Utku; yani bizim deyişimizle Sıtkı, Cıfkı ve bilimum lakaplara sahip arkadaşım İzmir’in okulumuzdaki en güçlü temsilcilerindendi. Hugh Grant in kardeşi gibidir ama ondan yakışıklıdır. Cesurdur, akıllıdır acayip de eğlencelidir. Biz (Utku, İlker, Gökhan, Nejdet ve ben) hayata hep eğlenceli tarafından baktık. Belki çaremiz yoktu, belki kolayı seçtik , belki de hayatın bize küçük yaşımızda atmaya çalıştığı golü yememek için bu yolu seçtik Ama iyi ki de seçmişiz, biz çook eğlendik Daçka’mızda. En çok da akşamları yatakhanede eğlenirdik. Birbirimize takılmalar, maniler, uyuyanlara yaptığımız şakalar – ki bu konuda İbrahim Özdoğru’nun (Utku’nun altında yatardı) Utku’dan çektiğini bir Allah bilir bir de biz – hepsi yanımıza kar kaldı bu yaşlarımızda. Çelimsizliğinin dezavantajını hırsı ve azmiyle kapatan Utku kısa sürede futbol takımının değişmez oyuncularından olmuştu. Onu, teneffüs, yemek araları, hafta sonları yani bulduğu her fırsatta futbol, masa tenisi, basketbol vs. oynarken hatırlıyorum. Herkes mezuniyetin tadını çıkarırken İlker, Utku ve ben mezuniyet gününde bile Zeytinburnu Futbol takımının seçmelerine katılmıştık. Tek amacımız 3 büyüklerden birinde futbol oynamaktı. Maalesef bu hedefi gerçekleştiremedik. Ancak, mezuniyetten sonra Utku’nun uluslararası basketbol hakemi olarak spordan kopmadığını görmek güzel.
Biz mi? E biz eğlenmeye devam ediyoruz 🙂 *
Aslında ağabeyim Daçka’ya gidince keyfim yerindeydi
İzmir’in Buca İlçesinde eski Buca Stadının karşısındaki iki katlı bir evin ilk katında dünyaya gelmişim. Babam şair, yazar, gazeteci, öğretmen Ali Rıza Ertan. Babam 1979 yılında, ben 5, ağabeyim Özgür 9 yaşında, kendisi de 35 yaşında iken babaannemin yaptığı patlıcan konservesini yedikten sonra botilusmus bakterisi dolayısıyla zehirlenerek vefat etti. Abim ve ben, annem ve anneannem ile Buca’da kira olan bir evde yaşamamıza devam ettik. 1987 yılında kendi evimize geçtik.
Ağabeyim Özgür, 1980 yılında Daçka’nın sınavlarına girdi ve kazandı. Ben de 4 sene sonra 1984 yılında Daçka’ya girdim. Aslında ağabeyim Daçka’ya gidince keyfim yerindeydi. Daçka’ya gitmek istemedim. Ama okulu görünce fikrim değişti. Sınavda eğer varsa ikinci adınızı da yazın demişlerdi. Ben de çocukluk işte. Göbek adımı yazdım. Sınav sonuçları açıklandı adım kazananlar listesinde yok. Ağabeyim sonradan gördü. Osman Utku Ertan olarak açıklandığı için görememişiz adımı.
Dönem arkadaşım Bülent Atalay sayesinde İngilizceyi kotardım.
