1941-47 yılları arasında Darüşşafaka’da okuyan Reşit Sağnaklar’la “Bitmeyen Sevda Yeşil-Siyah” kitabımızın hazırlık çalışmaları Nakliyat sırasında tanıştık. Komple bir sporcu olan Reşit abinin özellikle hentbol konusunda anlattığı kısımları kitapta kullandık. Ayrıca, onun titizlikle saklayıp arkasına not ve tarih düştüğü fotoğrafların büyük bir kısmından da faydalandık. O fotoğraflar ve bilgiler önemli bir boşluğu evden eve taşıma doldurdu. Kayıt tutmanın, belge ve fotoğraf saklamanınönemsenmediği bir kültüre sahip toplumumuzda, Reşit abi gibi insanların değeri daha iyi anlaşılıyor. Aşağıda onun ağzından hayat hikâyesini okuyacaksınız.
Abim de Darüşşafakalıdır
Ben resmen 1929 doğumluyum fakat öğrendiğime göre esasen 1927 doğumluyum. Babam Kurtuluş Savaşına katılmış. 1935’te genç yaştayken öldü. Yusuf Ziya Öniş de dayım olur. Babam bir gün işten hasta olarak geldi eve, bir müddet yattı. Bir gün biz üç kardeş birbirimizle dalaşırken babam orada gitmiş. Abim de Darüşşafakalıdır, 325 Nedim. Orta mektepten sonra ayrılıp Deniz Lisesine gitti ve bahriye subayı oldu. Darüşşafaka’da devam etseydi 1945’te mezun olacaktı.
İlkokula Yeldeğirmeni’nde başladım. Sonra Merdivenköy, Çemenzar’a taşındık, okulu orada bitirdim. Harun Reşit İlkokulu o zamanlar Gözcübaba’da, öğretmen Harun Reşit Bey’in köşkünün karşısındaydı. Göztepe İstanbul’un yazlık semtlerinden biriydi. Dedemin Çemenzar’da köşkü vardı. Köşkün yeri şimdiki SSK hastanesi kliniklerinin yakınındaydı. Dedem bahriye subayıydı. Çarkçıbaşıymış. Çanakkale harbinde ayaklarını makineye kaptırınca kesilmiş. Malulen emekli olmuş. İkinci Dünya Harbi sırasında mali güçlüklere filan düşünce sattılar orayı. Baba tarafından dedemse Bursa noteriymiş. Aile Selanik’ten gelmiş oraya.
Okulun imtihanına habersiz gittim
1941’de girdim Darüşşafaka’ya. Okulun imtihanına habersiz gittim. Abim resmi elbiseyle eve gidip dönüyordu. Ondan etkilenmiştim. Hem ailevi durumumuz da bozuktu. Dedem ve dayım bakıyordu bize. Babamın ailesinden kimse yoktu. Merdivenköy Harun Reşit İlkokulunu birincilikle bitirdim. Darüşşafaka imtihanını kazandım. Sonra mülakata çağırdılar, öyle girdim. Erzincan depreminden sonra bize çok sayıda talebe geldi. Leyli (yatılı) okutacak bir yer aramışlar, Darüşşafaka’yı bulmuşlar. Bizim cemiyet muayyen bir talebe kitlesini okutuyorum, okutamam demiş. Sonunda İnönü’nün tavassutuyla İş Bankası okuttu onları. İlk defa 6. ve 7. sınıfta iki şube yaptılar. Eskiden birer şubeydi sınıflar. 8. sınıfta tekrar bir şubeye indik.
İkinci Cihan Harbi sırasında Darüşşafaka’daydık. Ekmek sıkıntısını biz de yaşadık. Karneyi okul alırdı. Kişi başına günde bir çeyrek ekmek veriliyordu. Masalarımız altışar kişilikti. Bahçıvan ekmekçiydi aynı zamanda. Masalara her öğünde çeyrek ekmeğin yarısını koyardı. Yemekler kuru fasulye, mercimek, patates, nohut ağırlıklıydı. Sebze yoktu. Camları dışarı ışık sızmayacak şekilde boyadılar. Eskiden küçüklerin büyüklerin kısmına geçmesi yasaktı. Aramızda iki sınıf olmasına rağmen ben abimin yanına gidemezdim. Odacı Davut vardı, “Abin seni bekliyor,” diye bana haber getirirdi. Onun vasıtasıyla hamamın oraya gidip abimi görürdüm. Okulun büyük giriş kapısının sağındaki ziyaretçi odasının arkasındaydı hamam o zamanlar.
