bizden istiyordu. İstenilen rakam kulübün yıllık bütçesinin neredeyse %75-80’i idi. Olmayan parayı oyunculara mı, çalışanlara mı, maliyeye mi, TBF ye mi, kime vereceğimizi şaşırmıştık. Maliye elemanlarına Darüşşafaka’nın ve amacının ne olduğunu böyle bir borcun muhatabının Darüşşafaka değil işletmeci olduğunu söylememize rağmen bizi dinlemediler. Mecburen uzlaşmaya gittik ve borcu epeyce indirdik. Uzlaşma sonrası Yönetimdeki Daçka’lı kardeşimiz müthiş avukat Alpaslan Özen kanalıyla Maliyeye dava açtık. Ben başkanlığı bıraktığım 2007 yılında dava hala devam ediyordu. 2008 yılında öğrendim ki davayı biz kazanmışız, ancak Cemiyetimiz yine de paranın ödenmesi yönünde görüş bildirmiş ve o borç yapılandırılarak ödeniyor.

Zaten şu anki kulüp başkanımız Ümit Başkırt’ta o dönem imdat çığlıklarımız üzerine PWC’den Daçkalı bir kardeşimizin konuyu incelemek ve bizlere bu konularda yol göstermek üzere kulübe yollamasıyla adım attı. Adım o adım…bir daha da kopamadı.

Semih Erden olayı

Semih Erden benim yönetimde olduğum dönemde alt yapımızda oynuyordu. Henüz yıldız takımdayken dikkatimi çeken oyuncu o dönem 1,95 cm civarındaydı. Bir ara onu idmanlarda göremeyince Semih’in nerede olduğu sordum, ‘’basketbolu bıraktı ‘’dediler. ‘’Çabuk onu bulun kulübe getirin‘’ dedim. Semih tekrar idmanlara başladı. Genç takımın son yılında onunla potansiyeli hakkında görüştüm ve kendi görüşlerimi ileterek onun NBA potansiyelinde bir oyuncu olduğunu ve bunun farkına vararak çalışmasını ve planını yapmasını önerdim.

2004 yılında genç takımda oynama yaşı dolan tüm oyuncularla birlikte Semih Erden’e de yürürlükteki transfer yönetmeliği gereği  5 yıllık kontrat teklif ettik. Teklif ettiğimiz kontratları tüm alt yapı oyuncularımız kabul ettiği halde Semih kabul etmedi. Biz bir yerlerden duyum almıştık Semih yurtdışına gidecek diye. Nitekim 2004 yılında Semih Partizan takımına gitti. Başka bir duyumumuz daha vardı, Semih’i Fenerbahçe istiyor diye. Bende yetiştirme bedeli olarak 450 bin USD isteriz dedim. FB’nin bu teklimizi yüksek bularak  kabul etmediği haberi geldi. Daha sonra babası ve manajeri geldi benimle görüştü, oğlunun yurtdışında eğitimini sürdürmek istediğini söyledi. Biz bir eğitim kurumunun kulübü olduğumuz için eğitimin önemini bildiğimizi bu nedenle eğitim amaçlı yurtdışına hayır demeyeceğimizi bildirdim. Ama biliyordum ki eğitim hülle transferin bahanesiydi ama yapabileceğimiz bir şey de yoktu maalesef. Esas plan sanırım şuydu, Semih sözde eğitim amaçlı yurtdışına gidecek 1 yıl sonra da onu isteyen FB’ye transfer olacaktı.

Semih Partizan’a gittiği 2004 yılında, Basketbol Federasyonuna bir yazı yazarak durumu bildirdim. Semih’e kontrat teklif ettik, kabul etmedi ve yurt dışına gitti, Türkiye ye döndüğündeki hakları kimdedir diye sordum. Bir cevap gelmedi. Bu arada Partizan kulübüyle temasımız sürüyordu. Partizan bize Semih’i yetiştirme bedeli olarak 25 bin USD gibi komik bir para teklif ediyor biz ise 750 bin USD istiyorduk. Konuyu FIBA Europe ‘a taşıdık. FIBA bizim ortaya koyduğumuz ciddi argümanları (Semih’in  NBA potansiyeli olduğunu, kendisine 5 yıldır yatırım yaptığımızı vs ) haklı bularak Partizan’ın Daçka ya yetiştirme bedeli olarak 180 bin Euro (yaklaşık 230 bin USD ) ödemesine hükmetti. Partizan buna da itiraz etti. Bu arada Semih Partizan da oynamaya devam ediyor biz ise liglerde oyunculara paralarını ödeyemeden oynayamaya devam ediyorduk. Daha sonra FIBA bir ara bulucu vasıtasıyla Partizan ve Daçka temsilcilerini Almanya da bir araya getirdi. Kulübümüzü temsilen  YK üyelerimiz Azmi Özkardeş ve avukat kardeşimiz Alpaslan Özen gitmişti.Telefon ile sürekli bana pazarlıkta gelinen noktayı aktarıyorlardı. En sonunda tutar 90 bin Euro ya çıkınca Partizan’ın daha ileriye gitmeyeceği bilgisi bana iletildi. Bende kabul edin dedim. Çünkü o dönem o para kulüp için 3-4 ay hayatta kalabilme öpücüğü gibiydi. Ayrıca transfer yönetmeliği madde 26’da bizim bu durumu açıklayan bir şey de yoktu. Yani alt yapıdan giden bir oyuncu yurt dışına giderse ve yetiştiren kulüp yurt dışındaki kulüpten bir bedel alırsa tüm haklarını kaybeder diye bir madde yoktu, olsa zaten böyle bir parayı almazdık. Üstelik Federasyon 2004’de  yazdığım yazıya cevap dahi vermemişti.