İlkokulda çalışkan bir öğrenciydim. Okuldan eve gelince önce ödevlerimi yapar daha sonra sokağa çıkardım. Daçka’da ise hazırlık sınıfında İngilizcede sorun yaşadım. Dönem arkadaşım Bülent Atalay sayesinde İngilizceyi kotardım. Orta 1-2, matematik ile hiç aram yoktu. Hocamız Sadık Kaleasioğlu, prensipli, sert bir hocaydı. Beni her sözlüye kaldırdığında “429, Utku Ertan is coming to the board. Ardından 30 saniye sonra, “Yes Utku, sit down and study better, I gave you 1 from oral.” diyerek sözlüden zayıf verirdi. Aslında matematik, fizik, kimya ve biyoloji derslerinin İngilizce olması bence çoğu başarılı olabilecek arkadaşımızın edebiyat bölümüne geçmesine sebep oldu. Bence bu uygulama gözden geçirilmeli. Din dersi hocamız Hakkı Maviş’di. Ben de sınıfın haylazlarındandım. Sınıf arkadaşlarım gülsün diye sureleri Arapça aksanla okurdum. Hoca da beni her seferinde sınıftan kovardı. Orta 2’de dersten yüksek not alalım diye birkaç arkadaş mescide gitmeye başladık. Hakkı Hoca da bize iyi davranmaya başladı sınıfta. Daha sonra ben bıraktım mescidi. Hakkı hoca bozuldu bana. Bir gün derste “Utku, gavur gibi yaşıyon de mi?” Sözleri hala kulağımda çınlar. Tarih derslerinde kimse derse çalışmadıysa dersleri kaynatma görevi bana düşerdi. Dersi TRT3’den öğrendiğim bazen Almanca bazen Fransızca anlatırdım. Aysel Bayraktar hocamızı da buradan sevgiyle anıyorum. Coğrafya öğretmenimiz Özlen Eker’e karşı da özel bir bağım vardı. O yüzden coğrafya dersim de iyiydi. Yukarıda da belirttiğim sebeplerden Lise 2’de edebiyat bölümüne geçerek sözel bir branşı tercih ettim. Aklımda hukuk vardı. Ama Lise 3’te futbola fazla ağırlık verince sınava iyi çalışamadım ve çoğu edebiyat mezunu arkadaşım gibi dil puanıyla Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce öğretmenliği bölümüne girdim.
Daimi öğrenciler olarak saatlerce spor yapardık.
Daçka’ya başlar başlamaz futbol, basketbol ve masa tenisi oynamaya başladım. Özellikle haftasonları evciler gidince okul bize kalır, daimi öğrenciler olarak bizler de saatlerce spor yapardık. Spor Salonu görevlisi İhsan amcadan gizli gizli, kapalı spor salonunda futbol veya basketbol oynardık. Daçka, bizim gibi spor aşıkları için bir cennetti.
Orta 1’de basketbol takımının yedek oyun kurucusuydum ama kısa, zayıf ve güçsüz olmamdan dolayı herhangi bir maça girdiğimi bile hatırlamıyorum. Orta 2’de dönemin beden eğitimi öğretmeni Mustafa Hocanın teşvikleriyle atletizm takımına girip 1500 metreci olacaktım ki, bir iki idman sonra boş boş koşmanın bana göre olmadığını anlayarak (!) futbola geçtim. Muzaffer Hocamızın antrenörlüğünde orta ve lise takımının müzmin yedeğiydim. Forvette beleş top bekleyerek Tanju gibi büyük bir golcü olacağımı sanan ben, formayı kapmak için çok çalışmam gerektiğini biraz geç de olsa anladım.
Kırk yılda bir gol atmışız onu da Cengiz’e yazmışlar.
Lise 1’in sonlarında forvetten orta sahaya geçerek hem lise hem de kulüp takımının değişmez bir parçası oldum. Aslında zayıf ve güçsüz oluşumdan dolayı Muzaffer hocam beni kulüp takımında istememişti. Bir hafta sonu yatakhanede aylak bir şekilde otururken içeriye bir arkadaşım girdi. “Utku haydi hemen giyin maça gidiyoruz.”dedi. Ben de “Ne maçı?” diyerek yanıt verdim. “Cengiz hastalanmış, takım 10 kişi. Onun lisansıyla seni oynatacağız.” dedi. Ben de “Olur mu oğlum? Hakem anlar.” dediysem de maça çıktım ve maç, attığım golle 1-1 berabere bitti. O dönemde, İstanbul’daki tüm amatör maçların haberlerini veren yerel bir gazete vardı. Hemen gazeteyi aldım. Kendi adımı arıyorum. Buldum. Darüşşafaka 1 – Yeniköy 1. Gol Cengiz, dakika 56. Kırk yılda bir gol atmışız onu da Cengiz’e yazmışlar. Kulüp takımına böylece dahil oldum ve bir orta saha oyuncusu olarak forvet oynayan arkadaşlarımdan daha çok gol atmayı başardım. O sene, kulüp takımımızı 1. Amatör kümeye yükseltme şansını yakaladık ancak final maçında 3-1 önde götürdüğümüz maçı 4-3 kaybederek bu şansı kullanamadık. O zamanlar tek hayalimiz Tanju Çolak, Uğur Tütüneker gibi ünlü birer futbolcu olabilmekti.
