Mehmet Kahyaoğlu ve Ömer Kahyaoğlu, Kahyaoğlu ailesinin fertleri olarak Darüşşafaka basketbolunun önemli isimleri arasında yer alıyor. Eski başkanlardan Darüşşafaka 67 mezunu Ali Kahyaoğlu ve 70’lerdeki kadın takımının oyuncularından Özlen Uz’un çocukları olan Mehmet ve Ömer, 1990’larda yeniden yükselişe geçen Darüşşafaka’nın altyapısından yetişen ve A takımında uzun yıllar oynayan iki basketbolcu. Bu iki iyi Darüşşafakalıyla Bitmeyen Sevda Yeşil-Siyah, Darüşşafaka’nın Spor Tarihi adlı anıt-referans kitap çalışmaları sırasında görüştük. Onlarla basketbolu, Kahyaoğlu ailesini ve Darüşşafaka’yı konuştuk. Bu görüşmenin tamamını aşağıda sunuyoruz.(GKD, Mart 2017)

Sizleri basketbol kariyerinizle tanıyoruz. Sayfamızı  takip edenler için biraz detaylı tanıyalım istiyoruz.

Ömer Kahyaoğlu: Ben, 1 Mayıs 1979’da Bakırköy’de doğdum. Babam da Bakırköy’de doğmuş. Biz doğduğumuzda babam basketbolu  bırakmış, kendi işini kurmuş. Biz aileden basketbolcuyuz. Annem de basketbol oynamış, hatta basketbol sayesinde babamla tanışmışlar.

Mehmet Kahyaoğlu: Ben de 12 Kasım 1976’da Bakırköy’de doğdum. Babam deri işiyle ilgili, kendi işini yapıyordu. Hatta bizim doğumumuzun uğurlu geldiğini söyler hep. İşleri o dönem çok iyi gitmiş. Ben ilkokul dördüncü sınıfa kadar Bakırköy’de okudum. Ömer de birinci sınıfı okudu. Sonra annem ve babam ayrılınca, düzenimiz değişti.

ÖK: Annem çok iyi basketbolcuymuş, devam etse, çok iyi bir basketbol kariyeri olabilirmiş. Hatta Fehmi Sadıkoğlu bize anlatırdı. Kadın milli takımı  kurulduğu sırada, antrenör Fehmi Sadıkoğlu hemen annemi takıma istemiş. Ancak annem, evlilik, çocuklar, kendi ağabeyleri falan derken devam etmemiş. Devam etse, hepimizden iyiymiş (gülüyor).

kahyaoglu-03
1999-2000 sezonundan bir galibiyet sonrası.

Öğrenciliğiniz nasıl şekillendi? Hangi okullarda okudunuz?

MK: Biz Darüşşafaka’da okumadık ama ailemizde Darüşşafakalı çoktu. Başta, herkesin bildiği babam, Ali Kahyaoğlu Darüşşafaka’da okuyor. Dayım ve eniştem de Darüşşafakalı. Dayım, Necip  Özden Uz. Eniştem de, halamın eşi, Bülent Ünal Darüşşafakalı. Biz ilkokula Bakırköy’de başladık. Sonra Erenköy’e taşındık. Önce Ortadoğu Koleji’nde okuduk.

ÖK: Sonra ben Doğuş Koleji’ne girdim, ortaokulu orada okudum. Daha sonra Maslak’ta Özel Cent Koleji var. Orada bütün Darüşşafaka altyapısı olarak okuduk.

MK: Liseye geçtiğimizde artık basketbol hayatımızda olduğu için kulüp hangi okulla anlaşırsa burslu olarak orada okuyorduk. Ben iki yıl Anakent Koleji’nde okudum. Bir yıl da Boğaziçi Koleji’nde okudum. Biz Ömer’le ayrı nesilden geliyoruz. Onlar Cent Koleji’nde okudu.

ÖK: Mesela bizim takımda Gökhan Sunter de vardı. O dönem, Türkiye şampiyonları, liselerarası dünya şampiyonları çok önemseniyordu. Bizim için de çok iyi bir deneyimdi. Hem okul takımı hem altyapı takımı. Mesela Çavuşoğlu Koleji de çok güçlüydü. Kerem Tunçeri, Hidayet Türkoğlu da oradaydı. Bu burs imkanı bulunmaz bir fırsattı. Biz tatil falan bilmeyiz. Tatil demek çift idman demekti bizim için. Bu durumda derslere yoğunlaşabilmek çok kolay değildi. Bursla bu imkan da olabiliyordu.