2005 yılı Mayıs ayına geldiğimizde Semih’in FB’ye transfer olacağını duyduk. Federasyona bir yazı daha yazdım. Bu transfere izin vermeyin zira geçerli olan transfer yönetmeliğine göre Semih bizim oyuncumuzdur diye. Federasyon bu yazım üzerine siz yurt dışından para aldınız hakkınız yandı diye cevap verdi. Bunun üzerine transfer yönetmeliğinde böyle bir madde olmadığını belirterek Tahkim Kuruluna müracaat ettik. Bu yazışmalar devam ederken 2005 sezonu başlamış ve Semih FB’de oynuyordu. Tahkim kurulu bizi haklı bularak mevcut transfer yönetmeliğine göre Semih’in Daçka’nın oyuncusu olduğuna karar verdi. Ortalık bir anda karıştı. Ligler devam ediyor ve FB kendisinin olmayan bir oyuncuyu oynatıyor durumuna düşmüştü. Devreye kimin veya  kimlerin girdiğini bilmiyorum ama Federasyon 2004 yılında gerçekleşmiş Semih’in Partizan’a gidişinde geçerli olan transfer yönetmeliğine 2005 yılının Eylül veya Ekim ayında, yani aradan 1 yılı aşkın süre geçmiş olmasına rağmen bir madde yazarak ( madde 26 b, ki ben ona ‘Semih Erden maddesi’ diyordum o zaman) transfer yönetmeliğini değiştirdi, bir nevi oyun oynanırken kural değişikliği yaptı. Bunun üzerine FB tekrar tahkime gitti ki o dönemde tahkimin vermiş olduğu kararlar kesindi. 1 yıl sonra değiştirilmiş transfer yönetmeliğine dayanarak FB tahkime yeniden başvurdu. 2 ay önce bizim lehimize karar vermiş olan aynı tahkim kurulu bu defa sonradan yazılan transfer maddesini gerekçe göstererek yani 1 yıl sonra yazılmış kuralı 1 yıl önce gerçekleşmiş transferde geçerliymiş gibi kabul ederek adeta bir hukuk cinayeti de işleyerek, Semih’in haklarının FB’de olduğuna karar verdi. Biz bunun üzerine tahkim kararlarının nihai olmasının anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle anayasa mahkemesine başvurduk. Ben görevi bıraktıktan sonra sanırım 2008’de anayasa mahkemesi bizim bu müracaat ve bizimle birlikte başka bir futbol kulübünün müracaatı üzerine tahkim kararlarının nihai olamayacağına, bu durumun anayasaya aykırı olduğuna hükmetti. Anayasa mahkemesinin bu kararı o dönem bizim için bir faydası olmadı ama bu tür haksızlıkları önlemek adına bu da bizim spor camiasına bir katkımız olarak kaldı.

Bu arada Semih’in Partizan’dan FB’ye transferinde duyumlarımıza göre Partizan kulübüne 350 bin USD ödediğini de öğrendik. Böylece TBF ve tahkim eliyle oyuncuyu yetiştiren kulübe neredeyse hiç yetiştirme bedeli ödenmedi, arada haksız yere Partizan kulübü para kazandı. Fakat ne acıdır ki 1 veya 2 yıl sonra benzer bir durumu FB, alt yapısından yetişip Amerika ya giden Enes Kanter olayında, kendisi yaşadı…

TBF ile yaşananlar

2005 yılında Basketbol Federasyonu başkanlık seçimleri var. O zaman Turgay Demirel ve Lütfi Arıboğan aday. Geçmişte yaşadığımız bu olaydan dolayı yönetim olarak Turgay Demirel’i desteklememe kararı almıştık… O seçimleri sanırım 3-4 oy farkla Turgay Demirel kazandı. Böylece Daçka için işler daha da zorlaştı : Maliye, kirayı ödemeyen işletmeci, Cemiyet’le olan anlaşmazlıklar ve bozulan TBF ilişkileri…Seçimlerdeki tercihimizden dolayı  üzerimize gelindiğini hissettik… Daçka’ya daha fazla zarar vermemek adına, son 10 saniyede 3 sayı ile galipken 2 sayı ile ‘kaybettiğimiz’ çok kritik Tekel  maçı ve ardından küme düşmemek için oynayan İTÜ maçlarından sonra istifa ettim (Biz İTÜ maçını alırsak play offtayız, İTÜ ise küme düşüyordu, antrenörümüz, en iyi Amerikalı oyuncumuz , ben ve başkan yardımcımız Tekel maçı sonrası İTÜ maçı öncesi TBF tarafından cezalandırılmıştık). O döneme ait değerlendirme sınıf arkadaşım Hayri Cem’in aşağıdaki 8 Nisan 2005 tarihli Birgün yazısında mevcuttur.

www.hayricem.com/?p=1684

Biraz da Orhun Ene ile başlattığınız basketbol okullarından bahseder misiniz ?

Benimle birlikte görev yapan yönetim kurulu üyesi arkadaşlarımın neredeyse tamamı basketbolun içinden geliyordu ve alt yapı hastasıydık. Alt yapı sağlam olmazsa üst yapının uzun süre ayakta kalamayacağına inanıyorduk. O nedenle alt yapıya çok sıkı bir antrenör/koordinatör aramaya başladık. Aklımıza Orhun Ene geldi. Gerek efendiliği, gerekse basketbol kariyeri bakımından bizim için biçilmiş kaftandı. Kendisiyle görüştük, prensipte anlaştık ancak tam o sıralarda Orhun antrenörlüğe yeni  adım atıyordu ve Bogdan Tanyeviç Türk Milli takımının başına getirilmişti. Orhun’a da milli takımda yardımcılık teklif edilmiş. Orhun bana gelerek  “Başkanım  Tanyeviç’ten öğreneceğim çok şey olacaktır o yüzden affınızı  istiyorum” dedi. Yapacak bir şey olmadığı için tamam dedik ve başka arayışlara girdik.

Bu arada finansal sıkıntılar had safhada. Kulübün işletmeden elde ettiği ( daha doğrusu elde edemediği) gelirden başka gelir kaynağına ihtiyaç vardı. Bunun için köklü bir spor kulübü olarak basketbol okulları yapmak istiyorduk ama ne mümkün. Göreve geldiğimiz 2003 yılında kirasını ödemeyen işletmeci aynı zamanda hem ana spor salonu hem de yandaki idman salonlarında kendisi basketbol okulları yapıyor ve parayı da o alıyordu. Duruma itiraz ettik, oralı olmuyor. Durumu Cemiyet başkanımız Çetin abiyle konuştuk durum düzelmiyor. Çetin abiye ‘’Abi, ya bunları salondan çıkar ve basketbol okulunu biz yapalım ya da onlar yapmaya devam edecekse  bize salon kullanım bedeli olarak belli bir miktar ödemede bulunsunlar’’ dedik. Bir süre durum böyle sürünceme de kaldıktan sonra bir emri vakiyle işletmeciyi salondan çıkarmayı başardık. Fakat yönetimde hiç kimsenin hem vakti hem de basketbol okulu yönetme tecrübesi olmadığı için Orhun Ene’yle tekrar temasa geçtik. “Gel birlikte Darüşşafaka-Orhun Ene basketbol okulları açalım. Öncelik Avrupa yakasında bizim salondan başlasın sonra Anadolu yakasına geçeriz (ki oraya da geçtik), proje başarılı olursa tüm Türkiye çapına yayarız”  dedik ve projeye başladık. Darüşşafaka – Orhun Ene basketbol okulları birlikteliği bizden sonra da epeyce bir süre devam etti ve kulüp olarak oradan ilk yıllarda  en azından alt yapıyı finanse edecek kadar gelir elde ettik.

