Şimdiki unvanıyla Dr. Savaş Ertufan ile 1970 yılında beraber girdiğimiz Darüşşafaka yıllarının ilk günlerinde tanışmıştık. Yatılı okulun ve daimiliğin tadını çıkaranlardandı. Ona özenerek ben de daimi olmuştum. Üzerindeki yoğun pozitif enerjisi ile büyük küçük demeden hemen her ortama çok çabuk uyum sağlayarak neşe kaynağı olurdu.
Yeteneklerinin farkındalığıyla, okuldaki kulüplerde almış olduğu sorumluluklarda hep başarı getirirdi. Tabii ki bunda Darüşşafaka’mızın kurmuş olduğu sistem içerisindeki sosyal aktivite çeşitliliğinin ve hareketliliğinin payı büyüktü. Birkaç kulübümüzde birlikte yer almıştık. Ortak yürüttüğümüz briç, bilardo gibi faaliyetler dışında, orta okul sıralarında masa tenisine merak salarak eskrim, folklor derken, profesyonellik anlamında tercihini yaparak bir daha elinden raketleri hiç bırakmadı. Aramızda ilk evlenenlerdendi. Eşi Işık’la birlikte, uzun yıllar emek verdiği bu sporda uluslararası platforma da açılıp, Veteran Masa Tenisçileri Derneğinin kurucusu olarak artık dünya çapında, her yıl yüzlerce yerli yabancı veteran masa tenisçisini bir araya getirmeye devam ediyor.
İlaç sektörüne katkıları da kayda değerdir. Eğer sektöre atılmadan doktorluğa devam etmiş olsaydı, hiç şüphe yok ki mesleğinde de kendinden övgüyle söz ettirirdi. Zeki insan nüktedan olur. Savaş da bu zekasını orta okul sıralarında göstermeye başlamıştı. Milli Güvenlik dersine giren emekli ve oldukça yaşlı hocamızın, gürültü yapanları daha sonra evinde tespit etmek için, derslere teyp ile geldiğini fark etmiştik. Yine çok gürültülü bir ders sırasında hoca tahtaya bir şeyler yazarken, Savaş yerinden kalkarak hocanın masasına yanaşıp yüksek sesle ve muzip yan gülüşüyle; “Beyler lütfen sessiz olalım, dersi dinleyemiyoruz,” diyerek masanın üzerinde duran ve içinde teyp olan çantaya eğilerek, “Hocam, ben Savaş” cümlesiyle hepimizi saatlerce kahkahalara sevk etmişti. Hala bir araya geldiğimizde bu espri bizi hep gülümsetir.

O zamanlar doktor olup bu hastalığı düzeltmeyi hayal etmiştim…
29 Mart 1959 Adana doğumluyum. Üç yaş büyük bir ağabeyim var. 1968’de dokuz yaşımda penisilin alerjisiyle oluşan anafilaksi şoku ile babamı kaybettim. O zamanlar doktor olup bu hastalığı düzeltmeyi hayal etmiştim… Çocukluk yıllarım Adana’da ve sonrasında İstanbul-Adana arasında geçti. İlkokul öğretmenimin tavsiyesi ve yönlendirmesiyle Daçka’ya girdim. Herkes gibi Daçka’daki ilk günümü unutamam. On bir yaşında ve sadece “Adanaca” konuşabilen biri olarak “sizli/bizli” konuşamıyordum ve okulun ilk günü o zamanın Hz. 2 tayfasından güzel bir dayak yemiştim. Zaten boğazım düğümlenmiş ve meğer bahane arıyormuşum: ilk tokatta başlamıştım ağlamaya.

savas-ertufan-01
Adanalı arkadaşım Reha Özden inerken ben arkada rakibin vuruşuna hazırlanıyorum. Türkiye Gençler Şampiyonası.1975.

Benim işim size öğretmektir, öğrenmişseniz ne ala! İsterseniz kopya çekerken öğrenin!

