Darüşşafaka iyi bir eğitim kurumu olduğu kadar da bir “spor cenneti”. Bugün Maslak yerleşkesi bir spor akademisi zenginliğinde belki ama Fatih Çarşamba yerleşkesi de zamanının benzerlerine göre oldukça iyi olanaklar sağlıyordu. Benim gibi bir çok Daçkalı basketbol topuna ve sahasına ilk kez orada kavuştu. Yazıdan göreceğiniz üzere Mustafa Asparuk da o olanakları çok güzel değerlendirenlerden. Ayrıca başlıktan da anlaşılacağı gibi denediği spor alanlarını da iyi yapanlardan 🙂 Mustafa abinin bu yazıyı yazması teklifimizden gerçekleşmeye kadar bir yılı aştı ama beklediğimize fazlasıyla değdi. Çok keyifli bir yazı ve resim koleksiyonu çıktı ortaya. Darısı henüz kalemi eline almamış olan diğer Daçkalıların başına. Teklif bile beklemeyin, yazın gönderin ! (ök nisan 2017).

Annem hiçbir sosyal güvence veya geçim kaynağı olmadan 5 çocukla kala kalmış

Daçka yolculuğum o yıllardaki Müdürümüz Nurettin Baç imzasıyla elimize ulaşan 24 Temmuz 1961 tarihli yazıyla sağlık muayenesine davet edilmemle başladı. Çoğu Daçkalı gibi ben de kalabalık ve geçim sıkıntısı çeken bir ailenin çocuğuydum.  Babam ben 3 yaşındayken vefat etti, onu hayal meyal hatırlıyorum. Hatta pek hatırlamıyorum desem yeridir. Annem hiçbir sosyal güvence veya geçim kaynağı olmadan 5 çocukla kala kalmış. Ben, henüz tüm kardeşlerin okul devresinde olduğu 5 çocuğun en küçüğüydüm. Sıkıntı büyüktü.

Sınavı Kazandın !

16 Aralık 1949 tarihinde İzmir-Buca’da doğmuşum. Buca 1920’lerde “mübadele” (değişim) ile Balkanlardan gelen göçmen toplumun yerleştiği, İzmir’e 30-40 dk mesafede bir ilçe. İlçede oturanların büyük çoğunluğu dar gelirli, orta halli ailelerdi. Evimiz bahçeli, eski bir Rum eviydi. Çocukluğum ağaçlara tırmanmak, kuş avlamak, komşu bahçelerden meyve aşırmak ile geçti. Ancak komşularımızdan bazıları İtalyan, İngiliz, Amerikalı “Levanten” ailelerdi ve ben onların çocuklarıyla oynamayı ve iletişim kurmayı, kırık dökük İngilizce konuşmayı çok severdim.

 

Büyük yetenek Şevket Taşlıca abimiz en büyük abimin “kuş avlama” arkadaşıydı

Babam Balkan nüfusunun en iyi bildiği iş olan tütün eksperliği yaparmış. Hayattayken ailesini iyi yaşatmaya çalışmış. Ama zamanın ataerkil yapısı nedeniyle evde babaanne, halalar, bizler, yaklaşık 10 kişilik kalabalık bir aile içinde büyüdük. Babam hastalanıp vefat edince çok zor günler başlamış. Rahmetli annem o zamana kadar ev hanımı, zaten 5 çocuk ile hangi işte çalışabilirmiş ki ? Ama baba vefat edince ailenin reisi olmuş ve o yaşa kadar hiç bilmediği bayan berberlik (pek kuaförlük sayılmaz) mesleğini öğrenmiş ve aileyi ayakta tutmaya çalışmış. Kolay değil, 6 nüfus. İzmir’e çok yakın olmamıza rağmen ancak 8-9 yaşlarında şehre gittiğimi hatırlıyorum.

İlkokulda sınıfın başarılı öğrencilerindendim. Sonradan fark ettim ki öğretmenim beni gizliden gizliye kollarmış. Ama İlkokul bitmek üzereyken ileriye dönük hiçbir plan yapma olanağım yok. Yani herkes ne yapıyorsa ben de aynı yolu izleyecektim.   Darüşşafaka ile ilgili en ufak bir bilgim de yoktu.