Sayın Çiftaslan bayağı şeyler yaşamışsınız, alt yapıya bakışınızdan bahsettiniz bunu biraz açar mısınız?

Memnuniyetle. Ben ve arkadaşlarım basketbolun içinden geldiğimiz için basketbol adına doğruların ve yanlışların neler olduğunu çok iyi biliyorduk. Fakat bizde 2 şey eksikti. VAKİT ve NAKİT. O zamanlar tüm YK bir yerlerde çalıştığı için bazen 1.ligde oynayan A takımızla maçlara gönderecek kimseyi dahi bulamıyorduk. Nakit kısmını zaten yukarıda açıkladım. Bu sorunu aşmak için de birkaç yere gittiğimde aldığım cevap şuydu “Aa Darüşşafaka’nın paraya mı ihtiyacı var. Çok zengin bir Cemiyetiniz var onlar yardım etmiyor mu” diye başlayan sohbetleri uzun uzun Darüşaşafaka’nın misyonunu vs anlatarak ve elimiz boş bir şekilde dönerek işimize kaldığımız yerden devam ediyorduk.

Çaresizlik içinde kıvranırken 2007 yılının başında bir ara sayın Tuncay Özilhan’a da gittik.Fakat kendisinden para istemedik, zira alamayacağımızı biliyorduk, 6-7 tane Efes Pilsen’le birlikte gerçekleştirebileceğimiz ortak projeden bahsettik. Projelerin bir kısmının hoşuna gittiğini tahmin ediyoruz. Zaten biz yönetimi bıraktıktan sonra Anadolu Endüstri Holding şirketlerinden Cooper Tires-Darüşşafaka işbirliği hayata geçirildi.

Dönelim alt yapıya. Ben hep şuna inandım, alt yapısız bir spor kulübü olmaz, olamaz. Ama nasıl bir alt yapı. Onu da şöyle tanımlamıştık. Düzgün karakterli, öz güvenli, doğru karar verme yeteneği olan ve basketbolun tüm fundamentalini çok iyi öğrenmiş ve uygulamaya geçirebilmiş, Darüşşafaka’yı seven ve sevdirebilen oyunculardan kurulu, tempolu ve baskılı basketbol oynayan bir alt yapı ve üst yapı. Bunun için en az 4 doğrunun yerine getirilmesi gerekiyordu. Doğru oyuncu seçimi (genetik yapı, ailenin spora ilgisi, spor zekası, atletik özellikler,karakter vs), doğru alt yapı antrenörü seçimi, doğru alt yapı çalışma programı (ağırlıklı olarak idmanların tamamında doğru fundamental idmanları) ve son olarak oyuncuları doğru pozisyonlar için hazırlayıp oynatabilmek. Örneğin boyu uzun diye bir oyuncuyu 12-13 yaşında 5 numaraya çakmamak (zira o yaşta kimin 2,10 kimin 1,90 da kalacağı çoğu zaman belli olamıyor).  Zaten bana göre tüm alt yapı oyuncuları 1,2 ve 3 numara fundamentalı alarak genç takıma gelmiş olmalıdır. Bugün bir Hidayet Türkoğlu NBA’de oynayabilmişse ilk baştan itibaren onu yetiştiren antrenörlerin onu doğru pozisyon için hazırlayıp oynatmalarındandır. Hidayet boyu uzun diye  5 numara yetiştirilmiş olsaydı NBA’de oynayabilir miydi?

Alt yapımızı sağlam tutabilmemiz için üst yapının da bir cazibesi olması gerekiyordu o yüzden A takımı seviyesinde de hem başarılı işler yapılmalı hem de alt yapıdan gelen oyunculara yer verilmeliydi.O dönemlerde basketbol oynamak isteyen gençlerin aileleri çocuklarını öncelikle Efes,Ülker, FB, GS ve BJK gibi kulüplere götürüyorlardı, bize gelenler ise onlardan geriye kalanlar veya bizim misyonumuzu/yaklaşımımızı kavramış olanlardı. Biz ise o gençleri 5-6 yıl sonunda doğru çalışma yöntemleriyle söz konusu takımlarla A takımı seviyesinde başa baş mücadele edecek konuma getirmeyi amaçlamıştık. Kısaca A takıma yıldız oyuncu almak yerine kulübümüze hangi seviyede gelirse gelsin onları birer yıldız haline getirerek Türk basketboluna kazandırmak ana hedeflerimizden biriydi.

Sanırım bir de 2006’da Hürriyet gazetesinde iddialı bir demeciniz olmuş ? Neydi o demeç ?

Ha! Evet. Sıkıntılarla boğuşurken ve kendimizi tamamen yalnız hissettiğimiz bir dönemde Hürriyet gazetesinden  Celal Demirbilek ile mini bir söyleşi yapmıştım. Orada Darüşşafaka Spor Kulübünün 100. Kuruluş yılı olan 2014’de Avrupa liglerinde final oynayacağız, Daçka alt yapısından NBA’ye oyuncu yollayacağız gibi şeyler söylemiştim. Söyleşinin tamamı ekli linkte mevcut…

O zaman söylediklerimizden bir oyuncu (Semih Erden) NBA’ye gitti, bu yıl da (2014) Darüşşafaka Doğuş olarak Avrupa’da final oynamasak bile o noktalara geliriz inşallah.

www.arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=4601787

DSK ya bu kadar hizmet etmiş birisi olarak yeri gelmişken Darüşşafaka–Doğuş işbirliğine nasıl baktınız/bakıyorsunuz?

Çok karışık duygular içindeyim doğrusu. DSK’nın geçen yıl yapılan ve bu konunun görüşüldüğü olağanüstü toplantısına İstanbul dışında olduğum için katılamadım. Katılsam nasıl oy kullanırdım onu da bilemiyorum. Hatta şu an bile bilemiyorum. Fakat bir gerçek vardı o da DSK’nın 1. ve 2.ligde sponsor desteği olmadan ligde tutunabilmesi  artık çok zordu. Üstelik Cemiyetimizin de parasal kaynağa ihtiyacı olduğundan bu işbirliğinden sağlanacak gelir + sağlanan tasarruf Cemiyetimize bir nefes aldıracağı için Darüşşafaka’dan yetişmiş birisi olarak finansal rahatlama adına okey derdim/diyorum. Fakat ne kadar bir gelir sağlandığını ben bilemiyorum.

