Selim abiyi (DŞ 51) 4 Mayıs 2016’da, 83 yaşında kaybettik. Demek ki biz onunla çeşitli vesilelerle görüştüğümüzde 82 yaşındaymış. Öyle kıpır kıpırdı ki yaşını hissetmeniz mümkün değildi. Darüşşafaka spor tarihinde, voleybolun kuruluşu ve başarısında, şampiyonluğa giden yolda büyük katkıları vardı; o günlerin hikayesini ayrıntılarıyla aktarmaktan üşenmezdi ama lafı mutlaka bugüne getirip Daçka için neler yapılması gerektiğine ilişkin düşüncelerini inatla anlatırdı. Dişçi muayenehanesini açık tutuyor, emekliliğin dinlenme poziyonuna geçmiyordu. Kendi ve yakın dönem okuldaşlarını sıkça evinde veya lokantalarda toplar, diyalog, sosyalleşme ve görüşmeye önem verirdi. Tarih çalışmamız için uzunca süredir izini sürdüğümüz Amerika’da yaşayan Özcan Esinduy (DŞ 51) ile onun sayesinde Marmara Yelken Kulübü’ndeki böyle bir toplantıda buluşup görüştük. Daçka’nın vefakarı Dr. Selim Köstengil’i sevgi ve saygıyla uğurluyoruz.

Kulübün henüz voleybol şubesi yoktu, bana voleybol takımını sen kur dediler.

1933 İstanbul doğumluyum. Darüşşafaka’ya girişim 1942. Göztepe’de babamdan kalma ahşap bir köşkte otururduk. Babam beş yaşındayken ülserden öldü. Balya’da nüfus müdürlüğü yapıyordu, emekli kaptandı. Sonra dayım baktı bize. Haydarpaşa gar müdürüydü. Bu oğlanı Galatasaray’a vereceğim demiş. Sonra o da öldü. İyi ki Darüşşafakalı oldum.

selim-kostengil-06
Darüşşafaka’nın ilk yıllarında

Ben okulda voleybol oynadım, kalecilik yaptım. Bir maçta rakibim kambura yattı, benim bilek küt diye kırıldı. Zayıf bir çocuktum zaten, sporculuk hayatım öylece bitti. Fakat ondan sonra kendimi tamamen voleybol idareciliğine verdim. Ben 1950-51 mezunuyum. Aslında 1950’de mezun olacaktım ama matematikten kaldım. Şubeyi 1951-52 sezonunda kurdum. Kulübün henüz voleybol şubesi yoktu, bana voleybol takımını sen kur dediler. Rahmetli Süreyya Yücelge abimiz beni çok severdi. Beni o teşvik etti kurmam için. Ben de yaparım abi dedim. Birinci lige çıktığımız zaman bana 15.000 lira verdi. Ben o zaman Reşit Saffet Atabinen yurdunda kalıyordum. Diş hekimliği fakültesinde okurken orada kaldım. Ben o parayı aldım dediğim gibi, Darüşşafaka için bir şeyler yapmak istiyorum ama bu kadar parayla ne yapabilirim? Yurtta kalırken bütün çorapları, formaları filan ben yıkadım. O zaman Cağaloğlu’nda Eminönü Halkevi vardı. Bütün üniversite öğrencileri oraya gelirdi. Orada seyrettiğim oyunculara Darüşşafaka’da oynama teklifi yaptım. Atilla, Nasuhi filan hepsi öyle geldiler. Bizim müdür Esat Bey’in oğlu Özer’i bile oynattım. O da iyi sporcuydu. Oyuncu lisanslarını çıkarınca derin bir oh çektim.

‘Abi biz yetimiz,’ dedim. Sertçe bana bakıp, ‘Bana ne,’ diye konuştu.