Bugün daha iyi anlıyorum ki, Daçka’da olağanüstü iyi bir eğitim ve öğretim ortamı varmış. Öğretmenler, idareciler ve ağabeylerimiz bize çok iyi eğitim verdiler.
Bu değerli öğretmenler – bize rağmen 🙂 bizleri yetiştirebildiler. Dünyada benzeri az bulunan eğitim örneği olarak paylaşmak isterim: Yıl sonunda yapılan bir geometri kurtarma sınavında sevgili hocamız Gülsen Bozbağ üç kişiyi kopyadan yakalamıştı. Rahatlıkla bizleri sınıfta bırakabilir ve disiplin kuruluna sevk edebilirdi. Oysa bizleri aynı sorularla sözlü yapıp doğru bilen ikimize geçer not vermişti. Oradaki üç kişi de sonradan hayatta çok başarılı yerlere geldiler. Yüzü de ruhu gibi çok güzel olan o değerli insan, ”Benim işim size öğretmektir, öğrenmişseniz ne ala! İsterseniz kopya çekerken öğrenin!” demişti.

Daçka tam bir spor imkanları cennetiydi. Neredeyse her spor dalı için imkanlar vardı. O yıllarda Daçka’da en gözde sporlar basketbol, futbol ve masa tenisiydi. Ayrıca voleybol, eskrim, jimnastik takımları vardı. Yeni gelen öğrenciler sevdiği dalların seçmelerine katılırdı. Ben her fırsatta ve hafta sonları masa tenisi oynardım. Örnek aldığımız abiler Adil Çavaş, Yurdakul abi, Murat Kanca, Hüsnü Karaer, Ender Çıtak, Abidin ve Rahmetli Akif’di.
Ayrıca eskrim seçmelerini kazanmıştım ve antrenmanlarına giderdim. Orada Mennan abi, Mehmet Ali abi ve iyi bir nesil olarak Atilla Özşen, Erhan Key, Bülent abiler vardı. Bekar Yaylasında sabah krosları ve ağır idmanlar yapılırdı.
Orada tanıştığım gençlerle hala devam eden “hami abilik” ilişkim devam etmekte.

savas-ertufan-02
Tepeden : Ömer Eskin, gözlüklü Varol Akkaya, onun kulak yaptığı M Emin Karaaslan, ortada sıkışık Nihat Övütveren, yanında gözlüklü Oğuz Altay. Solda uzun saçlı Emine Gülnur Çayırlıoğlu, Ersin Arslan, Hülya Şengöz ve Savaş Ertufan. Sol köşede “idi” (Amin) Kadir, sağ köşede kısmen görünen Baha Sipahi.

Eskrimde ülke çapında başarı elde etmek çok kolaydı ve dört yıllık eskrim çalışmasından sonra Orta 2’de hem masa tenisinde hem de eskrimde çok iyi bir seviyeye gelmiştim. Lakin sömestre tatilinde her iki branşın Türkiye şampiyonası çakıştığı için birini seçmek zorunda bırakıldım ve ben yolumu masa tenisi olarak seçtim.

Orta 2 ve Orta 3’te ülke çapında dereceler yaptım. Takımlarda Türkiye üçüncüsü, teklerde Türkiye ikincisi oldum. Üstelik o turnuvada teklerde şampiyon olan kişiyi takım maçlarında yenen tek kişiydim. O sene turnuvalarda yendiğim yaş grubumdan bir çok kişi yazın milli takım kamplarına giderken ben çağrılmamıştım. Sebebi “arkamda beni önerecek” bir antrenörün olmamasıydı.

Bizim son senelerimiz (76-78) Türkiye’de ve Daçka’da siyasi ortamın çok gerildiği bir dönemdi. Sportif ve kültürel aktivitelerin çok azaldığı ve zorlaştığı bir dönemdi.

Üniversitede okuduğum yıllarda iki sene boyunca (1982-84) okul öğrencilerini çalıştırmaya Fatih’teki okulumuza gittim. Bir nesil oyuncu gelişimine yardımcı oldum. Daha sonra 1997-99 yıllarında iş hayatındayken yeni binadaki okulda 4 masalı bir masa tenisi salonu açılmasına ön ayak olmuştum. Okul idaresinden yeterince destek göremeyince olayı sürdüremedim. Orada tanıştığım gençlerle “hami abilik” ilişkim hâlâ devam etmekte.