Şevket Taşlıca

Büyük bir rastlantı yaşam çizgimi değiştirdi. İlkokul bitinceye kadar hiç İzmir dışına çıkmamıştım. Daçka spor hayatının gurur kaynaklarından, zamanın milli basketbolcusu, büyük yetenek Şevket Taşlıca abimiz en büyük abimin “kuş avlama” arkadaşıydı. Zaten onun ailesi de muhacir (göçmen) bir aileymiş. Çok sık bizim eve girer çıkardı.
Annemin çektiği sıkıntıları çok iyi bildiği için bize Darüşşafaka’dan söz etti ve sınava girmeme ön ayak oldu. Sınav İzmir’de yapıldı (o zamanlar sadece üç kentte yapılıyordu), zaten başka ilde olsaydı gidebilir miydim, bilmiyorum ?

 

İstanbul’a seyahat benim için o yaşta dünya değiştirmek gibi bir şeydi

Hz.1 Sınıfında ilk Darüşşafaka üniformasıyla

İzmir’den üç aday sınavı kazanmıştık. Sonra maalesef bu iki arkadaşım eğitimlerini Darüşşafaka’da tamamlayamadılar. İstanbul’a seyahat benim için o yaşta dünya değiştirmek gibi bir şeydi. Sağlık kontrolünden de geçtikten sonra okula geldik. Tabii “daimi” öğrenci oldum. Dahili, harici kıyafetlerimiz, ayakkabılarımız dağıtıldı. Kitaplarımız, diğer eğitim malzemelerimiz verildi. Çok keyifliydi ama doğal olarak o yıllarda iletişim bu günkünden çok geri olduğu için ailemizden üç, dört ay tam olarak kopmaktaydık. Tek iletişim kanalımız mektuplaşmaktı. Biz de mektuplarımızı dağıtan, aynı zamanda fizik laboratuvarı teknisyeni olan Davut amcanın yolunu gözlerdik.

Okuldaki eğitim altyapısı, öğretmenler, belletmenler bu zor süreci mümkün olduğunca sorunsuz atlatmamız, ortama uyum sağlamamız konularında çok katkı verdi. Tabii arkadaşlarımızın hemen hepsinin de benzer aile yapılarından gelmeleri ve yavaş yavaş gelişmeye başlayan dostluk ve arkadaşlıklar bizleri çok rahatlattı. Okulla ilgili masraflarda aileme hemen hiç yük olmuyordum. Tabir yerindeyse aile içinde “bir boğaz sofradan eksildi”. O arada büyük kardeşlerim okullarını bitirdi, aileye rahat nefes alma imkanı verdiler.

O zamanlar İzmir-İstanbul arası en pratik yolculuk otobüsle yapılırdı. Yolu burunlu otobüslerle yaklaşık 12 saatte alırdık. Ucuz olsun diye de, biletimizi pazarlık yaparak hep en arka beşli koltuktan alırdık. Daha hazırlık sınıflarındayken maçlarda kullanılan toplara dokunmak nasip oldu. Özellikle daimi olduğum ve doğal olarak para konusunda pek rahat olmadığım için, hafta sonlarında zamanımın neredeyse tamamını spor yaparak geçirirdim. Futbol, basketbol, voleybol, masa tenisi… Okul dışına çıkarsak da Beyazıt, Eminönü, Karaköy, Aksaray semtlerine çoğu zaman yürüyerek gidip gelirdik – Tuncer Abinin anılarında anlattığı gibi o mesafeler o zamanlar vız gelirdi.

