1942-52 yılları arasında Darüşşafaka’da okuyan Nami Gönenç’i, “Bitmeyen Sevda Yeşil Siyah” kitabının hazırlık çalışmaları sırasında tanıdık. Lise yıllarında hentbol dahil bütün takım sporlarında, okul takımlarında yer almış. O yıllarda tekrar faaliyete geçen kulübün yeni kurulan basketbol takımının ilk sezonunda da ter dökmüş. Yıllar sonra, çok sıkıntılı bir döneminde kulübün başkanlığını üstlendiği gibi bir dönem dernek başkanlığı da yapmış. Fakat Nami abinin Darüşşafaka camiasına hizmetleri bununla bitmiyor. Çok önemli bir katkıyı son yedi-sekiz yıla sığdırmış. Meraklıları bilir, Maslak yerleşkesi Cemiyet binasının giriş katında çok güzel bir müze vardır. İşte büyük bir emek harcayarak toplayıp derlediği belge, evrak ve objelerle bu müzenin ortaya çıkmasında birincil rol oynamış. Aşağıda okuyacağınız söyleşiyi, bu müzede yaptık. Bize müzeyi gezdirirken bir yandan kendi hayat hikâyesini anlattı, bir yandan da o sırada dikkatimizi çeken objelerle ilgili bilgi verdi (fa, Haziran2017).

Hiç ders çalışmazdım

1931’de Beylerbeyi’nde dünyaya gelmiş Nami abi. Darüşşafaka’ya nasıl girdiğini şöyle anlatıyor: “Çocukluğum Kadıköy’de geçti. Kızıltoprak, Kalamış, Fenerbahçe – bu semtlerin güzel zamanlarını gördük. Babamı üç-dört yaşında kaybettim, hiç hatırlamıyorum. Darüşşafaka’ya girmem, bir yakınımızın imtihanı duyup haber vermesiyle, bir yerde tesadüf eseri oldu. Dördüncü sınıftan itibaren okumaya başladım (1942). Fakat ben kötü bir talebeydim. Hiç ders çalışmazdım. İki sene de kalma hakkı vardı. Onları da kullanarak okudum.”

Abi kaleci yine sen mi duracaksın?’ diye sormuştum

“Okuldayken bütün sporlarla uğraştım. Futbol dışında basketbol, voleybol, hentbol oynayıp, atletizm de yaptım. Adam yokluğu vardı, bizim de elimiz ayağımız tutuyordu; İstanbul çocuğuyduk. Küçük sınıflardayken bez toplarla maç yapardık. Yatağımızdan yün çalıyorduk. Onun üstüne bezler, paçavralar yırtılıp, sarılıyor. O kadar düzgün sarılıyor ki, kat kat etrafını sarıyor. Ondan sonra da iplikle dikiliyor.”

 

Darüşşafaka Müzesi’ndeki bez toplar. Üzerindeki yazılardan o yıllarda öğrenci Ziya Bozyiğit tarafından yapıldığı tahmin ediliyor.

Bunları anlatırken bir vitrinde sergilenen bez toplardan birisini çıkarıp eline alıyor Nami abi ve soruyor: “Bu dikişi nasıl böyle düzgün diker bir erkek çocuk?” Sonra da topu yere bırakıyor. O bez top, neredeyse bir lastik top gibi zıplıyor. Anlatmaya devam ediyor Nami abi: “Bekar Yaylası’nda bu toplarla ekmeğine maç yapıyorduk. O zaman ekmek karneyleydi. Karneyi kaybettin mi için gidiyordu ekmeğin gitmiş diye. Kıran kırana maç yapardık. O kadar yoksunsun ki her şeyden, bu topa sahip olmak seni mutlu edebiliyor. Basketbol okula daha sonra geldi. Anadolu’dan gelen Salim Abi vardı. Futbol takımında kalecilik de yapardı. Okulda basketbol takımının kurulacağı söylendi. Spor salonunda potaların altında Salim Abi ile beraberdik. ‘Abi kaleci yine sen mi duracaksın?’ diye sormuştum.”

Turgay Şeren de o maçta santrfor olarak oynamıştı

Ortaokul hentbol takımı (soldan sağa): Kaleci Necati, Turhan Yıldırım Ağan, Sait Dengiz, Nami Gönenç, müdür Reşat Alasya, ?, Malik Gökırmak, Hayati Baygan, Akil Çetin, beden eğitimi öğretmeni Şinasi Bey, ? .

