Yaşam insana çeşitli cilveler yapıyor; bazen iyi, bazen o kadar iyi değil. İyi olmayanlar iyi şeylere yol açabiliyor. İyi/keyifli bankacılık kariyerim 25. yılda – biraz erken sonlandı; ama sonrası bana kalan bol zaman bir başka zenginlik getirdi hayatıma. Finans iş hayatının nispeten yapay insan ilişkileri yerine daha ilginç ve değişik ilişkiler ve insanlar dünyası açıldı önüme. Uzak kaldığım Darüşşafakalıları daha yakından tanıma fırsatım oldu. Sonra DSK yönetimindeki arkadaşların davetiyle kulüp yönetimine katılmam başka bir kapı daha açtı : yine uzak kaldığım basketbol ve spor dünyası insanları, bilgisi. Oradan bir başka kapı da dsk.org.tr yi Kutsal Koruk’un (DŞ 95) teknik becerileriyle kurduktan sonra başladı. “Spora şu veya bu şekilde katkıda bulunmuş” Daçkalıların portrelerini yapalım dedik, müthiş keyifli bir süreç daha başladı; tanımadığım ve tanıdığımı sandığım bir çok Daçkalıyı veya Daçkaya gönül vereni, emeği geçeni tanıma şansı çıktı… Bu portre 100. portre olacak. Bu portreleri yaparken bir çok insanı daha derinlemesine veya tamamen baştan tanıdım. Bunun hayatımda çok değerli bir zenginlik olduğunu düşünüyorum. Portrelerin bir bölümü Galip abi gibi yaşayan arşiv niteliğindeki büyüklerimiz sayesinde bizi çok eski dönemlere kadar götürdü, başka türlü ulaşamayacağımız bilgiler sağladı. Maalesef bazı abilerimizi portrelerini yaptıktan sonra kaybettik. Belki burada bir teselli var; o güzel insanlar bu sayfalarda sonsuzluğa taşınıyor. Bu süreçte Fethi Aytuna (DŞ 80) kardeşimizin çok iyi bir spor tarihçisi olduğunu fark ettim ve DSK’nın 100 yıllık tarihini kayda alma çılgınlığına giriştik. Mehmet Yüce gibi eski türkçe okuyan, belge inceleyebilen deneyimli bir spor tarihçisi ve Gökçe Demirkıran gibi bir belgeselciyi de bulunca bu çılgınlık, profesyonel kalitede 456 sayfalık bir anıt-referans esere dönüştü. 100 yıl sonra daha iyisi yapılabilir ama şimdilik Bitmeyen Sevda YEŞİL SİYAH, Darüşşafaka’nın Spor Tarihi‘ni birinci ilan edebiliriz 🙂 DSK liderliği ve Yönetim Kurulunun bu projede tam anlamıyla vizyoner ve destek yaklaşımında bulunması, zor olanı olanaklı hale getirdi.

Adil de bu süreçte daha yakından tanıdığım isimlerden. Bir çok maçta yan yana oturduk. Onun ne kadar ilgili, bilgili bir sporsever ve Daçka sevdalısı olduğunu yaşayarak öğrendim. Heyecan dolu anlatımlarına da şahit olunca yazmasını rica ettim. Yazdı gönderdi, beğendim ama bir yıldır tamamlamadı. Geçen bir maçta karşılaştığımızda “sana o kadar baskı yapıyorum, güzel portrenin devamını yazmıyorsun; bu haliyle yayınlayacağım belki yayınlanınca hevese gelir tamamlarsın” dedim, kabul etti. Yayınlıyorum bugün ve sevgili Adil’e sesleniyorum : başladığın işi yarım bırakma ! 🙂  (ök, 5 Nisan 2017).

Bunun üzerine annem ve babam anlaşıyorlar ve babam annemi kaçırıyor.

Ben babası Romanya’dan annesi Bulgaristan’dan göç etmiş ve Çorlu’nun bir köyü olan Türkgücü’ne (eski adı Paşaalanı)  devlet tarafından yerleştirilmiş bir muhacir ailenin çocuğuyum.