Üst sıra soldan: Hüseyin Uzluk, Fuat Uraz, Recep Özsolagay, Ali Dadalı, Haluk Ünal, Arçi Konuk, Alpdoğan Arıpınar. Alt sıra soldan: Talha Çamaş, Nihat Avcıer, İsmail Özsürücü, Teoman Bitiren, Mustafa Aslaner, Mustafa Asparuk, Turgut Arıkan

Adeta büyülendim

O yıllardaki en büyük şansımız da biz hazırlık sınıflarında “çömez Daçkalı” iken kulüp basketbol takımımız zirvede olmasıydı. Hemen tamamı Daçkalı oyunculardan kurulu takım “yenilmez armada” idi.  Bu vesile ile Dursun, Nedret, Haşim, Nedim, Erdoğan Karabelen, Çaça Metin, Minik Önder, Batur abilerimizi izleme ayrıcalığını elde ettik. Günün birinde idareden bize “Bugün sizi maça götüreceğiz” dediler. İlk kez otobüslerle bizi Fatih’teki kampüsten o zamanların “basketbol mabedi” olan Spor ve Sergi Sarayı’na, uluslararası bir müsabakaya (turnuvanın adını anımsayamadım, ancak ülke şampiyonlarının müsabakasıydı) götürdüler. Müthiş bir atmosferdi. Rakibimiz Dinamo Tiflis basketbol takımıydı. Oyuncuları Rus ekolünden gelen ve oldukça iri kıyım rakiplerdi. Maçtaki heyecanı ve keyfi anlatmam mümkün değil. İlk kez bu çapta bir spor karşılaşmasını izliyordum. Zaten maçı izlemekle beraber etrafı “kolaçan” ediyordum. Maçı kaybettik, daha o yaşlarda Daçka’yı sahiplenme duygusuyla çok üzüldük. Benim için inanılmaz bir olaydı. Adeta büyülendim.

Daçka’da biraz merakı ve yeteneği olan kişinin sporcu olmaması imkansızdı. Birçok eğitim kurumunda doğru dürüst bahçe bile yokken bizim açık ve kapalı spor sahalarımız vardı. En büyük avantajımız da çok yetenekli sporcu abilerimizi oynarken izlemek, sonra da onların yaptıklarını taklit etmek, benzerini yapmak oldu.

Ali Engin, Ahmet Akyalçın, Kaynak Contepe, Münir Kınay, Ünal Şenkal, Mete Öge, Ali Kahyaoğlu, Necati Güler(Tarzan), Bülent Ünal (Çamur), Sami Uslu (Merhum), Tuncer Gömeçli, Barbaros Okan, Nedim Müftüoğlu ve daha ismini şu anda hatırlayamadığım birçok abim… Kaynak Abi ile Nedim Müftüoğlu’nu Allah yetenekli yaratmış. Her spor dalında takıma girerlerdi.  Kulüp takımında oynamadı diye hatırladığım Olcayto abi vardı, basketbola yatkındı ve fantastik hareketler yapardı. Münir abi basketbol için çok kısa sayılacak bir boyda olmasına rağmen çok iyi sıçrar ve iyi rebaund alırdı.

Daçka basketbolun çömezleri basketbolun duayeniyle. Mustafa Asapruk, Yalçın Granit, Nihat Avcıer. Maslak yerleşkesi spor salonu önünde, 2015.

Hafta sonları günde her halde 4-5 maç yapardık

Boyum diğer arkadaşlarıma göre daha uzun olduğu için hemen ilk iki sene sonunda basketbol havasına girdim. Hafta içinde öğlen veya akşam üzerileri teneffüslerde her türlü topla abilerimizden gördüğümüz hareketleri taklit eder, onlar gibi potaya yönelmeye çalışırdık. Sınıftaki antrenman ise sınıf tahtasının yuvarlak-yassı konserve şeklindeki tahta silgisini çöp kutusuna atmakla devam ederdi. Zaten daimi öğrenci olarak da, para harcamamak için, hafta sonları günde her halde 4-5 maç yapardık.