MK: Darüşşafaka’da sezon bittiğinde, bu A takımında da böyleydi, altyapıda da böyledi, sezon bittikten 10 gün sonra toplanırdık. Öyle tatil falan yok. Ama bu bizim işimize çok yarardı. Sezon başladığında biz tüm takımların önünde olurduk.

Sizin A takımında yer almaya başladığınız dönem Darüşşafaka’nın yeniden yükselişe geçtiği dönem. Kendine özgü bir modelle Avrupa’da ve Türkiye’de başarılı maçlar çıkaran bir takım görüntüsü var. Biraz o dönemden söz edebilir miyiz?

ÖK: Aslında bir devamı temsil ediyor. Birinci lige çıkan, Fatih’teki salonda yetişen bir kuşak var. O yetişenlerin gösterdiği başarı çok önemli. Altyapı bununla birlikte daha da önemseniyor. Biz o kuşaktan sonraki kuşaklarda yer alıyoruz. Yine de Fatih’teki salonda çalışma fırsatımız oldu. Şimdi düşünüyorum da… Kat kat aşağı iniyorsun. Yoğun bir koku geliyor. Yanlış bir yere geldim falan der gibi oluyorsun. Sonra top seslerini duymaya başlıyorsun. Salona girince ışık yüzünüze vuruyor. Orada çalışmak film gibi bir şeydi.

kahyaoglu-08
1997-1998 takım kadrosu. 5 numara Ömer Kahyaoğlu; Mehmet sakatlığı dolayısıyla fotoğrafta yok.

A takımına yükseliş nasıl oldu?

MK: Ben 1992’de birinci ligdeyken A takımına çıktım. Hatta bir Galatasaray maçıydı ilk maçım. Galatasaray’ın başında da Aydan Siyavuş vardı. Maç kafa kafaya gidiyordu. 5 faul alıp oyundan çıkan da çok olmuştu. Oyuna ben girdim.  Kimse beni tanımıyordu. Bir anda boş kaldım. Oyun kurucudan top bana geldi. Köşedeyim. Topu kaldırdım. O sırada Aydan Siyavuş, bırakın atsın dedi. Yeni bir oyuncu olduğum için, korkar atamaz diye düşündü sanırım. Şutu çektim. Top havadayken dua ediyorum potanın kenarına falan değmesin potaya gitsin diye. Kariyer başlamadan bitmesin… (gülüyor) O top girdi. O maçı da aldık. Ondan sonra güvenim geldi. Benim kariyerimin büyük çoğunluğu Darüşşafaka’da geçti. 7 sene altyapıda oynadım, 7 sene de A takımında oynadım. Arada Mavi Jeans Ortaköy’de, sonrasında arada bir Karşıyaka’da oynadım. Sonra Darüşşafaka’dan Tekel’e gittim. Sonra tekrar Darüşşafaka ve Tekel yaptım.

ÖK: Ben de 1996 yılında A takımına yükseldim. 2002’de ayrıldım. Oyak Renault’ya gittim. Orada iki yıl kaldım. Sonra Banvit’e gittim. Banvit yeni çıkmıştı o dönem. Sonrasında iki yıl Tofaş’ta oynadım. Bir yıl da Karşıyaka’da oynadım. Sonra da emekli oldum.

MK: Altyapıda oynadık uzun süre ama A takımına yükselmek çok kolay değildi. Ben ilk çıktığımda Erman abi vardı Darüşşafaka’nın başında. Ben az sürelerle oynuyordum. Çok iyi takım kurmuştu. O sezon da hiç kadroya giremedim. Bir gün Mavi Jeans Ortaköy’le maçımız var. Devre arasında lavaboya gittim. Elimi yüzümü yıkıyordum. O sırada Ortaköy’ün antrenörü Cihansever Yeşildağ’dı, yanıma geldi. “Oğlum sen basketbolcu olmak istemiyor musun, neden oynamıyorsun? diye sordu. “Hoca öyle karar vermiş. Şu anda oynamıyorum,” diye cevap verdim. “Yarın bize gel,” dedi.

Cuma günü gittim. Cumartesi günü lisansı çıkardılar. Karşıyaka’yla maçları var. Hemen maça çıktım.  Sakat oyuncular vardı. İhsan Bayülken de o maçta bizim takımdaydı, ayağını burktu. Cihansever Yeşildağ döndü bana baktı. Ben gözlerimi kaçırdım (gülüyor). Cihansever Yeşildağ, “Aslanım, hadi bakalım, şans geldi,” dedi (gülüyor).

Oyuna girdim. Birkaç tane de olumlu hareket yaptım üst üste. Daha sonra güvenim geldi. O maçı kazandık. Benim için çok büyük bir deneyim oldu.