Babam rahmetli Mehmet Çavaş liseden terk, annem ise hiç okula gitmemiş (daha sonra ablamla beraber okuma yazmayı öğrenmiş ve her gün gazete okuyan) erkek gibi yetiştirilmiş bir köylü kızı.

Babam Mehmet köyün ağası olan Adil ağanın yaramaz oğlu. Annem ise gariban bir çiftçi Yusuf’un kızı. Babam ilk görüşte anneme aşık oluyor ve evlenmek istiyor fakat annemin babası rahmetli babamın yaramazlıklarından ve annemin erkek gibi çalışarak (çoğu zaman da eğersiz atlara binerek) ona işlerinde yardımcı olduğundan annemi babama vermiyor.

Bunun üzerine annem ve babam anlaşıyorlar ve babam annemi kaçırıyor. Bunun cefasını dedem ve anneannem ölene kadar çok çektik.

Babam okuma yazma bile bildiğimi, isterlerse imtihan yapabileceklerini söylüyor ama hiçbir işe yaramıyor.

Babam aynı köyde bir süre daha kalıyor ve 1950 yılında ablam doğduktan sonra İstanbul’a göç etmeye karar veriyor. O zamanlar liseden ayrılanlar bile çok kolay iş bulabiliyorlar ve babam İETT Mecidiyeköy garajının (şimdiki Cevahir AVM) işe başlıyor. O zamanlar burası şehrin sınırı. Her taraf dut ağaçları ile kaplı ve dağın başı. Babam da daha önce gelmiş arkadaşlarını bularak bir süre onlarda kalıyor ve bir süre sonra eskiden Gayrettepe yazlık sinemasının olduğu yerin arkasında hemşehrilerinin yanında bir bahçeli ev yapıyor (daha sonra bunların adı gecekondu olarak geçmeye başladı).

Annem bana hamile kalınca köye gidiyor ve ablamı da doğuran ebe (namı, ‘kırtıllı anne’) benim de doğmama yardımcı oluyor : 1 Ekim 1953. Bu tarihin ne kadar zor bir tarih olduğunu daha sonra anlıyorum.

Ablam ve ben Taksim Parkı 1955.
Ablam ve ben Taksim Parkı 1955.

Zaman çok çabuk geçiyor ve 1959 senesinin okul zamanı geliyor. Annem ve babam beni bize en yakın Likör Fabrikası arkasındaki Hürriyet-i Ebediye adlı okula kayıt için götürüyorlar. O zamanlar okullar 15 Eylül civarı açılıyor. Kayıtta 6 yaşını doldurmadığım ve 7 yaşından gün almadığım için kabul etmiyorlar. Çok mücadele ediyor annem ile babam ama nafile. Babam okuma yazma bile bildiğimi, isterlerse imtihan yapabileceklerini söylüyor ama hiçbir işe yaramıyor.

Ben üç kardeşin ortancasıyım. Ablam benden üç yaş büyük, kardeşim Kemal de üç yaş küçük.

Ablamla beraber ben de okuma yazmayı öğreniyorum. Ağlayarak eve dönüyorum ve 1960 senesinin  sonbaharında bu okula kaydım yapılıyor.

Ablam okulun korosunda ve İstanbul Kız Lisesi ile Darüşşafaka ortak bir koro kuruyor.

Bu arada kardeşim de okula başlıyor. Mecidiyeköy ve Gayrettepe yavaş yavaş kalabalıklaşıyor hatta 1963 senesinde Ali Sami Yen stadı Bulgaristan maçı ile açılıyor. Maç başlamadan cadde tribünün bir kısmı çöküyor ve yaralananlar oluyor. İzdihamdan mı yoksa Kemal Uzan müteahhitliğinden mi belli değil. İş geçiştiriliyor (bugün aynı yerde yükselen gökdelenlerde olan kazalar farklı mı sanki).

Üç çocuk aynı anda okuduğu için babam zorlanmaya başlıyor. Babam bu çarkı nasıl çevireceğini düşünürken köyden bir akrabamız bir çözümle babama geliyor. Enişte ben bir minibüs aldım vallahi haftada senin maaştan fazlasını kazanıyorum diyerek babamın kanına giriyor. Babam da oturduğumuz evi satıp bir minibüs alıyor. Memurluktan ayrılmak istemediği için de bir şoför tutuyor ve ilk hafta işler çok iyi gidiyor. O zaman sigorta da çok yaygın değil ve araba sigorta yapılmıyor. Bir akşam (arabayı aldıktan 10 gün sonra) şoför arkadaşları ile  beraber Avcılar civarında bir ölümcül kaza yapıyor ve bizim zorlu günler başlıyor.