Ancak diğer taraftan 100 yıllık kulübümüzün kurumsal devamlılığı, abilerimizden bizlere, bizlerden ise daha küçük kardeşlerimize geçen basketbol kültürü ve anlayışında ( yönetim, oyuncu, antrenör, seyirci v.s.) önümüzdeki 6-7 yıllık dönemde bir kopukluk olabileceğini düşünüyorum. O zaman o anki Daçka benim için ne ifade edecek tam kestiremiyorum. Darüşşafaka-Doğuş birlikteliği günün birinde şu veya bu şekilde (mutlu el sıkışmayla) son bulursa kopmuş olan o 100 yıllık birikimi tekrar elde edebilmek için çok uzun yıllar gerekecektir. Dolayısıyla olaya bu yönüyle bakınca biraz içim buruk. DSK’ya yıllarca emeği geçmiş birisi olarak duygusal açıdan bakınca da bu birlikteliğe hayır derdim diye düşünüyorum. Gelecekte ben ve/veya benim gibi düşünenler takımın başarı ve başarısızlıklarını nasıl sahiplenecek inanın bilemiyorum.

Bir başka noktada şudur. Biz yönetimdeyken sürekli finansal sıkıntılardan bahsettim. O dönemde Darüşşafaka camiasından hatta DSK YK’da olan sınıf arkadaşımdan aldığımız eleştiriler şu yöndeydi :  “DSK olarak Cemiyete ait bir tesisin parasını çarçur ederek, basketbol takımına harcıyorsunuz. Ciddi bir sponsor bulamıyorsanız kapatın kulübü ,sosyal tesisin parası da Cemiyete gitsin”  şeklinde haklı sayılabilecek eleştiriler vardı. Ancak olaya sadece maliyet gözüyle bakarsak o sözleri edenler haklıydı belki, benim bakış açım ise biraz farklıydı. Cemiyetimiz maddi sıkıntısını kulübü kapatarak gidereceksek hemen kapatalım ancak bunu yapmamıza rağmen sıkıntı devam edecekse o zaman Cemiyetimiz açısından başka şeylerin yapılması gerekiyordu. DSK’nın tek varlık nedeni ligde oynamak değildi, nasıl ki eğitim kurumumuz eğitimde fırsat eşitliğinden yola çıkarak bu misyonunun yıllardır sürdürüyorsa DSK’da sporda fırsat eğitliği ile buna eşlik etmeli, Darüşşafaka’nın toplumda bilinirliğini, Darüşşafaka’ya gönül verenleri spor vasıtasıyla arttırmalı ve Darüşşafaka’da okuyan öğrencilerin sosyalleşmesine, mezunların  da belli aralıklarla da olsa salonda maçlarda bir araya getirmek suretiyle katkı sağlamalı diye düşünmekteyim.

Bazen öyle durumlara şahit oluyorduk ki o dönemlerde takımla Türkiye kupası için Urfa ve Antep’e gittiğimizde ben dahil YK arkadaşlarımız yöre insanıyla ve spor il müdürleriyle görüşüp Darüşşafaka’nın nasıl bir eğitim kurumu olduğunu, yörelerinde okulumuzda okuyabilecek öğrencileri yönlendirmelerini istediğimizde hayretler içerisinde kalarak Darüşşafaka’nın bir eğitim kurumu olduğunu bilmediklerini sadece basket takımı olarak bildiklerini dile getiriyorlardı.

Özetle Darüşşafaka-Doğuş birlikteliğiyle ilgili görüşüm hala nötr olarak durmakta, gelişmeleri zaman içinde izleyip görelim diyorum.

Sizin bir de ‘’promising team’’ diye hayaliniz olduğunu duyuyoruz, nedir o ?

Ah! Tam yarama parmak bastınız. Kulüp başkanı olarak alt yapı antrenörleriyle düzenli toplantılar yaparak kulüp olarak alt yapıda ve üst yapıda ne yapmak istediğimizi sürekli anlatırdım. Alt yapı antrenörlerine derece için değil, yukarıda açıkladığım çerçevede Darüşşafaka’yı seven, düzgün karakterli, düzgün fundamentala sahip oyuncular yetiştirmelerini söylerdim. Zaten böyle oyuncular yetiştirince onlar size ister istemez derece de getirecekti. Ama sadece derece için alt yapılarda yapılan çalışmalar A takımlara fundamentalı çok eksik oyuncuların çıkmasına neden oluyordu. O yüzden tüm alt yapı antrenörlerinden kendi çalıştırdıkları takımlarda ileride Daçka A takımında, başka lig takımlarında, milli takımda, Avrupa liglerinde ve hatta NBA da oynayabilecek potansiyeldeki oyuncuları bulmalarını ve bunu YK teknik heyeti+alt yapı antrenörlerinin tamamı+ alt yapı koordinatöründen oluşan seçici kurula önermelerini istiyorduk. (Kısaca DSK’nın Türkiye basketbol liglerinin oyuncu fabrikası gibi çalışmasını istiyorduk). Bu seçici kurulun onayından geçen minik, yıldız ve genç takım oyuncuları ‘’Promising team – Gelecek vaat eden takım’’ı oluşturacak ve bu takım, kendi takım idmanlarının haricinde haftada en az 2 defa sadece ve sadece bireysel eksikliklerinin ( şut, dripling, pas, müdafaa, spacing, çabukluk vs) giderileceği ve tüm altyapı antrenörlerinin katılımıyla gerçekleşecek bir özel idman programı düzenlenmesini istiyorduk. Yani kısa vadeli başarı yerine orta ve uzun vadeli ve kalıcı başarının peşindeydik..

Güzel bir projeymiş. Gerçekleşti mi peki ?

Maalesef hayır. Çünkü bu projenin önemini alt yapı antrenörlerine tam kavratamadık sanırım. Bu çok uzun soluklu ama bir o kadar da zevkli bir projeydi sonucunu almak yıllar sürecekti, tabii keyfini sürmek de… ’’Şu takımdaki  xxx adlı oyuncuyu Daçka alt yapısından ben yetiştirdim’’ zevkini tatmak ve o oyuncunun başka bir takıma transferinde kulübün elde edeceği gelirden bir miktar pay almak yerine o hafta oynanacak maça konsantre olup onu kazanmak  ve Türkiye şampiyonalarına çalıştırdığı takımı götürmek genel olarak antrenörlere daha cazip geliyordu. Alt yapı antrenörlerinin böyle düşünüp davranmalarını da anlayabiliyorum. Haklı olarak alt yapı antrenörleri bir başarı elde edemezlerse işlerine son verileceğini veya bir üst seviyeye çıkamayacağını düşünüyorlar, oysa biz kulüp yönetimi olarak tam tersini düşünüyor ve başkan dahil uzun vadeli düzgün fundamentale sahip oyuncu yetiştirmenin arkasında olduğumuzu her fırsatta dile getiriyorduk. Kaldı ki A takıma çıkan alt yapı oyuncularımızı da oynatması için A takım antrenörlerimizi hem zorluyor hem de maç kaybetmek pahasına da olsa yüreklendiriyorduk. Bir dönem 1. ligdeki A takımızda oynayan 12 oyuncun 6 tanesi kendi alt yapımızdan yetiştirdiğimiz oyunculardan oluşuyordu..