Bu arada Lise 1’e geldiğimizde Darüşşafaka Basketbol takımı 2. Lig’e yükseldi ve çok iyi bir takım kurdu. Bizler de hem idmanları hem de maçları kaçırmaz olduk. Serdoğan Ersözlü yönetimindeki Daçka 2 sene içinde 1. Lige çıkarak bizleri çok sevindirdi.
Alt sınıflardaki Daçkalı kardeşlerim adımı Sıtkı sanarlardı.
Lise 1’de iken futbol turnuvasında Lise 3’lere karşı oynadığımız futbol maçını unutamam. Çok iyi oynamıştık ancak Lise 3’lü abilerin maç içindeki tehditlerinden dolayı kaybetmiştik. Ancak aynı takımla hem Lise 2’de hem de Lise 3’de şampiyon olarak çok büyük mutluluk yaşamıştık. Lakabım Sıtkı’ydı. Maçlarımızı izleyenlerin “Sıtkı gol gol” tezahüratlarını unutamam. Bir de alt sınıflardaki Daçkalı kardeşlerim adımı Sıtkı sanarlardı. Onlara kızardım, benim adım Utku diye düzeltirdim.
Maalesef İzmir’e yerleştiğimden mezuniyet sonrası Daçka ile ilişkilerim istediğim seviyede olamadı. Lise sonda okulun keyfini tam çıkaramadık. İdare ve Lise sonlar arasında bir soğukluk oldu. Bir arkadaşımız da hastalanınca okulda karantina uygulandı ve İstanbul’da bir otele yerleştik. Son dönemimizi doya doya okulumuzda yaşayamamak içimde ukde kalmıştır. Bir de yıllık çıkaramayan tek dönem olarak tarihe geçtik diye biliyorum.
Lise sonda Daçka-Yıldırımspor 1. Lige yükselme maçına gitmiştik. Noyan’lı, Mustafa’lı, Osman’lı, Okan’lı Daçka, Yıldırımspor’u yenerek 1. Lige çıkmıştı, unutamam.
Easter Cup ile basketbol hakemliğine geri dönüş yapmayı planlıyorum.
Daçka bitip de İzmir’e dönünce üniversite eğitimiyle beraber futbol sevgimi halı sahaya kaydırdım ve iyi bir spor seyircisi oldum. Daçka’da aktif sporculuğa o kadar alışmıştım ki, TV başında maç izlemekten sıkıldığım bir gün, sporun bizzat içinde olmam gerektiğini düşünerek hakem olmaya karar verdim. Futbol hakemi olmak istemedim. Amatör kümede hakemliğin zorluğunu, karda kışta, yağmurda çamurda futbol oynamış birisi olarak bildiğimden ve Daçka’da basketbol sevgisini ve kültürünü almış birisi olarak basketbol hakemliğine yöneldim. 1994 yılında İzmir’de dönemin hakem eğitmenleri Şükrü Koşar ve Alper Mütevellioğlu tarafından açılan hakem temel kursunu bitirerek basketbol hakemliğine ilk adımımı attım. 1996 senesinde C Klasman hakem oldum. Bu sırada üniversite bitti, evlendim ve Hava Kuvvetleri’ne girdim. Ancak yoğun iş, evlilik ve hakemlik temposunu bir arada yürütemeyerek 1998’de koşan basketbol hakemliğini bıraktım.