Bizim sınıftan Turgut Arıkan, Nihat Avcıer basketbolda Daçka A takıma kadar yükselmiş arkadaşlarım. Sınıfımızdaki diğer oyuncular Mustafa Aslaner, İsmail Özsürücü, Kenan Albayrak, Erol Tüfekçioğlu… Kenan’ın ailesi Yugoslav göçmeni olması nedeniyle okulda Yugoslav ekolunu temsil ederdi. Ortaokul yıllarında Nihat, Turgut ve ben kulübün minik, yıldız, genç takımlarında yer aldık. Bu yıllarda okul maçlarında lise ve ortaokul takımlarımız gerek basketbol gerekse voleybolda hemen her yıl son 4 takım arasına kalırdı. Ortaokuldan itibaren çok sıkı antrenman yapardık. Bizi Bülent Ünal abi çalıştırırdı. Çok sertti, bağırıp çağırırdı. Uzun süre topsuz antrenman yapardık. Bülent Abi öncelikle “fundamental” çalışmalarına ağırlık verirdi, saatlerce “stance” pozisyonunda bir sağa bir sola deli gibi koşardık. Antrenman sonunda herkesin bacak kasları perişandı tabii. Liseye geçtiğimiz yıllarda okullar artık profesyonel oyuncu transferine yönelince başarı grafiğimiz gittikçe düşmeye başladı.

1968-69 Lise Basketbol Takımımız Üst sıra soldan : Mustafa Aslaner, Selim Akin, Mustafa Asparuk, Hasan B. Semerci, Tayfun Davran, Öğretmenimiz Murat Ersin. Alt sıra soldan : Mahir, Turgut Arıkan, İzzet Durukan (Rahmetli), Nihat Avcıer, Erol Tüfekçioğlu 

 

Daçkalılardan oluşan kadro ile harikalar yarattığımızı ifade etti

Büyük olasılıkla benim yedek veya seyirci olduğum Darüşşafaka – İTÜ genç maçı oynanıyordu. O yıllarda İTÜ A takımı fırtına gibi, dolaysıyla altyapıyı oluşturan yıldız ve genç takımlarına da çok yatırım yapıyorlardı. Tüm iyi oyuncuları toplamışlar. Başka kimler oynadı tam hatırlamıyorum ama o maçta Ali Kahyaoğlu, Sami Uslu, Nedim Müftüoğlu, Tuncer Gömeçli, (belki) Mete Öge abilerim harikalar yarattı. Maç sırasında saçları kıpkızıl olan İTÜ koçu yırtınıp durdu. Tuncer abiyi tutamadılar. Koç saçını başını yoldu. Maçı 1 sayı ile kaybettik. İTÜ koçu soyunma odasına gelerek %100 Daçkalılardan oluşan kadro ile harikalar yarattığımızı ifade etti. Özellikle Tuncer abi gibi bir oyun kurucusunun olmasını çok istediğini vurguladı- bu olayı Tuncer abi bile hatırlamadı ! Benim harddiskte kayıtlı! 🙂

 

Yanlış hatırlamıyorsam Daçka yıldız veya genç takımında oynarken İTÜ ve milli takımın efsanevi oyuncusu Zeki Tosun ile rakip olduk. Zeki spor hayatının hemen tamamını İTÜ’de geçirmiştir. Ancak yıldız-genç seviyesindeyken Galatasaray forması giyiyordu diye hatırlıyorum. Maçta Zeki’nin eline sertçe vurup faul yaptım. Zeki’nin özellikle bacakları anormal uzundur, aramızda da ciddi boy farkı vardır. Sinirlendiğini gördüm ve saniyeler içinde şöyle aşağıdan başlayıp yukarı doğru süzdüm. Sonra korkudan sahanın en uç köşesine kaçtım.