Ayrıca bizlerin hiç vakti olmadığı için bu işi alt yapı koordinatörüne vermiştik. Bir ara 1994’lerin efsane yıldızı Drazen Petroviç’i yetiştiren antrenörü de alt yapının başına getirdik, olmadı maalesef.

Son çare olarak ‘promising team’e seçilen oyuncuların kimler olduğunu ve bunların sezon başındaki fundamental eksikliklerinin ve güçlü yönlerinin 3-5 dakikalık videoya çekilerek YK’daki teknik heyete izlettirilmesini ortaya attık. Böylece alt yapı antrenörü kendi önerdiği oyuncunun eksik yönlerini hem videodan hem de o oyuncu ile ilgili alacağı özel notlardan bizlere izlettirecek, 3 aylık bir özel idman sonrasında eksikliklerin ne ölçüde giderildiğini yine çekeceği 3-5 dakikalık mukayeseli video ile gösterecekti. Bizde projemizin nasıl ilerlediğini idmanları izleyemesek dahi gözlemiş olacaktık. Projenin bu kısmına başladığımızda yıl 2007 ye gelmişti ve bizim için görevi bırakma zamanı da gelmişti. Biz görevi bıraktık, zorla bu aşamaya kadar ancak getirebildiğimiz bu proje sanırım bizden sonra tamamen durdu.

Türk basketbolunun ve Daçka’nın temel eksikliklerinin başında gelen eksik fundamentalle A takımlara yükselme sorunu bu tür özel idmanlarla, özel oyuncu koçluğu ile ancak aşılabilir diye düşünmekteyim.

Bir de şunu belirtmeliyim. Profesyonel ligde oynayan bir kulübün yönetimindeydik ancak Darüşşafaka Lisesinde okuyan öğrenci kardeşlerimizi de basketbolun içine katmamız gerekiyordu. O dönem okul yönetimiyle anlaşarak YK üyelerimiz Eşref ve İlhan’ın koordinasyonunda 4. ve 5. sınıf öğrencilerinden kurulu bir basket takımını Darüşşafaka’nın pilot alt yapı takımlarından olan sanırım Sarıyer adı altında minikler ligine dahil ettik. Amacımız şuydu bir taraftan kardeşlerimize spor imkanı verirken bir taraftan aralarından sıyrılanları esas takıma almaktı. Aynı zamanda onlar liseye geldiklerinde okullar arası basketbol  şampiyonasında Darüşşafaka‘mızın derece yapmasıydı (tıpkı 1978’lerde bizlerin yaptığı gibi).  Proje meyvelerini hem  o yıllarda verdi; orta okullarda sanırım Türkiye 2.si oldular,  hem de daha sonraki yıllarda liseler arası şampiyonada dereceler elde ettiler. Bir de o takımdan şu anda A takımda oynayan Doğuş (9 numara) kardeşimiz çıktı.Takımın Urfa’daki turnuva sonrası Eşref abilerine imzalı resimleri aşağıdadır.

esraf-abi

Siz sadece oyuncu mu yetiştirmeye odaklandınız?

Tabi ki hayır. Aynı zamanda antrenör, hakem ve manajer de yetiştirmek bizim hayallerimiz arasındaydı. Bunlardan sadece antrenör yetiştirmede başarılı olduk. Bizim dönemde alt yapılardan yetişen ve 1.lig, 2.lig ve milli takımlarda görev alan antrenör sayısı 7’dir. Bunlar Ahmet Çakı, Altar Tunçkol, Özhan Çıvgın, Ömer Uğurata, Ümit Temoçin, Yalçın Küçüközkan, Yakup Sekizkök’tür.

Daçka’yla ilgili bizimle paylaşmak istediğiniz ve unutamadığınız başka anılar/anlar var mı?

Var tabiî ki. 2 tanesini daha paylaşayım .

Küme düşerken şampiyonluktan bahsetmek

2006-2007 sezonu. Ligler başladı. Yine paramız yok. 3 tane Amerikalımız var. 2 tanesi kısa (Mike Jones ve Henry Dobby) 1 tanesi ise uzun ( Marco Killingsworth). Ligin 8.haftasıydı sanırım. 8 maçta sadece 2 galibiyetimiz var ve sondan ikinci durumdayız ve küme düşmeye aday durumdayız. Antrenörümüz alt yapı antrenörlüğünden terfi ettirdiğimiz Altar Tunçkol.

Teknik heyet hariç olmak üzere sadece takım oyuncularıyla kulübün lokalinde (şu an dernek lokali olan yer) pizza ve kola’dan oluşan bir yemek tertip ettim. Dışarıda bir lokantada  yemek yiyecek paramız yok. 15-20 dakikalık bir motivasyon konuşmasından sonra takıma dönüp  “arkadaşlar ligdeki şu anki durumumuz malum. Ancak ben sizlerin potansiyeline çok inanıyorum. Bu takımın şampiyon olacağına inanan var mı”  diye sordum. Oyuncularda bir gülüşme. “Başkan acaba şaka mı yapıyor yoksa kafayı mı yedi, biz küme düşmemeye oynarken o şampiyonluktan bahsediyor” diye düşündüklerini tahmin ediyorum. O an oyuncularımızdan Sinan Güler  “Abi ben inanıyorum”  dedi. “Aferin Sinan kulüp başkanı olarak ben de inanıyorum. Ama bundan sonra yapılması gerekenler şunlar bunlar” dedikten sonra pizzalı yemek toplantımızı sonlandırdım.

Ertesi gün antrenörümüz Altar Tunçkol ile ayrı bir toplantı yaptım.Takımın eksikliklerini, o ana kadar nasıl oynayıp da maçları kaybettiğimizi, alt yapıya dayalı genç bir takım olduğumuzdan maç kazanabilmek için bundan sonra takım halinde nasıl oynamamız gerektiğini  söyledim. Ve gerekirse Amerikalıları ve tecrübeli yerli oyuncularımızı yeni oyun düzenimize ayak uyduramazlarsa oynatmamasını onun yerine gençleri oynatmasını söyledim, aksi takdirde kendisiyle yolları ayıracağımızı da belirttim. Altar haklı olarak çok bozuldu.