Dersten kaçmak için tebeşir yuttum
Okulda sporda temayüz etmiştim. Hem spor yapardım, hem de hiç ikmale kalmadan geçen çalışkan bir talebeydim. 8. sınıftayken uyuzlar koğuşu vardı. Müdüriyetin üst tarafındaki büyük koğuşu uyuzlar koğuşu yapmışlardı. Ilgaz Tanju da muzip bir çocuktu. Revirde yatıyor dediler. Gittim yanına, ne oldu diye sordum. Fısıldayarak, “Bir şeyim yok, tebeşir yuttum,” dedi. Dersten kaçmak için yapmış. Ben de denedim, hakikaten ateşim çıktı. Revire yattım. Erkek bir hastabakıcı vardı. bir de Necati diye bir arkadaşımız vardı, tüberkülozdan hastanede yatıyordu. Hastabakıcı spora meraklı olduğu için beni çok severdi. Yemeklerden bana daha fazla verirdi. Benim ateşim düşmeyince doktor beni Necati’yle beraber hastaneye sevk etti. Gureba hastanesine gönderdiler. Doktor bizi sari (bulaşıcı) hastalıklar koğuşuna yatırdı. Paravanlarla ayrılmış bir koğuş. Bir müddet yattık, hâlâ ateşim düşmüyor. O arada ciğerlerimden su aldılar. Bir kadın doktor geldi, nihayet ona söyledim yaptığım işi. “Sınıfta kalırsam beni atarlar okuldan,” dedim. Doktor sana inanıyorum dedi. Neticede ateşim düşmediği halde beni taburcu etti.
Okula döner dönmez kimya dersi vardı. Reşat Baba (Alasya) giriyordu kimya dersine, imtihan yapacakmış. Çok yanili konuşurdu, “E yani ben seni tanıyorum, sen hastaneden geldin girme, sonra imtihan ederiz seni,” dedi. Aradan seneler geçti. Kars’ın Göle kazasına 1957’de orman işletme müdürü olarak gittim. Kars’ta iki tane eczane vardı. Bir gün gittim eczaneye, bir baktım Reşat Baba oturuyor. Hocam deyip eline sarıldım. Bana baktı, “Tarzan seni tanıdım,” dedi. Mezun olduğumda, ayrılırken elini öpmeye gittiğimde nereyi kazandığımı sormuştu. Orman Fakültesi deyince, “E yani, şimdi orada Tarzanlık yaparsın,” demişti. O senelerde öğretmenlikten ayrılmış veya emekli olmuştu herhalde. Eczacıbaşı firmasının ilaç tanıtımını yapıyordu. Değerli bir hocaydı. Kuleli Askeri Lisesi ve üniversitede de hocalık yapıyordu. Sigara hiç ağzından düşmezdi, neredeyse emerdi sigarayı. Çok iyi bir kimyacıydı. Zil çaldığı anda hemen tebeşiri bırakır, çıkar giderdi. Ertesi ders geldiğinde şurada kalmıştık değil mi der, hakikaten kaldığı yerden devam ederdi.
Bizi bir ara isyan çıkardık diye attılar mektepten. Sivas Lisesinden gelen Ömer Bego vardı, meşhur bir matematik hocasıydı ama notu çok kıttı. Hem cebire hem geometriye gelirdi. Darüşşafaka mezunu Vasfi Mahir Kocatürk müdürdü o zaman. Okulu bitirirken olgunluk imtihanına girerdik. Fakat bu imtihana girerken okuldan da iyi not tutturmak lazımdı. Ömer Hoca sözlüde kimseye 5’ten yukarı not vermemişti. Bunun üzerine Cemiyete bir dilekçe yazıp altını hepimiz imzaladık. Vasfi Mahir hepimizin velisini çağırmış. Her talebeyi velisiyle beraber teker teker odasına çağırıyordu. Ben dahil yedi kişinin velisi gelmedi. Benim velim anneannemdi ve o zaman ölmüştü. O yedi kişiyi isyana yol açmaktan disipline verdiler. Bir hafta tardı muvakkatla (geçici uzaklaştırma) cezalandırdılar. O bir haftayı da yatakhane koğuşunda geçirdik.
Futbol yerine okumayı tercih ettim
Okulda bütün sporları yapardım. Ben sabah kalkar, dışarıda beş on tur koşardım. Sonra spor salonu tarafından girişte, zemin katın sağında duş vardı. Orada soğuk suyla duş yapardım. Sonra mütalaaya çıkardım. Hiç hasta filan olmadık. Futbolda müdafaa oynardım. Şimdiki düşüncemle o zamanki futbolu dan-dun futbolu olarak vasıflandırıyorum. Teknik bir futbol yoktu bizde. Bir çalıştırıcımız yoktu. Şimdi sahaya maçtan yarım saat önce çıkıp ısınıyorlar. Bizi ise odaya alırlardı, aman yorulma, dinlen diye tembih ederlerdi. WM sistemi yeni yeni duyuluyordu. Doğru dürüst saha yoktu. Vefa Stadında balçık çamurun içinde oynardık. Topa vurmak bile çamurlu günlerde mümkün olmuyordu. Jimnastik hocamız Ali Göker’di. O Beşiktaşlıydı. Sabri Kiraz Fener adına, Ali Bey Beşiktaş adına, Mehmet Ali Gültekin Galatasaray adına çok düştüler peşime. Fakat ben okumayı tercih ettim. O zamanlar profesyonellik yoktu, ne olacağı belli değildi. Murat (Alyüz) ve Muammer (Oraman) ağabeyler hem Fenerbahçe’nin hem milli takımın sağ ve sol bekiydi. Muammer abi tahsili tercih etti, Murat abi futbol oynamayı tercih etti. Murat Yüksek Ticaret mektebinde okuyup sigortacı oldu. Muammer benim gibi ormancı oldu. Bursa fidanlık müdürüyken vefat etti.