Başarıya Daçka’nın “sihirli değneği” sayesinde ulaştım

Darüşşafaka’dan mezun olunca üniversite sınavlarına katıldık. Genel sınav dışında ayrı yapılan İTÜ sınavına da girmiştim. Önce her Daçka’lı gibi Boğaziçi Üniversitesine (o zamanki adıyla Robert College) kayıt yaptırma hakkını elde ettim. Hatta yıl başlamadan önce birkaç gün okulu tanımaya çalıştım. İTÜ sınavları daha sonra belli oldu ve o yıl kayıt yaptırdığım Kimya Fakültesi Türkiye’deki tüm fakülteler arasında en yüksek puanla 1 numaraydı. Sınava hiçbir özel çalışma yapmadan hazırlanmıştık. Burada anlatmak istediğim hayatta hiçbir şekilde erişemeyeceğim bir başarıya Daçka’nın “sihirli değneği” sayesinde ulaştım. Yani bu başarı Darüşşafaka’nın ve öğretmenlerimizin başarısıdır. İTÜ’yü tercih etmemin en önemli nedenleri; o zamanlar İTÜ’de okumak bir ayrıcalıktı, Kimya öğretmenlerimiz Edith Oyhon ve Yeşim Salman öğretmenlerimin (saygıyla anıyorum) yönlendirmesi ve en önemlisi İTÜ’yü kazananlara Cemiyetin karşılıksız burs vermesi. Daha sonra üniversitede Fakülte basketbol takımında oynadım ve finalde Makine Fakültesi takımına (BJK’li Necmi ve yanılmıyorsam İTÜ’lü Ünal oynuyordu) finalde mağlup olduk.

Daçka’da basketbol zehirini yuttuktan sonra üniversite yıllarında basketboldan kopmadım. Bir de öyle bir rastlantı oldu ki, lisenin son sınıflarında ve tüm üniversite yıllarım süresince, bu kez,  İTÜ basketbol takımı Türkiye’nin yenilmez armadası oldu! O yıllarda izlemekten keyif aldığımız çok kaliteli bir jenerasyonu takip etme fırsatını yakaladık : Kemal Erdenay (Harun’un babası), Necati Güler (Sinan Güler’in babası), Zeki Tosun, Hüseyin Alp, Ünal, Cihat, Nuri, Reşat, Habip, FB’den Mehmet Baturalp, Erdal Poyrazoğlu, Hüseyin Kozluca, GS’den Şengün Kaptanoğlu, Küçük ve Büyük Nur’lar, Beşiktaş’tan Alev, Battal, İren, KSK’den Nadir, Doğan Hakyemez, Şadi, Celal, Osman ve daha niceleri.

Bir ara, Darüşşafaka basketbol takımında yer bulamayınca, 2 yıl üst üste sınıf arkadaşım Nihat Avcıer ile Beykoz kulübü basketbol takımında yer aldık. Bir gün Beykoz ile maç yaparken hemen sonraki maç Daçka’nın maçıydı. Daçka’lı arkadaşlarımızın ve seyircilerin önünde başka takımda oynamak çok zor gelmişti bana.

Beykoz Basketbol Takımında : Nihat Avcıer (6), Mustafa Asparuk (14)

 

Üniversiteden mezun olup İzmir’e yerleşince sadece futbolda faaliyet gösteren oturduğumuz muhitin takımı Bucaspor’da 3 yıl üst üste şampiyonluk kazanarak gayrı-federe ligden deplasmanlı lig kapısına kadar getirdik. Sonra basketbola hiç kaynak ayırmadıkları için bu takım dağıldı.

Bucaspor Basketbol,  Mustafa Asparuk, üst sıra soldan ikinci

Darüşşafaka’da üst düzey bir oyuncu olmadım, ama orada aldığım eğitimle Darüşşafaka dışında da çok kolay farklı takımlarda yer aldım. Bu da Daçka’nın başka bir üstünlüğü !

Voleybol

Voleybolda basketbol kadar iyi performans sergileyemedik. Voleybolu Selo Terzi ve kısacık boyuna rağmen en iyi smaçörümüz Atilla Engin sürüklerdi.