Bu arada takımımız sondan ikinci ama takımızdaki uzun Amerikalımız Marco Killingsworth ligde sayı ve rebound krallığında 3. durumda. Ve biz Marco’ya o ana kadar yabancı oyunculara ödediğimiz en yüksek aylığı ( 10 bin USD/ay, yıllık 100 bin USD ) ödüyoruz ki biz o ana kadar aldığımız Amerikalılara maximum yıllık 50-60 bin USD ödemişiz…Durum tam bu safhadayken Marco’ya Güney Kore den bir teklif geliyor, hem de kendisine aylık 45 k USD öneriyorlar. Kulüp olarak bize de 85 k USD verecekler (biz o ana kadar Marco ya 30 k USD ödemişiz, bize de net 50 bin USD kalmış olacak)..Ligde küme düşeceğiz ve en önemli oyuncumuza teklif var ve adam neredeyse akşamdan bavulları hazırlamış sabah uçağa binip gidecek durumda, hafta sonundaki maça çıkıp çıkmayacağı çıksa dahi hangi verimle oynayacağı belli değil. YK olarak birkaç gün düşündükten sonra Marco’yu yollama kararı verdik. Güney Kore takımından gelen paraları kalan oyuncuların birkaç ay geriden maaşları için dağıttık, o paralar adeta oyunculara doping etkisi yaptı. Oyuncular sevinçli, biz sevinçliyiz ama işi bundan sonra nasıl götüreceğimizi de kestiremiyoruz. Altar her gün giden 5 numaralı oyuncumuz yerine yeni bir 5 numara kaseti getirip bana izlettiriyor. Marco’nun yerini doldurması imkansız oyuncular. En sonunda Altar’a ‘’Bak Altar ekonomik durumumuz malum. Yeni bir oyuncu alamayız. Sezonu 2 kısa Amerikalı  (Mike ve Henry) ve elindeki oyuncularla bitireceksin. Takımın nasıl oynaması gerektiğiyle ilgili de daha önce konuşmuştuk ‘’diyerek konuyu kapatıyorum. 9.maçımızı lige çok iyi bir yatırım ve galibiyet serisiyle başlayıp 4. sırada olan Casa TED’le Ankara deplasmanında oynayacağız. Ben o hafta içi oyuncularla yaptığım pizzalı/kolalı toplantının, Altar’la yaptığım konuşmanın ve en değerli yabancı oyuncumuzdan yoksun bir halde nasıl bir sonuç alacağımızı merak ediyorum. Maç başlıyor bizim takım adeta bir fırtına. Tam saha press, bol fast breakler. İlk yarı bitiyor 18-20 sayı farkla öndeyiz. Maçı 10 sayı farkla kazanarak müthiş bir galibiyet ve moral kazanıyoruz. Ondan sonra gelen seride içlerinde Efes Pilsen’in de olduğu arka arkaya 5-6 maç daha kazanıp hızla üst sıralara tırmanıyoruz. Küme düşecek durumdayken normal ligi 8.sırada bitirip FB ile eşleşiyoruz. O yıl FB için çok önemli zira kuruluşunun 100. yılı ve tüm dallarda şampiyonluk için yola çıkmışlar. Biz onlar için adeta çantada keklik durumundayız. Play off ilk maçı deplasmanda, Abdi İpekçi’deki maç sonucu Daçka 82- FB 72 !… Playoff’un ilk maçını 10 sayı ile deplasmanda kazanıyoruz. Herkes şokta, ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Küme düşmeye adayken playoff’a kal ve ilk maçında FB’yi yen, kimse inanamıyor. 3 gün sonra playoff serisinin 2. maçı bizim sahada. Maç başlıyor, baştan sona çekişme var. Maçın sonları bizim alt yapıdan yetişen oyuncumuz Ceyhun 3 sayılık atış yapıyor, FB’li oyuncu üzerine düşüyor hakem bir şey vermeden maça devam diyor ve biz o maçı 75-71 kaybediyoruz. Sonra 3. maçı da kaybederek playoff’tan eleniyoruz. Bu arada o sezon FB’yi playoff’larda Daçka’dan başka yenen takım olmuyor ve FB şampiyon oluyor.

2006-2007 sezonunda asla unutamayacağım bu başarı öyküsünü yaratan takımın 5- 6 oyuncusu Darüşşafaka alt yapısından yetiştirdiğimiz 86 jenerasyonu oyuncular ve yine alt yapımızdan gelen antrenör Altar Tunçkol ve ekibidir. Ve o takımın oyuncu bütçesi yıllık 325 bin USD’dir. Oysa aynı dönem FB oynayan bir oyuncunun dahi 1 milyon USD üzerinde para aldığı söyleniyordu.

 

Sinan Güler transferi

2006 sezonu başında, transfer yapmaya çalıştığımız bir dönemde Unilever’de çalışırken Altar aradı ’’Abi Sinan diye bir oyuncu var,onu transfer edelim’’ diyor, Ben o zaman Sinan’ı bilmiyorum ama abisi (Murat Güler) ve babasını (Necati Güler) çok iyi tanıyorum. Altar’a Sinan’ın kim olduğunu sorunca BJK alt yapısından yetiştikten sonra Amerika’ya Üniversite öğrenimini  için gitmiş ve 4 yılın sonunda Türkiye ye dönmüş genç bir oyuncu olduğunu söylüyor, kaç para istediğini soruyorum  abi para istemez yeter ki beni kadroya alın gerisini bana bırakın dediğini söylüyor. Tam benim istediğim tarz bir oyuncu olduğunu düşünerek Altar’a tamam diyorum. Kendisine yıllık 15 bin TL verelim. Ama bakarsın iyi oyuncu çıkar kontratını 2 yıllık yapalım 2. yıl opsiyonu bizde olsun, başka bir takıma gitmek ister ve biz de razı olursak 20 bin USD bonservis bedeli koyun diyorum. Nihayetinde transfer tamamlanıyor, ben Sinan’ı birkaç idmanda izliyorum, tam bizim 86 jenerasyonu gibi atletik, hırslı, hızlı bir oyuncu. Tabi o zamanki Sinanla şu anki Sinan arasında çok fark var. Şutlar daha zayıf, dripling şu anki gibi değil ama potansiyel olduğu muhakkak. Neyse ligler başlıyor Sinan çok başarılı maçlar çıkarıyor. Arada her oyuncuda olduğu gibi verimsiz maçları da oluyor. Tribünde sürekli birileri “bu oyuncuyu çok mu aradınız, nereden buldunuz” türünde bana iğneleyici laflarla takılıyorlar. Sezon bitiyor, ben kulüp yönetimini bırakıyorum. Benden sonra gelen yönetim Sinan’ı 20 bin USD alarak yolluyor (böylece Sinan 1. sezon bizde bedava oynamış oluyor). Sinan daha sonra BJK, Efes sonra milli takım derken bugün geldiği nokta ve koyduğu mücadele ortada. Ben Sinan’ı her izlediğimde, bizde her ne kadar 1 yıl da oynamış olsa, Daçka’dan yetişmiş bir oyuncu gözüyle bakıyor ve onu ayrı bir zevkle izliyorum.