1999’da sevgili hakem ağabeyim Sezai Erdül’ün teşvikleriyle Konya’daki tekerlekli sandalye basketbolu hakem kursunu bitirerek tekerlekli sandalye basketbolu hakemliğine başladım. 2002 yılında Bosna Hersek’te uluslararası hakemliğe yükseldim ve 2003 yılında uluslararası hakemimiz Savaş Serdar’la beraber, tarafsız hakem olarak bir turnuvaya davet edilen ilk Türk hakemlerinden oldum. Bu arada “Dünya Tekerlekli Sandalye Basketbolu Ağı” adlı bir dergiye Türkiye’den haberler göndererek muhabirliğe başladım. Türkiye Tekerlekli Sandalye Basketbolu adlı web sitesi için makale, haber ve yazı yazdım. 2004 yılında İzmir’de düzenlenen Andre Vergauwen Kupası Finali, 2006 İstanbul’da düzenlenen Şampiyon Kulüpler Kupası Finali, 2006’da İstanbul’da düzenlenen Avrupa Gençler Şampiyonası Finalini yönetme onurunu yaşadım. Almanya’da düzenlenen 2007 Eurobasket Avrupa Şampiyonasında Olimpiyata gidecek takımı belirleyen Almanya-İsrail maçını 5000 kişinin önünde yönettim ve bu maçı kariyerimin en unutulmaz maçı olarak hatırlarım. 2008 yılında Pekin Olimpiyatları öncesi düzenlenen “İyi Şanslar Pekin Turnuvası”nda görev aldım. 2009 yılında İngiltere’de düzenlenen Paralimpik Dünya Kupasına davet edildim. 2010 yılında Fas’ta düzenlenen Agadir turnuvasına davet edilen ilk Türk hakem oldum. 2012 yılında hakemliği bırakarak Tekerlekli Sandalye Erkek A Milli Takımı menajerliğine getirildim ancak iş hayatımın yoğunluğu dolayısıyla bu görevime devam edemeyerek spora ara verdim. Bir dönem Merkez Hakem Komitesinde görev aldım. 2013 yılında Türkiye Bedensel Engelliler Spor Federasyonunun resmi dergisi Parasports’un editörlüğünü yaptım. 2013 yılında Uluslararası Tekerlekli Sandalye Basketbolu teknik delegesi olarak Belçika ve İspanya’da düzenlenen turnuvalarda görev yaptım. 2016 yılı Mart ayında Almanya’da düzenlenecek olan Easter Cup ile basketbol hakemliğine geri dönüş yapmayı planlıyorum ve yeniden hakemlikle buluşacağım için çok heyecanlıyım.
Yeniden baba olmanın heyecanı var bir de
Hayatım okul ve ev arasında geçiyor. 15 sene boyunca öğretmenlik yaptım ancak son 5 senedir idarecilik yapıyorum. Eğitim yönetimi ve denetimi alanında doktora yapıyorum. Hobi olarak bilardo oynamaya başladım. Okulumda bulunan bilardo masasında fırsat buldukça 3 bant bilardo oynuyorum. Lisans çıkarıp turnuvalara katılmayı hedefliyorum. Yeniden baba olmanın heyecanı var bir de. Nisan ayında Umut aramıza katılacak. Heyecanla bekliyoruz.
Daçka bizim omurgamız. Hayatımızı, kişiliğimizi, ilişkilerimizi şekillendiren bir yuva. Farkında olalım veya olmayalım, hayatımız boyunca Daçkayı arıyoruz, istiyoruz. Hep Daçka’ya dönmek istiyoruz. Sürekli oradaki anılarla, arkadaşlarımızla, öğretmenlerimizle yaşıyoruz.
Hayatım spor. Her türlü sporu izler ve yaparım. Kaybetmeyi sevmem. Eğer hoşlanmadığım bir şey varsa o ortamdan uzaklaşırım. Münakaşaya girmemeye çalışırım.
Ülkemizin bugün düştüğü konuma sinir oluyorum. Atatürk’ün “Yurtta sulh dünyada sulh” sözünden uzaklaşıp tüm komşularıyla kavgalı bir ülke olmamıza sinir oluyorum. Tüketime dayalı bir ülke olmamıza üzülüyorum. Sürekli yeni bir şeyler öğrenen ve kendini yenileyen insanlara hayranım. Onlardan biri olmaya çalışıyorum. Sürekli aynı şeyleri yapan ve aynı şekilde yaşayan insanların açık görüşlü olamayacağını düşünüyorum. Yeni bir şeyler öğrenmekten büyük keyif alıyorum.