Ha bu arada Mecidiyeköy civarında devlet lisesi olmadığı için Laleli’ye taşınıyoruz ve ablam İstanbul Kız Lisesi’ne kayıt oluyor.

Çok borçlanıyoruz arabadan dolayı ve babam kara kara düşünüyor ne yapacağım bu çocukları diye. Ablam okulun korosunda ve İstanbul Kız Lisesi ile Darüşşafaka ortak bir koro kuruyor. Koro bir çalışmayı Darüşşafaka’da, diğerini kız lisesinde yapıyor. Ablam bu okulu çok beğeniyor ve nasıl buraya girilir diye soruyor ve benim Daçka serüveni başlıyor.

Sanıyorum imtihanı en son sıralarda kazananlardanım.

İlkokulda çok çalışkan bir öğrenciyim ama çokta ufak tefek olmama rağmen sürekli top peşinde koşuyorum.Bu arada imtihanı kazanıyorum.Ev ziyaretleri oluyor. Bir hamle daha var. Sağlık kontrolu. Ciğerlerimde bir problem var beni almayacaklar. Kısa bir tedaviden sonra düzeliyorum ve okula kaydım oluyor. Sanıyorum imtihanı en son sıralarda kazananlardanım.

Hazırlık 1 C’ye kaydım yapılıyor. Türkiye nin her yanından gelmiş 80 civarında yeni arkadaşım olmuş durumda.Tüm kurallar konmuş, tüm aktivitelerin ve derslerin saatleri belli. Bize oynayacak ve topun peşinde koşacak pek bir zaman kalmadığını düşünüyorum. Bilhassa İngilizce derslerini çok seviyorum. Cumartesi yarım gün olmak üzere haftanın her günü okul var. Sabah 9.00-12.30 bir saat öğle yemeği ve oyun süresi 13.30-16.05 yine ders. 16.05-17.20 büyük teneffüs. Sonra 17.30-19.00 etüt. 19.00-20.00 akşam yemeği ve dinlenme. 20.00-21.00 etüt. 21.30 yat zili (bilhassa son sınıfların yaz bölümüne geldiğimizde hava aydınlık iken uyumak çok zor oluyordu).

Futbolun dışında başka oyunlar da olduğunu Daçka’da gördüm.

Bu tempoya çabuk adapte oldum. Futbolun dışında başka oyunlar da olduğunu (basketbol, masa tenisi ve satranç gibi) Daçka’da gördüm. Ali abi sayesinde çok kısa sürede satranç öğrendik (Faruk, Suat gibi arkadaşlarla akşam yemeğinden sonra satranç oynuyorduk. Bu arada masa tenisine de merak salmıştım. Buradaki arkadaşlarım arasında Erhan Süsler, Orhan Dıramca, Mustafa Ağca ve üst sınıflardan Ertuğrul Tuzcu ve Erol abi vardı.

Kendi kendimize bir şeyler öğrenmeye çalışıyorduk. Arada bir sabah erken kalkıp (tabii ilkbahardan sonra) mini futbol ve açık sahada basketbol da oynuyorduk. Ben ufak tefek olduğumdan ancak iki beş tamamlanamadığı zaman basketbola davet ediliyordum.

Babamdan haftalık 2.5 TL alıp harcamadan tekrar geriye götürüyordum.

Zaman hızla akıp geçti ve sene sonu geldi. Bayağı bir ingilizce öğrenmiştik. Hatta konuşabiliyor ve tümü yabancı olan öğretmenlerimizle anlaşıyorduk (Hayrettin Cete’yi de yabancı mı saymak lazım bilmiyorum).

Babamdan haftalık 2.5 TL alıp harcamadan tekrar geriye götürüyordum. Gelecek hafta benim param var diyordum. Bu parayla 10 tane simit alınabiliyordu. Evimiz Laleli’de idi ve otobüs parası vermemek için ben bu yolu yürüyerek gidip geliyordum hafta sonları.