Sizin dönemde sportif anlamda elde edilen başarılardan yukarıda ara ara bahsettiniz ama yinelemek gerekirse nelerdi onlar ?

Bunu iki döneme ayırarak cevaplamam daha doğru olacak sanırım. 1.dönem 1976-1990 arası dönem. Tamamen amatörce, ağırlıklı olarak Daçkalı erkek ve bayan basketbolcuların yer aldığı ve benim daha çok antrenör ve oyuncu olarak görev aldığım dönem. Sıkıntılarla dolu ama müthiş zevkli bir dönemdi. Çalıştırdığım oyuncuların çoğu Darüşşafakalıydı. Okul takımlarında İstanbul ve Türkiye’de üçüncülük ile beşincilik arasında değişen dereceler var. Kulüp takımlarında (özellikle alt yapıda) ciddi sayılacak bir derecemiz yoktu zira, mücadele ettiğimiz kulüpler ve oyuncuların gerek finansal imkanları, gerekse fiziksel özellikleri bizlerden çok daha ileri düzeydeydi. Mucize yarattığımız anlar oldu ama o kadar…

İkinci dönem ise amatör ruh, profesyonel bir yaklaşımla görev yaptığımız 2003-2007 dönemi.

Biz yönetime geldiğimizde denk bütçe, alt yapıya ağırlık, seyredenlerin hoşuna gidecek mücadele dolu bir basketbol ve milli takımların her seviyesinde en az 1 Daçkalı oyuncu bulundurmak olarak özetleyeceğimiz bir amaçla gelmiştik. Bunların bir çoğunu yaptık diye düşünüyorum. Üstelik liglere Daçka alt yapısından yetişmiş 7 tane antrenör kazandırmışız. 500 bin TL borçla aldığımız kulübü 500 bin TL artı para ile sonraki döneme devrettik.

Sportif anlamda alt yapılarda sürekli İstanbul da ilk üç deydik. 86 jenerasyonumuz gençlerde Türkiye 2.si oldular ki uzun bir süre Daçka basketbol takımının bel kemiğini onlar oluşturdu.

A takım seviyesinde 4 yıl görevde bulunduğumuz süre içerisinde 6. ve 8.sıralarda olmak üzere 2 defa playoff‘a kaldık (kalamadığımız yıllarda da bir defa 9. bir defa ise 10. bitirdik). Türkiye kupasında 2 defa ilk sekize kaldık. Avrupa kupalarında 42 takımın katıldığı ULEB kupasında grubumuzdaki toplam 10 maçta 6 galibiyet elde ederek averajla ilk 16’yı kaçırdık. Grupta bizim yendiğimiz Makedonikos o yıl final oynadı.

2004-2005-kadro
2004-2005 Sezonu Kadromuz. Arka sıra soldan sağa : Hasan (masör), Polat, Soner, Tufan, Cüneyt, Kevin Rice, Caner, Orta sıra : Özhan Çıvgın (yrd antr), Mehmet, İsmet (masör), Deniz, Cevher, John Whorton, Erdem, Vincent Jones, Hadi Doğan, Ahmet Çakı (baş antr), Ömer Uğurata (scout), Altar Tunçkol (yrd antr) Oturanlar: İsmail Özsöz (YK), Engin Kattanalp (YK), Azmi Özkardeş (YK), İsmail Çiftaslan (Başkan), Kutlay Becerikli (YK), Gürsel Akan (YK), Sertan Kırağası (menajer) Resimde olmayanlar ; Ahmet Eran (kulüp mdr), Ceyhun (oyuncu)

 

 

Biliyorum çok uzun oldu, siz de sıkıldınız belki ama geçmişte yaşadığınız ve bizimle paylaşmak istediğiniz son bir anınız var mı?

Evet, hiç unutamadığım bir olay da, Daçka’dan mezun olduktan sonraki yıllar. Sanırım  1981, Daçka A takımında basket oynamaya devam ediyorum. Bir gün Fatih Çarşamba’daki salonda idman yaparken salon görevlimiz İhsan Daldaban abimiz salona girerek “İsmail seni evden aradılar hemen gitmen gerekiyormuş” dedi. Allah Allah o zaman evimizde telefon yok, salonun telefonunu kimse bilmiyor, beni neden aradılar acaba diye endişeli bir şekilde düşünürken bir taraftan da giyiniyordum. Sonra süratle otobüse binerek Maçka’da kiralık olarak oturduğumuz ahşap evimize gittim. Evin oraya geldiğimde ev ortada yoktu, yanmış kül olmuştu. Çığlık içinde annem, ablam nerede diye koşuştururken komşular merak etme onlara bir şey olmadı bizde dediler. Bir rahatladım. Rahatladım ama evden geriye hiçbir şey kalmamıştı, yatacak yer, yatak, yorgan hiç bir şey yok. Bir süre komşularda daha sonra da abimin evinde misafir olduk. Esas bu olayla ilgili anlatacağım başka nokta var o da şu : Basket oynadığımız o yıllarda güzel bir ayakkabı bulmak bir dert, bulsan bile alacak para yok. Genç takımdayken meşhur RAF ayakkabılar ile oynardık. Ayakkabı değil mübarek sanki paten. Şut atmak için stop yap yapabilirsen. En az yarım metre kaydıktan sonra durabilirsin. Ayak burkulmaları gibi sakatlıklar da cabası. Durumu biraz daha iyi olanlar Çin Kesti diye bir ayakkabı giyerler. Onların tabanı daha az kayar. Daha iyi durumda olup da yurtdışında tanıdıkları olanlar ise Converse ayakkabı giyerler. İşte o yıllarda bende biriktirmiş olduğum paralarla bir Converse, birde Almanya’dan sarı Adidas çanta getirtmiştim. Eskimesin diye kullanmaya kıyamıyorum. Bir defa ya giydim ya giymedim. Yangın olan o günde hem Converse ayakkabımı hem de Adidas çantamı evde bırakmıştım, eve döndüğümde her şey gibi onlar da yanıp kül olmuştu. O gün bugündür aldığım yeni bir eşyayı sonra giyerim diye bekletmem ve hemen kullanırım..

Yönetimde olduğunuz dönemde kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz ? Yeniden DSK yönetimine dönmeyi düşünmediniz mi?

Bunun değerlendirmesini benim yapmam doğru olmaz. Ben yaşadıklarımızı aklımda kaldığı kadarıyla yukarıda aktarmaya çalıştım. Başarı ve başarısızlık kişilere ve şartlara bağlı olarak görecelidir. Ancak başarısız olduğum(uz) 2 konu var ki onlar da kulübe finansal kaynak yaratma ve ilişki yönetimi. Bunları daha iyi yönetebilmeliydik diye düşünüyorum.

