mehmetbaturalp-18
Fenerbahçe deplasman maçımız öncesi  görüşme. Fethi Aytuna, Mehmet Baturalp, 4 Ocak 2015.

Batur abiyi Darüşşafaka Spor Kulübü minikler kategorisinde Fenerbahçe ile oynadığımız maçta gördüm ilk kez (1968’de olabilir). Daçkalı bir efsane Fenerbahçe’yi çalıştırıyordu !… Devrede soyunma odalarında çalıştırıcılar taktik verirken ince oda duvarından Batur abinin yüksek sesini duyabiliyorduk. Sert bir şekilde oyuncularını eleştiriyordu, bizim karşımızda sergiledikleri performans nedeniyle.  Maçı kazandık mı kaybettik mi hatırlamıyorum ama bu azar olayı, aklımda kalmış… Her camia öyledir ama  Daçkalılar biraz daha mı duygusal ? Yalçın abi gibi Batur abinin de başka takımlarda oynamalarını hazmedemeyen dostlarımız var… Özellikle geçmişteki amatörlük ortamında, yeteneğini en iyi şartların olduğu yerde değerlendirmek adeta günahtı… Aslında sonuçta bütün bu yıldız isimler Darüşşafaka çatısından yetişmiş değerler ve ülke çapında basketbola katkı yapmış olmaları Darüşşafaka hanesine yazılan pırıltılar. Keşke oynadıkları kulüplerden bağımsız olarak 5, 10,  değil okuldan ülke çapında yüzlerce sporcu yetiştirmiş olsak  –  profesyonel ‘altyapı fabrika’mızda bunu da yaptık gerçi… Bugüne gelirsek, görüşmelerimizdeki Batur abinin dinçliği, neşe içindeki anlatımı çok güzeldi. Söyleşiyi oğlu Burak’ın Ayazmapide Lokantasında yaptık (ürünler çok kaliteli, tavsiye ederim ! :), yeterince besin tüketmediğimiz için kızdı, geçmiş ve bugüne ilişkin düşüncelerini enerjik bir şekilde aktardı. Batur abi maçlara gitmiyor, evden seyretmeyi daha konforlu buluyor, o gün de güzel tesadüf Fenerbahçe ile deplasman maçımız vardı, Ülker Arena’ya çok yakındık, davet ettik gelmedi. O maçta Batur abinin bir zamanlarki ‘okul’ takımı, bir zamanlarki ‘profesyonel’ takımını 95-93 yenerek bizi çok sevindirdi… Milli basketbolcu, şampiyonlukların ve milli takımın antrenörü, yazar, yorumcu Batur abinin öyküsünü birlikte dinleyelim.

Anneannenin emekli maaşı 

mehmetbaturalp-08
Kardeşler Nermin, Mustafa, Mehmet Baturalp. Tahminen 1942.

1936 doğumluyum. 1946-47 ders yılında dördüncü sınıfta Darüşşafaka’ya girdim. 1955’te mezun oldum. Bizim zamanımızda bütün Türkiye’de lise dört yıla çıkarılmıştı. O yüzden biz on ikinci sınıfı da okuduk.

Ben Tophane’de doğdum.   Ablam, ben ve erkek kardeşim, toplam üç kardeştik. Annem ve haminnemle beraber yaşıyorduk. Gelirimiz yok, ev kira. Maalesef birinci sınıfa başladığımda, yani yedi yaşında iken babamı kaybettim. Babam kırk beş yaşında kalp krizinden öldü. Selanik Bankasında gümrük işlerine bakıyordu. O ölünce hayat tarzımız tamamen değişti. Ondan sonra tabii çok büyük imkânsızlıklar içinde yaşadık. Annem ev hanımı, ablam da çalışacak kadar büyük değildi. Babamdan bir gelir de kalmamıştı, anneannemin emekli maaşı ile hayatımızı devam ettirmeye çalışıyorduk.

Marangoz, matbaa, berber çıraklığı

Ama bu sırada Darüşşafaka bana sahip çıktı. Ben dördüncü sınıfta Darüşşafaka’da okuma şansına eriştim. Eğer Darüşşafaka’ya giremeseydim durumum ne olurdu onu da bilmiyorum çünkü doğduğum yer İstanbul’un pek saygın yerlerinden değildi, bayağı karmaşık bir düzen içinde olan Tophane ve onun en beter yeri Karabaş’ta doğmuştum. Darüşşafaka’ya gidince, ailem üzerinde benim ekonomik baskım azaldı, hiç olmazsa aileme o şekilde faydalı olmaya çalıştım. Tabii harçlığım filan olmadığı için, genelde yaz tatillerinde küçücük yaşlardan itibaren çalışmaya başladım. Marangozda, matbaada çalıştım, simit sattım yaz tatillerinde. Berber çıraklığı bile yaptım. İyi bahşiş verenleri iyi süpürürdüm ! Berber haftalık vermezdi, topladığın bahşişlerle para kazanırdın. Ama Darüşşafaka bize her şeyimizi yeme, içme, barınma, giyim kuşam verdiği için harçlıklarımı sadece kendi imkânlarım için kullanma şansına sahip oldum.