Hazırlık 1 C, Mayıs 1966. Önde ortadaki en minik olan benim.

 

Yeni gelenler bize abi diyorlardı.

Çarşamba günleri veli ziyareti vardı.Rahmetli annem her Çarşamba bana sarı leblebi ile kuru üzüm karışımı 1 TL lik atıştırmalık getiriyordu. Bu arada yavaş yavaş arkadaşlıklar da oluşuyordu. Gerçi ben herkesle iyi geçiniyordum ama boş kalan zamanlarımda kafa dengi bulduğum sırdaşlarım da olan Suat, Nedim gibi arkadaşlarımla gelecek ile ilgili konuları konuşuyorduk. Suat sınıfın en uzunlarından ben de en kısalarından… Ayrıca Ömer Pesen’i de unutmamam lazım. Tabii oyun arkadaşlarım da çoğalmıştı. Futbol,masa tenisi ve satranç…

İlk sene üzücü de bir olay olmuştu. Nejat (yanlış hatırlıyor isem sınıf arkadaşlarım düzeltebilir) arkadaşımız merdivenden (sadece 3-4 basamak) düşmüş ve ölmüştü. Cenazeye gidecekler arasında ben de seçilmiştim. Hiç unutmam çok soğuk bir havaydı ve ben de paltolarımız daha verilmediğinden ceket ile gitmek zorunda kalmış ve hasta olmuştum.

1966 yazı geldi çattı.Herkes,bilhassa daimi yatılılar evlerine gidecekleri için çok heyecanlı idiler. Ben ise yazın nerede çalışıp da aileme destek olurum diye düşünürken İstiklal Caddesi 339’da (Tünel’e gider iken St. Antuan kilisesinden sonraki köşe) deri giyim malzemeleri satan dayım aklıma geldi. İngilizce de bildiğim için dükkanda tezgahtar olarak çalışmaya başladım. Turistlerin karşısına beni çıkarıyorlardı (o günlerde anutçular hariç çok az tezgahtar yabancı dil biliyor idi). Turistler karşılarında minicik bir adamın İngilizce konuştuğunu görünce bayağı etkilenip diğer arkadaşlarına da burayı tavsiye ediyorlardı.

Bir yaz böyle geçti.Bir an önce okul açılsın istiyordum. Hazırlık 2li olmuştuk. Yeni gelenler bize abi diyorlardı. Ne güzel bir sürü kardeşim olmuştu bir anda.

Hayatımın ilk aşkı ile de bu kulüp sayesinde tanıştım.

Bu arada yasak olmasına rağmen bol bol futbol oynuyorduk. Misket de popüler oyunlardan olmuştu. Masa tenisi ve satrançta da yol alıyordum.

Orta 2’ye geldiğimizde ilk defa okullar arası turnuvalara katılmaya başlamıştık. Tüm turnuvalar şimdiki Nişantaşı Işık Lisesinin salonlarında yapılıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam fena dereceler de almıyorduk. Bu turnuvalarda bizi gören amatör kulüp yöneticileri bizleri kulüplerinde oynamaya davet ediyordu ama maalesef lisanslı sporcu olmak yasak idi. Liseye geldiğimizde kaçak olarak Naci abinin yönettiği Darüşşafaka’da lisanslı futbolcu olarak oynamaya başlamışlardı. Ben de onlardan cesaret alarak Ortaköy Kulübü’nde (Pfizer tarafından finanse edilen) lisanslı sporcu olarak oynamaya başladım. Üniversiteyi bitirene kadar burada spor hayatıma devam ettim. Hayatımın ilk aşkı ile de bu kulüp sayesinde tanıştım. Erol Hacıoğlu da çapkınlık arkadaşım idi. Erol aramızda kalsın kimseye detay yok 🙂

Lise 2’ye geldiğimizde beni de okul takımına aldılar.

Orta sona geldiğimizde okulda futbol oynamak serbestti artık. Bizim sınıftan Eşref ve Recep en iyilerdendi. Ha Cemail Baykuş u da unutmıyayım. Lise 2’ye geldiğimizde beni de okul takımına aldılar.