 

 

1967 Lise Voleybol-Basketbol Takımı maçlara gitmek üzere vapurda
Üst sıra soldan : Nedim Müftüoğlu, Recep Özsolagay, Mahir, Erol Tüfekçioğlu, Nihat Avcıer, İzzet Durukan (Merhum), Alt sıra soldan : Mustafa Asparuk, Necip. Ö. Uz, Atilla Engin, Bülent Odabaşı (Merhum), Ökkeş Bilal (Merhum), Turgut Arıkan

Maçlarımız genelde Kadıköy Halk Eğitim salonlarında yapılırdı. Üstteki fotoğrafın arkasındaki nota göre bu salonda aynı günde yapılan maçların sonuçları :

Voleybol : Haydarpaşa Sanat Enstitüsü  2 – Darüşşafaka 0

Basketbol : Darüşşafaka 54 – Marmara Koleji 51

Yaptığımız vapur yolculuğunun nasıl keyifli geçtiğini hiç unutamam

Daha önce Nihat arkadaşımla da paylaştığım bir anım hiç aklımdan çıkmaz. Yine Kadıköy Halk Eğitimde Galatasaray Lisesi orta kısmı ile yaptığımız voleybol maçında 2-0 mağlup olduk. Ve okula dönerken GS’lı oyuncular ve öğrencilerle aynı vapurda seyahat ettik. Bizi epey makaraya aldılar, hepimiz kahrolduk. Daha sonar tesadüf basketbolda da aynı okulla oynadık. Hatta oyuncularının birçoğu voleybolda da karşımıza çıkmıştı. Voleybol maçını hiç unutmadık ve o hırsla onları 42-24 mağlup ettik. Okula dönerken vapur yolculuğunu GS’lı oyuncularla birlikte yapmak için adeta pusu kurduk! Yaptığımız vapur yolculuğunun nasıl keyifli geçtiğini hiç unutamam.

Masa Tenisi

Okulda yaklaşık 5-6 masa vardı, ancak spor olarak yapan pek yoktu.  Bizim jenerasyondan önce “Ping-Pong” oynanırdı, bizim dönem bu sporu masa tenisine çevirdi. O yıllarda bu sporu yapan ve muhtemelen 1963 veya 1964 yılı mezunları Ahmet ve Kamil abileri hayranlıkla izlerdik, ama bizim anladığımız modern masa tenisi değildi. Ortaokul sırasında masa tenisine acayip merak saldık ve çok sıkı çalışarak okul müsabakalarına katılacak düzeye geldik.

Şampiyon Lise 3 takımı : Üst soldan Erol Tüfekçioğlu, Mustafa Asparuk, Talha Çamaş, Altta Turgut Arıkan, Ertuğrul Çubuktepe

Daha önce yüzeyi mantarla kaplı raketlerden Sriver, Yasaka raketlere geçtik. O yıllarda bu sporu İstanbul kulüpleri ve sporcuları domine ederdi. Bu oyuncuların çoğu okul veya kulüp bazında Türkiye dereceleri elde ettiler. Okullarda da Haydarpaşa lisesi (Remzi Sarıoğlu, Haldun Sıral) Galatasaray Lisesi (Hakkı, Can, Ahmet…), Robert Lisesi (Teodorakis Maçis…), Zoğrafyan Lisesi (o sıralar Vasil Aleksandridis ortaokulda oynardı) milli oyuncularla başı çekerlerdi. Remzi daha sonra Türkiye Şampiyonu da oldu ve dostluğumuz hala devam eder. Lisede son turnuvamızda İstanbul’da birçok okul arasından sıyrılarak dördüncü olduk.

 

Biz Lise 3’teyken Lise 2’deki Reşat Düren ve Yavuz Boray (merhum) ile çok çekişirdik. Hatırladığım kadarıyla bizden küçük sınıflardan masa tenisini seven ve spor olarak benimseyen Orhan Dramca, Adil Çavaş, Erhan Süsler  ve Nejdet Baysan oldu. Nejdet’i saatlerce birebir çalıştırdığım olmuştur. Sonra da bu kardeşlerimizi okul maçlarına götürmüştük. Anılarından okuduğum ve masa tenisi topluluğundan duyduğum kadarıyla bizden 9-10 sınıf küçük Savaş Ertufan kardeşimiz bayrağı çok daha yukarılara taşımış. 2017 yılında da masa tenisi federasyon üyesi seçilmiş. Çok çok memnun oldum.