mehmetbaturalp-06
Sünnet düğününden, 1943 olmalı

3 mehmet 1  Batur 

Darüşşafaka’ya girmeden önce mahallede genellikle futbol oynardık. Okulda da futbola devam ettim. O zaman paramız olmadığı için bez top yapardık. Bu bez topu muhteşem yapan arkadaşlarımız vardı. O bezleri toparlar, dikerlerdi. Yere düştüğü zaman bayağı da zıplayacak şekilde top yaptıklarını biliyorum. Bizim girdiğimiz dönemde biz ilkokul kısmı, lise kısmına geçemezdik. Lise kısmında bir futbol sahası vardı. Futbol sahasının yanında da kapalı salonumuz vardı. Lise kısmına geçemediğimiz için, bu bez toplarla kendi aramızda oynardık.

mehmetbaturalp-14
Mahalleden Yaşar abla ile İstiklal’de okul üniformalı ve gururlu yürüyüş

Darüşşafaka’da dördüncü sınıfa girdiğim zaman, bizim sınıfta üç tane Mehmet vardı. Çocuklardan bir tanesini Mehmet diye, yani hakiki ismi ile çağırdılar. Bir tanesini göbek adıyla çağırdılar. Beni de soyadımla, yani Baturalp diye çağırmaya başladılar. Fakat çocuklara haklı olarak bir müddet sonra o Alp fazla geldi. Onu da attılar, Batur aşağı, Batur yukarı oldu. O isim benim üzerime artık bir simge gibi yapıştı.

Basketbolun doğuşu Yalçın abilerle

Benim basketbolla tanışmam yedinci sınıfta oldu. Biz o zamana kadar basketbolun ne olduğunu bilmiyorduk, sadece futbol ve voleybol oynuyorduk. Yalçın Ağabeylerin sınıfında müthiş bir basketbol patlaması oldu. Biz ortaokuldayken Yalçın Abiler lisede okuyordu. Onların sınıfından iyi basketbolcular çıktı. Senih Abi var, diş profesörü. Atilla Erten var, Namık Abi var.  Onları takiben rahmetli Şevket Taşlıca ağabeyimiz basketbolun içinde yükselmeye başladı. Biz de basketbola ilgi duymaya başladık. O sırada ben voleybol takımında pasör oynuyordum. O zamanlar voleybolda üç tane kütör, üç tane pasör diye bir sistem vardı. Ben Sedat Erberk’in pasörüydüm. Sınıfta da yan yana otururduk.

Ben okul takımında futbol da oynadım. Hatta golüm bile vardır. Şeref Stadında Tophane Sanat’ı 1-0 yendik, golü ben attım. Hem yumruğu yedim gözüme, hem golü attım. Sol iç oynuyordum futbolda. Yani üç sporda da okul takımında oynardım. Yalnız voleybolu sadece ortaokul takımında oynadım. Bize voleybol antrenmanları yaptıran Darüşşafakalı basketbolcu ağabeyimiz Niyazi Turan idi. Benden basketbol antrenmanlarına da gelmemi istedi, bu şekilde basketbola başladım. Oyun kurucu olarak kendimi sahada buldum. Bizim sınıfın sportif yönü çok iyi idi. Bunlardan ilk aklıma gelenler Hüdai Budanur, rahmetli Sedat Erberk, Bahattin Sipahioğlu. Biz hem voleybol, hem basketbol oynamaya başladık. Sekizinci sınıfta hem voleybol hem de basketbolda İstanbul ortaokullar arasında şampiyon olduk.

mehmetbaturalp-09
Ayakta soldan sağa dördüncü Halime halam, babam Emin, annem Şerefnur, Hanife halam. Oturanlar : Ablam Nermin, Halime halanin oğlu Bülent Demiray (o da Darüşşafakalı,  doktor oldu, Yalcin Granit’in sınıf arkadaşı), ben. 1939 olmalı.