DSK yönetimine dönmem konusunda Cemiyet Başkanımız Zekeriya Yıldırım abimiz birkaç defa ısrar etti. Daha sonra da DSK yönetimine gelen Saffet abi ve Ahmet abi de  yönetime girmemi istediler. Ama yukarıda anlattıklarımı yaşadıktan sonra biraz da sağlığımı düşünerek kabul etmedim.

Daçka dışında başka yerlerde spor yaptınız mı/yaptırdınız mı?

Sporu ve özellikle de basketbolu çok seviyorum. Daçka sonrası Yeşilköy,  Kapalıçarşı, Yıldıztabya gibi kulüplerde bir süre basket oynadım, antrenörlük yaptım…

Askerde ise tugaylar arası voleybol şampiyonasında tugay takımının ilk 6’sında yer aldım ve oynadığım takım (gülümseyerek) bana rağmen şampiyon oldu. Ne demek istediğimi 1978 okul yıllığını okuyanlar anlarlar. Yine tugaylar arası basketbol şampiyonasında benim oynadığım ve çalıştırdığım tugay takımı şampiyon oldu ve ben o şampiyonada MVP seçildim. Daha sonra beni Çanakkale deki Jandarma Gücüne antrenör olarak çağırdılar. Onları da Marmara bölgesinde şampiyon yaptım ve böylece asker elbisesiyle başladığım askerliğimi 8 ay sonunda eşofmanla bitirmiş oldum.

Ayrıca Unilever’de çalıştığım yıllarda 5 yıl süreyle Unilever spor şenliklerini (basket, voleybol, futbol, masa tenisi, dart vs ) organize ettim. Çok keyifliydi. Sonra şirketler arası basketbol ligi (Business League) kurulmasında ön ayak oldum ve oluşturmuş olduğum Unilever basketbol takımına 5 yıl süreyle antrenörlük yaptım. Aynı dönemde oturduğum sitede spor şenlikleri organize ederek ailece sporcu olarak da  katıldık. Gördüğünüz gibi bir dönem spor nerede ben oradaydım.

 

Business League e katılan Unilever basketbol takımı
İsmail Çiftaslan, Business League’e katılan Unilever basketbol takımı ile

 

 

Ailenizin sporla ilgisi nasıl ?

Yukarıda bahsetmiştim. Eşim İzden basketbolcu. 6 yıl kadar Darüşşafaka bayan takımında oynadı. Oğlum Aras da basketbolcu. Profesyonel olarak oynamıyor. Ben başkan olmadan önce Darüşşafaka yıldız takımındaydı, başkan olunca onu oradan aldım, sen git başka takımlarda oyna dedim. O da biraz küserek basketi bıraktı şimdi sadece okulda ve arkadaşlarıyla oynuyor. Kısaca sporcu bir aileyiz biz. Sporun her dalıyla ilgiliyiz. Basket, voleybol, masa tenisi, tenis, yüzme vs. Sadece futbola ilgimiz çok az…Ailece spor faaliyetlerimize ilişkin bir kaç fotoğraf :

aile

Şimdi sanırım emeklisiniz? Vaktinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çamaşır, bulaşık, yemek derken gün bitiyor. Şaka bir yana eşim İzden ev ve mutfak işlerinde müthiş beceriklidir ve çok lezzetli yemekler yapar. Ev işlerini asla bana bırakmaz çünkü arkamdan tekrar kendisinin aynı işleri yapması gerekir. 🙂

Uzun yıllardır Borsa’yla ilgiliyim. Para kazandın mı derseniz, cevabı tabi ki hayır. 25 yıldır tecrübe kazanıyorum, inşallah günün birinde bu tecrübeleri paraya tahvil ederiz.

Onun dışında yukarıda bahsettiğim gibi ailece gezmeyi çok severiz. Eşim ve oğlumla birlikte vakit geçirmekten ve gezmekten son derece zevk alırım.

Benim için hayatta denge çok önemlidir. Denge derken şunu kastediyorum. Aile, sosyal yaşam, hobiler, arkadaşlar ve iş bir denge içinde olmalı. Asla işkolik bir adam olmadım. Hep dengeli olmaya çalıştım, kendi yaşam felsefeme göre de bundan şu ana kadar ödün vermedim. Bana neden 50 yaşında emekli oldun diye soranlara cevabım’’ 1. Denge, 2. Hangi yaşta emekli olmak doğrudur’’ diye soruyorum. 50 erken, 60 erken 70 geç. Biz ne zaman kendimize vakit ayırıp da yaşayacağız…

Ailece tatil yapmayı da çok severiz. Gerçi Aras büyüdükten sonra bize takılmaz oldu. Yılda bir defa yurtdışı, 2 defa yurtiçi seyahat yapmayı uzun yıllar devam ettirdik. Yurt içi favori yerlerimiz Doğu Karadeniz yaylaları ve Akdeniz ve ege kıyılarıdır.

aile-2

 

ic-001

 

ic-002

ic-003
İzden bir tenis maçı sonrası. Galip de gelsen mağlup da olsan önemli olan centilmence mücadele sonrası rakibi yukarıdaki gibi tebrik edebilmek.

Son olarak bizlere söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Darüşşafaka bana çok şey kattı. En başta tüm zorluklar/imkansızlıklar karşısında tek başına olsan dahi nefes alıp verdiğin müddetçe mücadele edip ayakta kalabilmeyi, vermiş olduğu çok güzel bir eğitimle iş hayatında ve toplumda bir adım önde olabilmeyi öğretti. Basketbol oyunculuğu ve antrenörlük ise disiplin, programlı olma, hedef odaklı çalışma, azim/hırs, takım oyunu, liderlik/takım yönetme, iletişim, zamanlama, işleri önceliklendirme, doğru adam seçimi, adamları daha verimli olacakları doğru pozisyonlara yerleştirme, takım oyununu bozanı bulup sistem dışına çıkarma, motivasyon, kriz yönetimi ve sonuç elde etme becerilerimi geliştirerek bunları iş yaşamımda daha kolay uygulayabilme imkanı sunmuştur.

dsk.org.tr sayfaları bana bu fırsatı verdiği için teşekkürler. Farkındayım biraz fazla uzun oldu ama şunu da aktarayım, bunu da aktarayım derken sayfalar dolusu söyleşi oldu. Buraya kadar okuma zahmetinde bulunanlara, tüm Daçka’ya gönül vermiş olanlara Çiftaslan ailesi olarak selam ve sevgiler.

son

 

iç/ök/fa Eylül 2014

 

Comments are closed.