Hem yöneticilik yaptım, hem yeri geldi koçluk yaptım. Çocuklar beni, ben onları sevdik. Birincisi kendini sevdireceksin. O çocuklar beni öyle sevmese oynamazlardı. Para pul filan yok. Malta’daki manavdan gider birkaç kilo meyve alırdım onlara. İkinci kümede Karagücü ile maçımız vardı. Maç Galatasaray kulübünün Hasnun Galip binasındaki salonundaydı. Yenersek birinci kümeye çıkacağız. Ben hayatta kimseye yalvaramam, öyle bir kişiliğim vardır. Rakip sahaya çıktı, bir baktım Çerkez Mehmet (Berkok) abi var. Fenerbahçe’de oynardı, dekatlon filan da yapardı. Boylu poslu bir adam. O işleri beceremiyorum ama sonunda dayanamadım maçtan önce gittim yanına. ‘Abi biz yetimiz,’ dedim. Sertçe bana bakıp, ‘Bana ne,’ diye konuştu. Eyvah kayaya çarptık diye düşündüm. ‘Aman abi, bomba gibisin maşallah ama sen bize karşı fazla oynama,’ dedim. Bu işleri hiç sevmem ama dayanamadım söyledim. İlk defa öyle bir iş yaptım ve tuttu. Adam ‘Peki, oynamam,’ filan demedi katiyen ama maç sırasında oyuna asılmadı. Neticede o maçı aldık ve birinci kümeye çıktık. Ondan sonra da üniversiteli çocukları topladım ve bizim Darüşşafaka voleybol takımı böyle doğdu.

selim-kostengil-05
Selim Köstengil (x işaretli), sınıf arkadaşları ve Fransızca hocası Lebid İsfendiyaroğlu ile.

Takımın ilk zamanlarında koç olarak ben vardım. Nasuhi, Atilla filan biz kendi kendimizi idare ederdik. Takımda çok iyi anlaşma vardı. Nasuhi Samsun’dan gelmiş ama lisansı orada kalmış. Bir sene beklememiz lazım. Ona başkasının lisansını verdim. Galatasaray’la maç yapıyoruz ve bayağı zorluyoruz. Osman Solakoğlu geldi, ben senin ne yaptığını öğrendim dedi. Setler 1-1’di, iki seti alan kazanıyordu o zaman. Neyse son seti itiraz etmesinler diye verdik. Bir sene sonra Nasuhi’nin lisansı geldi. Lastik gibi süpleksi vardı, çok güzel oynardı. Ender’i ve Yalçın’ı alan benim. Yalçın Bakırköy’de oynardı. Onun oyunculuğunu severdim. Ender’i Ankara’da babaannesinden aldım. Beyaz başörtüsü içinde, namaz kılan bir kadıncağızdı. ‘Oğlum ben Ender’i bırakmam ama seni pek sevdim,’ dedi. ‘Sen baba gibisin, şimdi müsterih oldum,’ dedi.

Ankara’daki Darüşşafakalılar bizi evlerine davet ettiler. Hepimiz sarmaş dolaş ağladık, onu hiç unutmam.

Sene 1956, Federasyon kupası maçları için İzmir’e gittik. Altınordu ile oynayacağız. Orada ufak bir salon vardı o zaman. Ortalıkta hiç polis yok. Salona çıkar çıkmaz koro halinde aleyhimize tezahürata başladılar. Hepimize birer isim taktılar. Bana, ‘Kel p… topla takımını git ulan!’ diye bağırıyorlar. Bizim oyunculardan Cafer gözlüklüydü. Ona ‘Ulan Zeki Müren kılıklı’ diyorlar. Herkes titremeye başladı. Sahilden ufak taşları toplamışlar. Bizim oyuncu servis atarken taşları atıyorlar. Hakem Tevfik abi vardı, indi yerinden tribünün önüne gitti, ‘Size yakışıyor mu?’ diye bağıracak oldu. Ona da çullandılar ve susturdular. O parasızlıkta bir hafta otelde kalmışız, yeni forma yaptırmışız. Maç elden gidecek. Birinci seti aldılar, bir daha aldılar mı iş bitti. Cemal Gürsel paşa o zaman İzmir örfi idare komutanıydı. Geçen sene vefat eden rahmetli doktor Tuğrul (Altaner) vardı, Cemal Gürsel’in oğlu Özdemir’in arkadaşıydı. ‘Tuğrul git Gürsel Paşanın oğlu Özdemir’i bul,’ dedim. O zamanlar garnizon da spor salonuyla yan yanaydı. Biraz sonra baktık Özdemir bir bölük askerle içeri girdi. Ondan sonra salonda ses kesildi. Tabii maçı da aldık, federasyon kupasını da. Sonra Ankara’ya gittik. Orada da maç kazandık. Ankara’daki Darüşşafakalılar bizi evlerine davet ettiler. Hepimiz sarmaş dolaş ağladık, onu hiç unutmam.