Ömer'in sakatlık sonrası dönüşünü konu eden bir gazete haberi
Ömer’in sakatlık sonrası dönüşünü konu eden bir gazete haberi

Maç arasında transfer teklifi almışsın bu durumda?

MK: Evet. Basketbol ailesinde bir dostluk vardı. Cihansever Yeşildağ ve Erman Kunter konuştular. Genç oyuncu diye öyle bir fırsat verdiler bana. Onun izniyle oldu. Ortaköy’ün de oyuncuya ihtiyacı vardı. Şunu demem lazım, bizim en büyük şansımız babamdı. Babam bana hep anlatırdı: “Sen bunların seviyesinde değilsin, onlar senden hücum beklemiyorlar. Savunma yap,” derdi. “Karşı takımın skorerini durdurmaya çalış,” derdi. “Eğer hücuma yoğunlaşırsan, skor yaparsan takımın skorerleri bozulur, hemen sırıtırsın ve bu huzursuzluk yaratır. Sen bir oyuncuyu iyi tutarsan antrenör seni oyundan çıkarmaz.”

ÖK: Takımın bir saha içi dengesi olur ve onu bozmamak gerekir. Bir de A takımında oyuna girmek için bir hedefinin olması lazım. Bir şeyler yapman gerekir.

Basketbola yönelmenizde de babanızın rolü var diye biliyoruz.

ÖK: Ağabeyim doğuştan seçmiş basketbolu. İki yaşındayken kağıtları çöp sepetine atıyormuş. Spor Sergi Salonu’nda büyümüş. Sevdiği renkler mağlup olursa ağlarmış. Daha okuma yazma bilmiyor tabii o dönem (gülüyor).

MK: Babam çok seviyor basketbolu. Basketbol onun için bambaşka bir şey. O yönlendirdi hep. Ama annemin de onayı alındı tabii.  Babam Darüşşafaka için çok uğraş verdi. Hedefleri vardı.  O hedeflere ulaşabilmesini çok isterdik. Çoğunu da yaptı gerçi ama yine de keyfini sürmesini çok isterdim. Babamın ayrılışından da söz etmek lazım. Çok zor dönemlerde iyi işler yaptılar. Ancak o dönem verilen bir kaç tane karar ve ilişkilerin yıpranması vs bir değişim gerektiriyordu. O nedenle de ayrıldı.

Nasıldı  o dönem?

ÖK: Cihansever Yeşildağ ile bir istikrar yakalandı. Yani çok iyi yabancılar geliyordu. Ama onun öncesinde Erman Kunter döneminde de çok iyi yabancılar geliyordu. Bizler için de çok iyiydi bu.

MK: O dönemki yabancılar bize hep bir seviye atlattı. Çok iyi yabancılar geldi. Gilmore, Storthers… hepsi çok iyiydi. İdmanlar çok sert geçerdi. Bizim en büyük şansımız, takımda büyük bir uyum vardı. Sekiz kişi zaten altyapıdan geliyorduk. Altyapıda da yıllarca beraber oynuyorduk. A takımına da taşınıyordu bu. Üstüne gelen yabancılar da iyi olunca, takımda güzel bir uyum yakalanıyordu. Bu sistem çok iyi işledi. Ama ilginç bir şey var. Biz mesela idmanda profesyonellik bilmezdik. Kavga ederdik. Ama soyunma odasında da şakalaşırdık. Çünkü çocukluk arkadaşlarımızla oynardık. Bu başka bir şey. Belki profesyonellik değil ama bizi bozmayan bir şeydi bu. Aksine bizi daha iyi yapıyordu.

Ayaktakiler (soldan sağa): Joe Bozkent, Bülent Ünal, Nihat Mala, Serdoğan Ersözlü, Vitaly , Steve Rogers, Alexander Okunsky, Alex Jensen, ? , Emre Ekim, Olsoy Karakaya, Candan Tekin Oturanlar: İsmet Aziz, Hakan Köseoğlu, Gökhan Sunter, Ömer Kahyaoğlu, Mehmet Kahyaoğlu, Deniz Gökay.