Darüşşafaka’da hentbol çok meşhur olmuştu
Jimnastik hocamız Ali Bey uzun boyluydu ve güzel voleybol oynardı. O zaman öğretmenler okul takımlarında oynayabiliyordu. Ben de voleybolda kütör oynardım. Futbol ve voleybol dışında hentbol da oynadım. Galatasaray’la onların spor bayramında yaptığımız bir hentbol maçı vardı. O zamanlar hentbol maçları futbol sahasında yapılırdı. Galatasaray A takımının sol açığı Mehmet Ali de oynamıştı o maçta. Ben son sınıftaydım o zaman. O zamanki adıyla Mecidiyeköy Stadında oynadık. O maçı 2-1 kazandık ve iki golü de ben attım. Bahsettiğim maçta Galatasaray’ı yenmemizden sonra Darüşşafaka’da hentbol çok meşhur olmuştu. Millet futbol maçından çok hentbol maçlarına gidiyordu. Biz son sınıftayken Galatasaray’ın orta mektebi geldi. Spor bayramında onları yendikten sonra bir irtibatımız olmaya başladı. Turgay Şeren de orta mektep hentbol takımındaydı o zaman. Bizim orta mektep takımı pek başarılı olamadı, sonra biz girince galip geldik.
Benim zamanımda basketbol o kadar yaygın değildi. O zaman Darüşşafaka’nın derecesi yoktu. Takımlar filan vardı ama düzenli olarak spor yapılmıyordu. O zaman İstanbul’daki yegâne spor salonu Babıali’deki Eminönü Halkevi salonuydu. Basketbol maçları orada yapılırdı. Takım sporları dışında, aynı zamanda koşulara katılırdık. 100 metre de koştum, sokak koşularına da katıldım. Taksim meydanı ile Harbiye arasında koşu yapılırdı. Orada üç dört defa iştirak ettim. Bir defasında Fenerbahçe Stadında 100 metre koşusuna ayakkabımız olmadığı için yün çorapla katıldım.
Bir gün Ali Bey bizi jimnastik salonuna soktu, imtihan ediyordu. Halatlar vardı. İlk önce halata tırmanmayı gösterdi. Ben azıcık ukalalık yaptım, ayağımı kullanmadan halata tırmandım ve yine ayağımı kullanmadan aşağı indim. “Sen çık dışarı,” dedi bana.
Sen en iyisi orman mühendisi ol
1947’de mezun olduktan sonra leyli mektep aradık. Recep Dinçman vardı 1944’lü, Orman Fakültesindeydi. Ali Demirbilek vardı, harika futbolcuydu; o da ormancı oldu. Onlardan duyardık fakültenin ismini. Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün leyli meccani (parasız yatılı) öğrenci aldığını duyduk. Girmek için veteriner müdürlüğüne müracaat ediliyordu. Kayıt için gittiğimde veteriner müdürüne tavsiyesini sordum. “Veteriner beş sene okur, köylü dahi tanımaz. Ziraat mühendisine Türkiye’de ehemmiyet vermezler çünkü köylünün hepsi ziraat mühendisidir. Sen en iyisi orman mühendisi ol,” dedi. Bir sene Ankara’da YZE’de okudum. Sonra İstanbul Bahçeköy’e geldim. Sonra Orman Fakültesi’ni İstanbul Üniversitesi’ne bağladılar. Devlet hesabına okuduğumuz için okuldan hemen sonra hizmet verdiler. 1951’de fakülteyi bitirdim, dışarıya çıktım. 1975’te döndüm İstanbul’a.
İlk görev yerim Kars’ın Göle kazası. On sene kaldım orada. Rus sınırına yakındı, şimdi Ardahan vilayetine bağlı. Oradan işletme müdürü olarak ayrıldım. 1960 ihtilalinde Hendek’e tayin ettiler. Dört ay kadar kaldım. Sonra Bolu işletme müdürlüğüne tayin oldum. Sonra milletvekilleriyle takışınca Kastamonu Araç’a sürdüler. Orada kısa kaldım. Bolu’dan tanıyan birisi genel müdür olunca Kızılhamam’a tayin oldum. Orada üç sene kaldım. Sonra Balıkesir başmüdür muavinliğine gittim. Orada yedi sene kaldım. İki kere tayin ettiler, Maraş ve Artvin başmüdürlüğüne ama gitmedim. 1974’te Giresun başmüdürlüğüne gönderdiler. Bir buçuk sene kadar kaldım. O sırada sık sık hükümetler değişiyordu. Beni müşavir yaptılar. En son Ankara’da beş yıl kadar daire başkanlığı yaptım. MC hükümetleri devrinde baktım oradan oraya sürülmeye başladık, 1979’da emekli oldum.
Darüşşafaka’dan sonra spor yapma imkanım olmadı. Fakat gençliğimde spor yapmanın sonucu olsa gerek, hayatımda ilk defa 86 yaşında hastane ve ameliyat gördüm.