‘Baba, baba ne oldu?’ diye herkes başıma üşüştü.

Diş hekimliğini bitirmek üzereyim. İmtihanlar başlamış fakat benim gözüm hep voleybolda. İki sınıf büyüğüm rahmetli Cemalettin Pekol abi vardı. Onunla birlikte takımı trenle Yugoslavya’ya götürdük. Geçenlerde ölen petrolcu bir Darüşşafakalı vardı, o da geldi bizimle. Demiryollarının takımı Zelezniçar bizim açık hava sahasının açılışında maç yapmıştı bizimle. Sonra bizi Belgrad’a davet etmişlerdi. Vahit Çolakoğlu da Münih’ten dönüyormuş, oraya geldi. Partizan’la oynuyoruz, o zaman çok kuvvetli Yugoslav voleybolu. Set almak bile çok zor. Vahit Abi aman bizi mahcup etmeyin dedi. Maçın başlamasına 20 dakika kalmış. Otelin salonunda herkes formaları giyiyor. Bir baktım bir kavga çıktı. Antrenörlük çok zor. On beş kişinin birbiriyle geçinmesi başlı başına mesele. Bizim oyunculardan iki kişi kavga ediyor. Yumruklar havada uçuşuyor. Ben kafayı eğip aralarına daldım. İtiş kakış onları ayırdım. Yere attım kendimi. Bana ‘Baba Selim’ derlerdi. ‘Baba, baba ne oldu?’ diye herkes başıma üşüştü. Kavgayı unuttular, beni ayıltmaya çalışıyorlar. Ben numara yapıyorum tabii. Sonra bunlara bağırdım çağırdım. Sonunda sahaya çıktık ve maçı da aldık. Ben okulu bitirip yedek subaya gidince takım Süreyya (Yücelge) abiye kaldı. Çocuklar Süreyya abiyi de sevdiler. Bir de Cemalettin Pekol vardı. Onun dışında Hikmet diye elektrik mühendisi bir muavinim vardı.

selim-kostengil-04
Kulüp takımı antremanında Ayhan Demir’in yanında X işaretli olan. Tahminen 1956.

Diş hekimi olunca Kartal’da muayenehane açtım. Bir ara Kartal’da iki tane yerim vardı, yanımda üç-dört tane diş hekimi, iki tane teknisyen çalıştırıyordum. Artık rölantide çalışıyorum ama yine de çalışmadan duramıyorum. Çok hastam vardı bu civarda. Bir gün içeri polisler daldı önden. Sonra bir bey girdi, baktım Nihat Erim. O zaman başbakandı. Florya’da toplantı yaptıkları sırada diş ağrısı tutmuş. Evvelden Dragos’ta onun dişlerini yapmıştım. Hep Darüşşafaka’yı konuşurduk onunla. Ben heyecanlı bir tipimdir. Tuttuğunu koparmak isteyen biriyimdir. Bir işi bitiremeyince hasta olurum. Darüşşafaka’yı çok daha yükseklerde görmek istiyorum.

——————————-

selim-kostengil-02Fethi Aytuna’nın notu :