ÖK: Tabii Zare Markovski döneminden de söz etmek lazım. Cihansever Yeşildağ ile yollar ayrılınca Zare takımın başına getirildi. Zaten, bir yıl önce alt yapının başına gelmişti. Daha sonra yönetim antrenör değişikliğine gidince takımın başına geldi. Sezona da çok iyi başladık. O sene Saporta Kupası’nda oynuyoruz. Avrupa’nın ikinci kupası. Saporta Kupası’nda çeyrek final yaptık. Ki o dönem Saporta Kupası çok zorlu takımlardan oluşan bir turnuvaydı. Sistem nedeniyle de şöyle bir durum var. O sene şampiyon olamamış önemli takımlar, kendi liglerinde şampiyon olmak için yatırım yapıyorlar ama bir önceki seneden dolayı da bizim yer aldığımız kupada mücadele ediyorlar. Barcelona ve Ritas bunlardan biriydi. Grupta çok başarılıydık. Sekiz galibiyet aldık. Sonraki turları da geçtik ve çeyrek finalde Porto ile eşleştik. Porto bizim ayarımızda bir takımdı.

2000-2001 kadrosu: Ayaktakiler (soldan sağa): Steven Rogers, Vedat Doruk, Olexandr Okunskyy, Maxim Otbozin, Alexander Jensen, Emre Ekim. Oturanlar: Hakan Köseoğlu, Nihat Mala, Ömer Kahyaoğlu, Gökhan Sunter, Deniz Gökay, Mehmet Kahyaoğlu

MK: Düşünsenize o genç kadro yarı finalin kapısında. O dönem Türkiye için bu çok önemli bir şeydi. Porto’yu da eleyebilecek güçteyiz.

ÖK: İlk maç deplasmandaydık. Devre oldu. 26 sayı öndeyiz. Michael Ansley, bir tabir vardır ya, yanıyor resmen. Her attığı giriyor. Çok hızlı oynuyoruz. Karşı takım şaşkına döndü.

MK: Devre arasında soyunma odasına gittik. Sean Green’le, Michael Ansley arasında bir tartışma oldu. O tartışma takımın havasını bozdu. O dönem de Serdoğan Ersözlü gelmişti takımın başına, Zare ayrılmıştı. Serdoğan Ağabey’le de ligde çok iyi gidiyoruz. Aslında her şey yolunda.

ÖK: O tartışmadan sonra bir anda dengemiz bozuldu. Porto da üstümüze gelmeye başladı. 2, 3, 2, 3 derken biz krize girdik. 26 sayıdan gelip 4 sayıyla yenildik. Çok üzüldük. Ama çok umutluyuz. Burada böyle oynarsak, İstanbul’da galip geliriz diyorduk.

MK: Konsantrasyon dağıldı. İstanbul’da da kaybettik. Çok önemli bir başarıydı bizim için ama bir aşama daha yukarısı olabilirdi. Elimizden kaçtı.

ÖK: İstanbul’daki maçtan önce ben, sonra Ömer hastalandı. Ateşler içinde yatıyoruz. O sezon antrenör değişikliği olmasına rağmen ligde ve Avrupa’da iyi gittik. Zare de başarılıydı. Avrupa’daki maçlarda çok şey kattı bize. Serdoğan Ersözlü’yle de ligde çok iyi işler yaptık.

MK: Zare Markovski de bize çok şey kattı. Özellikle antrenmanları çok önemsiyordu. Hepimizi ayrı ayrı çalıştırıyordu. Hepimiz gelişme kaydettik. Üst seviye oynayabileceğimizi anlattı bize ki, bizim için çok önemliydi bu.

kahyaoglu-07
2005-2006 sezonundan bir kare, Mehmet Kahyaoğlu takım arkadaşlarıyla seviniyor.

O takımdaki arkadaşlık da çok iyi görünüyordu dışarıdan. İşin içinde olanlara soralım, gerçekten öyle miydi?

ÖK: Kesinlikle öyle. Sürekli birlikteydik ve çok eğlenirdik. Birlikte yemek yerdik, dışarıya çıkardık. Sezon başı kampları çok güzel olurdu. Uzun kamplar yapardık ve çok iyi çalışır, çok iyi de eğlenirdik.

MK: Doğum günlerimizi kutlardık mesela, sürpriz doğum günü kutlamaları yapardık. Yabancı oyuncular da bunun hep içindeydi. Bizim için de çok iyiydi.

ÖK: Çok iyi bir takım oluşturulmuştu. Hem de çok düşük bütçelerle. Çok iyi yabancılarla oynadık biz. Yaz kampları çok iyiydi.

O dönem Darüşşafaka maçlarının hep sert geçtiğinden yakınılır. Mesela İbrahim Kutluay da bundan söz eder.

ÖK: Maçlar sert geçerdi. Çemberler de sert olduğu iddiasıyla eleştirilirdi. Şikayet eden çok olurdu (gülüyor).