Liseye geçtikten sonra bir hedefim vardı : Fen sınıfı imtihanını kazanıp fen sınıfında okumak. O zamanlar imtihansız Robert College’a (şimdiki Boğaziçi Üniversitesi) bizim okuldan da öğrenci alıyorlarmış diye duyuyorduk. Biz gerçi sonra merkezi sistem imtihana girip öyle girmiştik Boğaziçi’ne.

Üniversite yıllarını da ileriki bölümlerde anlatmaya çalışacağım.

1972-1973 sezonu Maltepe Stadyumu. Oturanlardan soldan üçüncü ben.

Biz o günkü tabir ile ot  veya inek kategorisindeydik.

Beni tanıyanların büyük bölümü beni masa tenisçi olarak bilir. Futbol ve satranç kısmını çok az kişi bilir.

Biz Lise yıllarına geldiğimizde (1970-1971) ülkede öğrenci hareketleri had sayfaya ulaşmıştı. Ablam o zamanlar İstanbul Üniversitesi Fen bölümünde okuyordu ve okulda sürekli olaylar çıkıyordu. Bir gün o solcular bir gün sağcılar üstün oluyor ve ablam da okulda hapis kalıyordu.

Benim parasızlıktan dolayı bir tek hedefim vardı, bir an önce lise ve üniversiteyi bitirip kendi paramı kazanmak. Gerçi 1966 senesinden itibaren kendi paramı kazanmaya başlamıştım. Kışın bile Cumartesi günleri dayımın yanına gidip tezgahtarlık yapıp beni idare edecek parayı kazanıyordum. Yazın kazandıklarım da vardı zaten.

Bizim sınıfta da Seyfi, Nurettin ve İbrahim’in öncü olduğu bir grup neler olup bittiğini takip ediyordu. Bizim sınıfta bildiğim kadarıyla zaten en çok kitabı da onlar okuyordu. Öğretmenlerle bile doğru bildikleri konularda gayet rahat tartışıyorlardı siyasi konuları.

Biz o günkü tabir ile ot (sosyal olaylarla fazla ilgilenmeyen kişi) veya inek (bu da çok çalıştığımız için) kategorisindeydik.

Ben girdiğimde ağabeyim lisede okuyordu

Biz belli etmesek de bizlerin de tabii ki bir siyasal düşüncesi vardı ismini ne koyarsanız koyun. Bağımsızlıktan yana, hırsızlık ve yolsuzluğa karşı ( kim yapar ise yapsın), tüm insanların özgürce paylaşarak ve kardeşçe yaşadıkları haksızlığın en az olduğu bir düzen… O günlerden hatırlarım tüm bu ilkeleri savunanlar bugünün en faşist ve yalaka patronları olmuşlardır. Ama bizler elli sene sonra da aynı düşüncemizi devam ettiriyoruz.

Trakyalı göçmenlerin çoğunda sosyal demokrat bir yapı vardır. Türkiye’de her zaman sol partiler Demirel dönemi de dahil en çok yüzdesel oyu burada almışlardır. Özgürlük en birinci istekleridir hayatta.

Önümde yapmak istediğim birkaç şey daha var…

Üniversite ve iş hayatı yıllarımı da ayrı iki bölüm olarak anlatmak isterim eğer bu yazımı sayın Editör Öktem Kalaycıoğlu beğenir ise.

Önümde yapmak istediğim birkaç şey daha var;

  1. Tüm yaşantımı çok daha detaylı anlatabileceğim bir kitap yazmak,
  2. 40 yıllık mühendislik tecrübelerimi toplayacağım, mühendislere yardımcı olacak bir kitap yazmak,
  3. Haftada bir gün de olsa Üniversite veya Liseli gençlere hayat ve iş hayatı ile ilgili bilgiler verebilmek.

1973 yılında Daçka nın 100.yılında yıllıksız bir şekilde okuldan mezun olduk. Üniversite sınavına girdik ve yanılmıyorsam bizim seneden yaklaşık 15 kişi Boğaziçi’ne girdik. Milliyet gazetesinin o günkü listesini hala saklarım.

aç/ök/kk 5 nisan 2017