“Ben basketboldan önce okulun hentbol takımında oynadım. O zaman açık sahalarda yapılıyordu hentbol. Yamuk yumuk zeminde dripling yapmak mümkün değil. Okul maçları hep bizim top sahasında oynanıyordu. Galatasaray Lisesi’yle finale kaldık. Final maçını yapacağız, Ali Sami Yen’e aldılar maçı. Biz alışmışız yedi kişiyle oynamaya. Sekizinci yok istediğimiz gibi oynayacak. Galatasaraylılar uyanıklık yapıp maçı oraya alınca yenildik. Turgay Şeren de o maçta santrfor olarak oynamıştı. Turgay’ı seneler sonra İstiklal Caddesinde bir dükkanda gördüm. ‘Nami ne haber?’ deyince şaşırdım, o kadar zaman geçtikten sonra beni hatırlamasına. Bir ara da İnönü Stadında atletizm müsabakalarına katıldık. Ben koşamazdım, o yüzden uzun atlamaya katıldım. Baktım Turgay da girmiş abisiyle beraber. Biz finale kaldık üçümüz. Onların fuleleri daha uzundu, ben üçüncü olarak bitirdim yarışmayı.”

Kulüp takımı 1951’de ilk maçlarından birinde, Amerikalı denizcilerle bir arada. Darüşşafakalı oyuncular düz koyu renk formalı. Ayaktakiler: Turhan Yıldırım Ağan, Asaf Çiyiltepe, Özer Altan, Nami Gönenç. Oturanlar: İlhami Akşit, Hüdai Budanur, Aydın Topçuoğlu, Niyazi Turan.

“Atletizm deyince bir de komik bir anı anlatayım. Babahindi dediğimiz bir arkadaşımız vardı ki o zamanlar çivili ayakkabı bir tek onda vardı. 5000 metre yarışına katıldı bu arkadaşımız. Start verilir verilmez bu öyle bir fırladı ki sanki 100 metre yarışında koşuyor. O hızla çıkınca diğerleri de onun peşine takıldı. Tabii bu daha bir tur tamamlayamadan pistten çıktı, sırtüstü yere yattı kaldı. Fakat diğerlerinin temposunu öyle bir bozdu ki adamlar yürüye yürüye tamamladı yarışı. Yarış bittiğinde neredeyse öldüreceklerdi, zor aldık ellerinden.”

Çay da çorba da aynı kazanda pişerdi

Vefa formalı genç basketbolcuların bulunduğu bir fotoğraf gösterip açıklıyor: “O zaman henüz kulüp kurulmadığı için Vefa kulübünün genç takımında da basketbol oynuyorduk.” Eski bir radyoyu göstererek anlatıyor: “Şu radyo müdür muavininin odasındaydı. Bir tane vardı okulda. Bir tane de hoparlör vardı. Köşeden, aşağıda bahçeden milli maçları dinlerdik. Gol oldu mu kimin attığını da duymadan goool! diye bağırırdık.”

Okulla ilgili anılar devam ediyor: “Çay da çorba da aynı kazanda pişerdi. Çorbanın lezzeti çaya karışırdı, üstünde yağ da olurdu tabii. Son sınıfa geçtiğimiz zaman bir lüksümüz oldu. Trabzon yağı geliyordu. Pahalı bir yağdı o. Hamamın külhanında ekmek kızartır, yağı da üstüne sürer yerdik. O bir imtiyazdı. Şimdi akşamüstü kahvaltı çıkıyor, bazen yiyorlar bazen yemiyorlar. Ben liseden sonra okuyamadım. Yaramazdım, kavgacıydım; kavgacıydım derken ben kavga çıkarmazdım ama çıkarmak isteyenlere de boyun eğmezdim. Tembelliğime rağmen bir kere de kopya çektim. Gültekin’le yan yana oturuyorduk. Tarih dersinde kopya çekelim dedik. Hoca bize doğru geldi. O benim kucağıma itti, ben onun kucağına ittim, kitap pat diye yere düştü. Hoca yanımızda – Allah razı olsun – hiç bakmadı, yürüdü gitti.”

İkisi de bıraktı. Kulüp kaldı boşlukta…Bulut Buharalı, Halit Tilki gibi arkadaşlarla yönetimi üstlendik.

1952’de İstanbul İkinci Ligi’nde şampiyon olan kulüp basketbol takımı. Üst sıradaki oyuncular (eşofmanlı): Yılmaz Karaözbek ve Asaf Çiyiltepe. Orta sıra: Muammer, Nami Gönenç, Gültekin Öngün, Özer Altan. Alt sıra: Niyazi Turan, Aydın Topçuoğlu.