Boş zamanlarımı spor izleyerek ve yaparak değerlendiriyorum. Ailemle gezmeyi seviyorum. Hakemlik dolayısıyla sürekli yurtdışına gittim ve bu bende bir alışkanlık oldu. Farklı ülkeler, insanlar, kültürleri görmeyi ve farklı yemekleri tatmayı seviyorum. Ayhan Sicimoğlu’nun yaptığı programa benzeyen ve “Hakemlik bahane, gezmek şahane” adını verdiğim, gittiğim ülkelere dair küçük videolar çektim. Tabii ki amatör videolar bunlar. Bir yapımcı bulabilirsem bu tür bir program yapmak isterim.
KSK-Daçka maçında tabii ki Daçkalıyım.
Hakemlik öncesi fanatik Galatasaraylıydım ancak artık sahada iyi olanın yanındayım. Basketbolda Karşıyakalıydım çocukken. Ancak Daçkamızın basketbolde Süper Lige çıkmasıyla artık iki takımım var. Ama KSK-Daçka maçında tabii ki Daçkalıyım. Hayran olduğum pek çok sporcu var. Roger Federer, Novak Djokovic, Semih Saygıner, Cristiano Ronaldo, Lionel Messi, Steve Curry bunlardan sadece bir kaçı.
Oldum olası müzikal filmlerden hoşlanırım. Kırmızı Değirmen, Romeo ve Juliet, Chicago gibi müzikal filmlerin hayranıyım. İngiltere’de gittiğim Queen grubunun şarkılarından oluşan “We will rock you” müzikalinden öyle etkilendim ki, ülkeye döner dönmez dönemin önemli şarkılardan oluşan müzikaller hazırladım. Emeklilikte onlarla uğraşacağım. Okulda tiyatro kulübünü çalıştırıyorum. En son olarak kült filmlerden unutulmaz anları canlandırdık öğrencilerimle. Bu oyunlarda rol almayı da seviyorum. Pianist filmindeki Alman subayı canlandırmıştım mesela. Hakemlik üzerine yazdığım makale, haber ve yazılarımı derlediğim Türkçe ve İngilizce iki kitap yazdım. Kitaplarımı resmi bir yayın evinden bastırmadım ancak çeşitli web sitelerinde ve elektronik ortamda basketbol hakemliğine merak duyanlarla paylaşıyorum. Türkçe kitabımın adı “Hakkını Helal Et, Hakem Oldum Anne” ve İngilizce kitabımın adı “Officiating Basketball”. Türkçe kitabım biraz daha esprili, İngilizce kitabım daha ciddi ve hakemlik üzerine tavsiyeler ile hakemliğin zihinsel becerilerine yönelik konuları içeriyor. Kitaplarım, dünyaca tanınmış hakemler hakkında başka yazarlar tarafından kaleme alınan otobiyografiler hariç bu alanda yazılmış ilk eserler. Bu konuda da bir Daçkalı olarak ilk olmak benim için büyük bir gurur kaynağı. Kitabım, İngilizce olmasından ötürü başka ülkelerde de ilgi görüyor. Örneğin kitap, İtalyanca, İbranice ve Felemenkçeye çevrilerek İtalya, İsrail ve Hollanda’da yayınlandı.
Dolma, mantı ve tüm zeytinyağlılara bayılırım. İzmir’de birkaç sahil balıkçısı var sevdiğim. Salaş ve kendine has otantik mekanları seviyorum.Eşimin ve benim ailemin Çeşmealtı ve Gümüldür’de mütevazı yazlık evleri var. Genelde buralarda geçiririz yazı. Bir de Marmaris, Aksaz’a gideriz her yaz. Fırsat bulursak da Yunan Adaları. Kendimizi orada çok rahat ve huzurlu hissediyoruz. Yemek, müzik ve deniz.
Son olarak, bizlerin kültürlü, çağdaş ve demokratik bireyler olarak yetişmemiz amacıyla her türlü imkân ve fırsatı sağlayan Daçkamıza ne kadar teşekkür etsem azdır. Genç Daçkalı kardeşlerimize de bu irfan yuvasında geçirdikleri her dakikanın hakkını vermeleri ve keyfini çıkarmalarını salık veriyorum.
*Giriş paragrafı için Aydın Akyüz’e (DŞ91) teşekkür ediyoruz.