Yukarıdaki satırlarda kendi anlatımıyla okuduğunuz gibi Selim Köstengil, kurulmasında büyük emek harcadığı Darüşşafaka voleybolu için yöneticilik dışında yeri geldiğinde malzemecilik, yeri geldiğinde  koçluk yapmış, takıma yeni oyuncular kazandırmıştı. Geriye bir tek oyunculuk kalıyordu ki aslında onu da yapmıştı. Yukarıdaki görüşmeyi yaptıktan bir müddet sonra, zamanın gazete ve dergilerinde son derece kısıtlı voleybol haberlerinden Darüşşafaka voleybol takımının ilk oyuncularını tespit etmeye uğraşmıştım. İlk sezona ait bulabildiğim tek haberde takım kadrosunda Selim diye bir isme rastlamıştım. Bu Selim’in kim olduğunu anlamak için ona telefon ettim. Kendisi olduğunu öğrenip, ‘Abi o zaman niye söylemedin?’ diye sorduğumda tevazuyla, ‘Bizim oyunculuğumuz o kadar önemli değildi,’ diyerek geçiştirmişti. Oyuncu olarak iki sezon süren katkısından sonra kendini tamamen yöneticiliğe vermişti. Günümüzde artık bir meslek haline gelen ve “scout” denilen, yetenekli oyuncu kaşiflerinin öncülerindendi. Özellikle üniversite eğitimi görmek üzere Anadolu’dan İstanbul’a gelen voleybolcuları Darüşşafaka takımına kazandırmakta büyük bir başarı sergiledi. Onun bu başarısını, Darüşşafaka’nın ellili yılların sonunda kıran kırana bir rekabete tutuştuğu Galatasaray’ın voleybol şubesi sorumlusu, Türk voleyboluna büyük emeği geçmiş merhum Menelaos Zamboğlu da takdir etmişti. Foto Maç dergisinin 21 Ekim 1965 tarihli sayısındaki köşe yazısını Selim Köstengil’in Darüşşafaka ve milli takımın yıldızı Nasuhi Ünlü’yü keşfetme öyküsüne ayırmıştı. Bu yazıyı aşağıda aktarırken, sadece camialarına değil ülke sporuna da büyük hizmetleri dokunan Selim Köstengil ve Meno Zamboğlu’nu saygıyla anıyorum.

Sene 1952. Amerikan dershanesinin spor salonu hayli kalabalıktı o gün. Seyircilerin büyük kısmının üniformalı oluşu dikkati çekiyordu, ama bu çevrelerin devamlıları için anormal bir manzara değildi. Elbette Muhafızgücü’nün voleybol maçına askerler gelecek ve arkadaşlarını teşvik edecekti. Müsabaka öncesi heyecanını yatıştırmak için etrafla alakalanan Muhafızgüçlü Gafur’un bakışları birden bir delikanlıya takıldı. Bu, Samsun’dan İstanbul’a gelen, Sultanahmet Ticaret Lisesi’ne kaydolan Karadenizli genç elemanımızdan başkası değildi.

selim-kostengil-03
Selim Köstengil’in Türkiye voleybol şampiyonu olan takım oyuncularına 1998’de yazlığında verdiği yemekten bir hatıra. Soldan sağa: Ünal Gökyayla, Atila Sesören, Cahit Özgür, Nasuhi Ünlü, Tuğrul Altaner, Cafer Aksakal, Ayhan Altuğ, Selim Köstengil.

Çocukluklarından beri dostluk bağları devam eden bu iki sporcu, gurbette karşılaşmanın sevinci içinde  kucaklaştı. Ve Muhafızgücü o gün hususi bir maç için sahaya çıkarken yeni bir elemanla takviye oluyordu!

Seyircilerin büyük tezahüratı arasında oynanan bu müsabakayı, saçları zamansız dökülmeye başlayan bir adam da takip ediyordu. O adamın gözleri bir ara Karadenizli çevik delikanlıya takıldı ve maç boyunca ondan ayrılmadı.

Maç bitmiş, soyunma odaları canlanmıştı. Birden bir köşeden güzel bir tenor sesi yükseldi. Herkes susmuş bu mükemmel aryayı dinliyordu. Bu arada kapıyı aralayıp içeri sızan, saçları zamansız dökülmeye yüz tutan adam yavaş yavaş o sese doğru yöneldi. Arya alkışlar arasında biterken içeri sızan adam tenora, “Delikanlı, seni ocağımıza, Darüşşafaka’ya transfer etmek istiyorum, gelir misin?” diye sormuştu. Karadenizli tenor sesli gencin, “gelirim ağabey” cevabı, Darüşşafaka voleybolünün her şeyi olan diş tabibi Selim Köstengil’i bir anda sevince boğdu; zira o, yeni bir yıldızın, hem de ender yetişen bir yıldızın doğduğuna inanıyordu.

Haklıydı sevinmekte Dr. Selim! O delikanlının ve yeni transferlerin de iltihakıyla ikinci kümeden birinciye yeni geçmiş Darüşşafaka bir fırtına gibi ortalığı altüst etmeye başladı. Kısa zamanda Türkiye üçüncüsü, teşvik şampiyonu, İstanbul lig şampiyonu ve 1958’de (1958-59 sezonu – yn) Türkiye şampiyonu oluyordu.

 

fa/ök/kk Mayıs 2016