Yazının başında belirttiğimiz gibi, kulübün çok sıkıntılı bir dönemden geçtiği seksenlerin ortasında başkanlığını üstlenmiş Nami Gönenç. O günleri şöyle hatırlıyor: “Cemiyetin kulübe maddi desteği vardı. O destek yarı profesyonel iyi basketbolcuların takımda oynamasını sağlıyordu. Çetin Berkmen o zaman cemiyet başkanıydı. Yavuz Şeremetoğlu da kulübü yönetmek istiyordu. Aralarında bir sürtüşme oldu, ikisi de bıraktı. Kulüp kaldı boşlukta. Toplantıda beni dürttüler, Nami sen al diye. Ben memur adamım, nasıl idare edeceğim kulübü dedim. Bulut Buharalı, Halit Tilki gibi arkadaşlarla yönetimi üstlendik. Ben kulüp başkanı oldum. Futbol takımını yöneten kişinin Mahmutpaşa’da küçük bir dükkânı vardı. Futbol takımını alıp maçlara götürüyordu. Ben basketbol takımına bakıyordum. Takımdaki yarı profesyoneller tüydü gitti, para yoktu çünkü. Biz cebimizden üç-beş kuruş koyuyoruz, onlarla idare edeceğiz. Okula gittik antrenman yapmaya, içeri sokmadılar. Spor Sergi Sarayına gittim, gün almaya, akşam üstü bir saate verdiler. Oyuncular hep bizim talebeler. İsmail de o zaman koçluk yapıyordu. Çocuklar o saatte gelemediği için gene idman yapamadık. Birinci seneyi son sıralarda bitirdik. İkinci senede ipin ucuna kadar geldik fakat en son maçı ite kaka kazandık. Şampiyon olmuş gibi hissettik. Hiç antrenman yapmamış oyuncularla kümede kalınca çok sevindim. İki dönem anam ağladı benim. İki defa olağanüstü toplantı yaptım, uğrayan yok. Daha sonra cemiyet tekrar aldı yönetimi. Dışarıdan oyuncu da aldık, durumu toparladık. Daha sonra düşünüyorum, bana ceza vermek için mi yaptılar bu işi acaba? Kız takımı da vardı benim başkanlığım zamanımda. Bir Renault 12’im vardı, onunla götürürdüm onları maça. Kabus gibi iki dönem geçirdim.”

Lise futbol takımı. Ayaktakiler: Akil Çetin, ? , Hayati Baygan, Niyazi Turan, Nami Gönenç, Özcan Esinduy, Şinasi Hoca. Oturanlar: Nusret Altınkaya, Neşet İkiz, Münir Key, Turhan Tunalı.

Parasız günümüzde para kazanalım diye yaptık o piyangoyu, şansa da birine çıktı!

Müzedeki vitrinlerden birinde sergilenen bir piyango bileti dikkatimizi çekince anlatıyor Nami abi: “Önce kokteylli bir yemek yaptık, orada para kazandık. Sonra bir eşya piyangosu düzenledik. Büyük hediye olarak da araba koyduk. Türkiye’de ilk defa hediyesi verilen eşya piyangosu budur. Hiçbir kulüp piyango düzenlediği halde hediye vermemiştir. Bilet alanlar çekildiğini bile bilmezler. Parasız günümüzde para kazanalım diye yaptık o piyangoyu, şansa da birine çıktı! Ben yokken bir kızla bir oğlan gelmişler, ‘Bize çıktı ama biz arabayı istemiyoruz, parasını alalım,’ demişler. Parayı ödeyecek olan arkadaşımız, ‘Biraz teberru yapar mısınız?’ diye sormuş. ‘Yok, biz yeni evleniyoruz, veremeyiz,’ demişler. Ama gene de oradan kazandığımız üç-beş kuruş bizim ayakta durmamıza yardımcı olmuştu. Dernek başkanlığım da yine en ilgilenilmeyen dönemde oldu. Bültenler çıkarmıştık. Kimse gelmiyordu çünkü yerimiz de yoktu. Kadıköy’de Efes hanında bir yer verdiler. Bir masa verdiler, dolabımız bile yoktu.”

Sadece müzecilik değil arşivciliği de öğrenmek zorunda kaldım bana yetecek kadar.

Müzeyle ilgili olarak da şunları anlatıyor Nami abi: “Müzeyle uğraşmak beş buçuk senemi aldı. Sevgin olunca bulaşıyorsun böyle bir işe. Beş buçuk yılın farkına bile varmadım. O arada da kendimle ilgilenemedim. Standları yaptıracağım zaman mimar var, çizmedi. Müzelere gittim, kendim çizdim. Eski müzeden çıkma, tahta üstüne basılı resimler vardı. Hepsini yukarıya aldım, bir depo yaptım. Rafların arasına cadde yaptım. Caddeleri isimlendirdim, yani markaladım. Sadece müzecilik değil arşivciliği de öğrenmek zorunda kaldım bana yetecek kadar.”