Yine büyük bir rastlantı, İTÜ’de okurken aslen Suriye uyruklu Şaban Selahaddin ve Osman Vardar ile birlikte oynama fırsatı yakaladım. Her ikisi de Türkiye’de şampiyonlukları olan oyunculardı. Osman ile Kimya Fakültesi takımında beraber oynadık. Mezun olduktan sonra İzmir’e yerleştim ve orada da Ege Üniversitesi Spor kulübü masatenisi takımını oluşturdum.

Şimdilerde, işim nedeniyle yaklaşık 27 senedir Mersin’de yaşamaktayım. 16 Aralık 2016’da 67 yaşını tamamlayıp 68’e girdim. Mersin’e geldiğimden beri de kuruluşlar arası ve veteranlar ferdi maçlarında hala faaliyet göstermekteyim.

İlk kez denediğim yüksek atlama dalında 180 atlayarak birinci oldum !

Okul yönetimi ve beden öğretmenimizin yönlendirmesiyle eski binanın alt tarafına küçük bir atletizm pisti yapıldı. Tüm öğrenciler de fiilen katkı yaptılar. Burada biz de çalışmıştık. Daimi öğrenci olarak, hafta sonları yatığımız sonsuz antrenmanlar (!) nedeniyle her spora “bulaşırdık” ! Saygıdeğer Beden Eğitimi öğretmenimiz Murat Ersin farklı sporlara da yönelmemizi isterdi. Bu atletizm müsabakalarında bana da yüksek atlattı. Bir-iki haftalık jet bir eğitimle hayatımda ilk kez denediğim yüksek atlama dalında 180 atlayarak birinci oldum ! Kupamı da Sayın Fettah Aytaç’tan aldım.

Fettah Aytaç’dan yüksek atlama kupamı alırken

Ne yaparsak yapalım, Daçka’ya olan borcumuzu bitiremeyiz !

İzmir’den sonra iş nedeniyle Mersin’e yerleştim ve yaklaşık 27 yıldır burada yaşıyorum. Şimdilerde, son 8 yıldır aralıksız Mersin’de Darüşşafaka’nın sınav tanıtımı toplantılarına katılıyorum ve organizasyona elimden geldiğince destek vermeye çalışıyorum. Okuldan gelen tanıtım ekibiyle ilgileniyorum. Daha sonra da gerek Mersin’de, gerekirse Adana, Osmaniye, Antakya gibi çevre illerde sınavı kazanan adayların evlerini ziyaret ederek cemiyet yönetimine rapor gönderiyorum. Bu benim Darüşşafaka’ya hiçbir zaman ödeyemeyeceğim borcumun ancak küçük bir kısmını azaltmaya yarıyor. Tüm arkadaşlarımı ve kardeşlerimi de nereden ve ne koşullardan gelip hayata tutunduğumuzu unutmadan Daçka’ya, imkanları dahilinde destek olmaya davet ediyorum.

Ne yaparsak yapalım, Daçka’ya olan borcumuzu bitiremeyiz !

Daçka’mızı eşsiz kılan önemli özelliklerinden biri de spor dışında da müzik, tiyatro, folklor alanlarında bizlere her türlü imkanı sağlamasıydı. Altta bu etkinliklerden iki örnek veriyorum.

Cevat Fehmi Başkut’un Göç adlı tiyatro oyunundan bir sahne: Mustafa Asparuk ve Selahattin Terzi

Klasik müzik, pop müziği, halk oyunları ve türküler konularında da çok sayıda arkadaşımız bu etkinlikler içinde yer alabiliyordu. Çok saygıdeğer müzik öğretmenimiz Tahir Sevenay sayesinde toplum ortalamasının çok üzerinde bir klasik müzik birikimine sahip olduk. Bizim dönemimizde bizlere halk oyunlarını sevdiren ve öğreten de Cengiz Kızıltan ve Bülent Odabaşı (merhum) oldu

 

Van folklor ekibi, soldan : Bülent Odabaşı, Talha Çamaş, Nejat Kıray, Mustafa Asparuk, Recep Özsolagay, Erol Tüfekçioğlu

ma/ök/kk nisan 2017