Çocuklar büyüyüp işler düzene girdiğinde tekrar masa tenisi oynamaya başladım.
Cerrahpaşa Tıp eğitimi sonrasında yerli-yabancı ilaç firmalarında geçen 30 sene içinde dört ayrı uluslararası ilaç firmasında – BD, Solvay, Abbott, Takeda – genel müdürlük yaptım.
31 yıl önce Işık Ertufan ile evlendim ve kızım Merve ile oğlum Barış dünyaya geldiler – sırasıyla 1985 ve 1987.
Okul sonrası ve iş hayatımın ilk yıllarında hiç masa tenisi oynayamadım. Ta ki çocuklar büyüyüp işler düzene girdiğinde tekrar Veteran Masa Tenisi Derneğinde oynamaya başladım.
savas-ertufan-03Şimdi kendi danışmanlık firmamda çalışmaktayım.
Eşimle birlikte en büyük hobimiz -hatta yaşam şeklimiz diyebilirim- masa tenisi oynamak. Her ikimiz de Veteran Masa Tenisi Derneginde (VMTD) başkanlık yaptık. Ve şu anda yönetim kurullarında görev almaktayız. Şu sıralar VMTD bayan ve erkek takımları Türkiye MT Federasyon Liginde 1. Ligde yer alıyorlar. Eşimle birlikte bu takımda yönetici ve oyuncu olarak görev alıyoruz.
Ben ayrıca ülkemizde yapılan Uluslararası Veteran MT Turnuvasının organizasyonunu yapmaktayım. Bu sene 21’incisini yaptığımız bu turnuva Avrupa’nın en güzel özel turnuvası seçildi. Dönem arkadaşım Arap Dinçer’in Genel Müdür olduğu Kemer’deki Limak Limra ve Limak Atlantis otellerinde yapılan turnuvaya 400 civarı oyuncu katılmaktadır.
International Veteran Table Tennis Societies (IVTTS ) Başkan Yardımcılığı görevini 2007’den beri sürdürmekteyim.
Çarşı ve Adana Demirspor taraftar gruplarını seviyorum. Altınordu’yu beğeniyorum.

savas-ertufan-01

Yaz, deniz, Datça, Kaş, desktop aktiviteleri, masa tenisi, briç, 3 bant bilardo,
Sezen Aksu, Can Yücel, 70 ve 80ler müzikleri, Daçkalı kardeşlerimle (78lilerle) beraber zaman geçirmek beni mutlu eden şeyler… İstanbul trafiği ve mangandalar, bencil, medeniyetsiz insanlar, yalakalık ve riya sinirimi bozar. Karakter sahibi insanlarsa rahatlatır. Dost ziyaretleri, kitap okumak, müzik dinlemek, sinema izlemek dinlendirici faaliyetlerim…
Çarşı ve Adana Demirspor taraftar gruplarını seviyorum. Altınordu’yu beğeniyorum. Hayran olduğum sporcu Vasil Aleksandridis  ve Jan Owe Waldner.
Yeşilçam ve çağdaş Türk sinemasını izlerim. Şehir Tiyatrolarında sergilenenleri izlemekten hoşlanırım. Okulda daimileri sık sık Fatih Şehir Tiyatrosuna götürürlerdi. İlle de kitap okurum…

Fast food olmayan ve zincir olmayan özgün yerlerde yemeği severim. Beşiktaş ve Kadıköy çarşısı, Boğaz, deniz ürünleri ve elbette Adana kebapçıları Yusuf Usta ve Asma altı…

Doğal, kirlenmemiş, istila edilmemiş, sıcak Ege-Akdeniz sahil şeridi, Datça, Kaş ve Toros Dağları tatil beldelerim…

 

*Giriş notu için Dinçer Sarıkaya’ya (DŞ 78) teşekkür  ederiz.
fa/ök/kk Ocak 2016

1 YORUM

Comments are closed.