MK: Harun Erdenay’la bir sohbetimiz olmuştu bir maçın hemen öncesinde. Maça gelirken karşılaştık. Bana, “Bu salonu hiç sevmiyorum Memo, çemberler berbat” dedi. Ben de, “ Ağabey biz hiç mi oynamıyoruz?” dedim. “Yok yok, siz de iyisiniz ama çok sert oynuyorsunuz,” dedi (gülüyor).

ÖK: Biz sert oynamak zorundaydık çünkü çok genç bir takımdık. Enerjimiz de çok yüksekti. Açıkçası kimseye de izin veremezdik ve kazanmak istiyorduk. Bize saha içinde de çok şikayet ediliyordu. Karşı takımlar çok güçlü. Biz şunu demek istiyorduk: Bizi elemek istiyorsan, yenmek istiyorsan, kolay yenemezsin. Avrupa kupalarında oynuyor gibi oynayacaksın, öyle yenebilirsin.

kahyaoglu-01
Darüşşafakalı öğrencilerle A takımının buluşması.

Peki bu motivasyonun kaynağı ne?

ÖK: Darüşşafakalı olmakla ilgili biraz. Çarşamba’daki salonda çalışmakla başlıyor her şey. Zor şartlarda başlıyorsun ve çok çalışmak zorundasın. Ayhan Şahenk Spor Salonu açılınca da zaten o motivasyonla imkanlarımız birleşmişti. Sporcu evi, okulda yemek, salon burada. Bizim için çok kıymetliydi.

MK: Darüşşafaka’da oynarken biz A takımında oynayabileceğimizi hayal edebiliyorduk. Bu çok önemli bir şeydi. Diğer takımlarda böyle bir şey yoktu. A takımına çıksan bile bekleyeceksin. Başka çare yok. Bizde ise oynatmak üzerine yetiştiriliyorduk. Oynayacağımızı hayal edebiliyorduk. Oynamaya başladığımızda da bunun kıymetini biliyorduk. Elimizden geleni yapıyorduk.

Şu an ülke basketbolu hakkında neler düşünüyorsunuz? Basketbolun içinde misiniz?

MK: Benim spor mağazam var, Bayrampaşa’da.

ÖK: Ben de antrenörlük yapıyorum. Bir şekilde içindeyiz tabii.

ÖK: Basketbol çok iyi durumda. Ligin kalitesi çok yükseldi. Darüşşafaka bizim dönemimizin ardından zorluklar yaşadığı bir dönem geçirdi. Ancak Doğuş’la yapılan işbirliğinin çok olumlu sonuçları olacak. Tabii yatırımların doğru yönlendirilmesi gerekiyor.

MK: Tabii olumlu gelişmeler çok. Ancak yine de sorunlar var. Mesela ben yabancı sayısını fazla buluyorum. Bence 2 yabancılı ve 3 yerli oyunculu sahadaki 5 gelişim açısından çok önemli. Mesela ilk 5’te 3 tane çok iyi yerli oyuncun olursa, 16 takım var, 48 tane oyuncu yapar bu. Oyuncu havuzu genişler. Bu oyuncu yetiştirme açısından sıkıntı yaratıyor.Bir de çok büyük paralar harcanıyor bu doğru mu?

ÖK: Çok büyük yatırımlar yapılıyor ancak oyuncu yetiştirme konusu sıkıntılı. Bizim evet, Avrupa’da başarı için büyük yatırımlara ihtiyacımız var. Ancak belli bir seviyenin dışındaki takımların yatırımları lüksten ziyade oyuncu yetiştirmeye yönelik olmalı.

MK: Bizim ülke olarak, oyuncu yetiştirmemiz ve ihraç etmemiz gerekiyor. Çok değerli antrenörler geliyor ve bu insanlar oyuncu yetiştirmede bize çok fayda sağlayabilir. Bunlardan iyi yararlanmak gerekiyor. Yetiştirilen oyuncuların da oynayarak gelişmesi gerekiyor.

ÖK: Rakamlar büyüdükçe bir oyuncu oynamamayı tercih edebiliyor. Bu çok ilginç. Çok para kazanıyor ve takıma giremiyor. Biraz az para kazanmayı göze alıp oynayabileceği bir yere gitmiyor. Bizim dönemimizde biz az para kazanıyorduk ama oynuyorduk ve çok mutluyduk.

MK: Klasiktir ama çalışmak son derece önemli. Oyuncuların da problemi bu oluyor. Çalışmadan olacak bir şey değil basketbol. Burada en önemli şey de kafanızın ve kalbinizin güçlü olmasıdır. Yeteneğiniz sınırlı olsa bile kafanız ve kalbinizle bir çok şeyi halledebilirsiniz.