Toplar, ayakkabılar…

Antrenmanlarda bir tane parçalı topumuz vardı. O parçalı topu da şöyle tarif edeyim: içi şambrelli, üzerinde memesi var. Önce o meme pompa ile şişirilir, sonra iple bağlanıp içine sokulur. Yukardan ipleri tekrar bağlanırdı. Sonra bu top ile dripling yapmaya çalışırdık. Tabii topu sektirirken o ipli kısım yere değdiği zaman, top bir sağa bir sola giderdi. Zannediyorum ki, topu kontrol etme yeteneğimiz, bu toptan kaynaklanıyordu. Gislavet diye bir lastik ayakkabımız vardı. Her maçtan sonra tabanlarım ağrırdı. Sonra Çin kesi diye bir şey çıktı. Bir topun arkasında yirmi kişi turnike sırası bize gelsin, bir atış yapabilelim diye beklerdik. Sonra onun çaresini de bulduk. Küçük tenis topları ile okulun taş zemininde dripling yeteneğimizi geliştirmeye çalışırdık. Şimdi basketbolun ileri ülkelerine bakıyorum da, çocukların top kontrol yeteneğini geliştirmek için tenis topu ile çalıştırma yapılıyor.

mehmetbaturalp-01
O zamanlar olağanüstü : 2.15’lik Hüseyin Alp ile İTÜ Gümüşsuyu açık hava sahası’nda. Muhtemelen 1967

Spor en büyük eğlence olunca

Biz okuldayken eski spor salonunda oynardık. Küçücük bir salondu. Camları kırıktı, güvercinler içerde yuva yapardı. Antrenman yaparken kafana kuş pisleyebilirdi. Yalçın abilerin sınıfı da hep orada büyüdüler. Buna rağmen Darüşşafaka, İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin bulunduğu imkânsızlıklar içinde spor için ideal bir okuldu. Neden diyeceksiniz. Pazartesi gününden Cumartesi öğlene kadar (Cumartesi günleri tatil değildi o zamanlar) okuldaydık. Cumartesi öğleden sonra tramvaya binip evimize giderdik. Pazar akşamı da tramvaya biner, okulumuza dönerdik. Boş zamanlarımızda yapacak başka bir şey olmadığı için, en güzel şey sporla uğraşmaktı. Öğlen paydoslarında, herkes yemeğini erken yiyip sahada yer kapmaya çalışırdı. Bazen akşam etüdünden kaçıp salonda basketbol oynardık. Spor için Darüşşafaka ideal bir yerdi ama derslerimizden de geri kalmazdık. Dediğim gibi biz Darüşşafaka’ya dördüncü sınıfta girdik, on ikinci sınıfta mezun olduk.  Ben bu dokuz yılda hiç ikmale kalmadım. Diğer sporcu arkadaşlarım da öyleydi. Biz dersler ve sporu bir arada mükemmelce götürmeyi başardık.

Uyumlu takım

Dokuzuncu sınıfta basketbolda başarımız yok ama on, on bir ve on ikinci sınıfta Darüşşafaka lise takımı üç yıl boyunca İstanbul liseler arası şampiyonu oldu. Bizim için lisede rakip yoktu. Şevket Taşlıca da bizden iki sene büyük olmakla birlikte kaldığı için bizim sınıftan mezun oldu. Şevket Taşlıca bizim Rıfkı Hoca’nın yeğeniydi. Çok enteresan bir insandı Rıfkı Hoca. Bugün zeytin yerken hayatta tüküremem veya çekirdeğini elimle alıp tabağa bırakamam. Çünkü o bize çekirdeği önce çatala koymayı, sonra tabağa bırakmayı öğretmişti. Yapmayan olursa kulaklarına asılırdı. Çok disiplinliydi. Şevket’in dışında ben, Hüdai, Nedret, Giray, Akın Batman gibi isimlerden oluşan çok iyi bir takımımız vardı. Hele biz onuncu sınıfta iken kulüp takımı da kurulunca, hem kulüp hem de okul takımında beraber oynadığımız için artık gözümüzün veya kaşımızın en ufak bir hareketinden ne yapacağımızı biliyorduk. Birbirimize çok alışıktık. Finallerde de hatırladığım kadarı ile hep Haydarpaşa Lisesini yenip şampiyon olurduk.

mehmetbaturalp-17
Enerjik ve canlı

O zaman önce Niyazi Turan abimiz oyuncu koçtu. Onun dışında bizim en büyük kılavuzumuz Yalçın Granit ve Şevket Taşlıca’ydı. Ayrıca İstanbul’a gelen yabancılarla, Amerikan donanması geldiği zaman, işte onlar nasıl oynuyor diye seyrediyorduk. Ama bizim gelişmemizdeki en mühim şey, okulda oynadığımız tek potalar idi. Tek potalarda bire bir veya en fazla üç kişilik takımlar ile yapılan iddialı maçlardı. Orada tek başınasın,  antrenörün yok. Antrenör de, oyuncu da sensin. Rakibini geçeceksin, geçmek zorundasın kazanmak için. Hele iddialı olunca maçlar insanı daha çok hırs basar ve iyi de müdafaa yaparsın. Oyunun hem müdafaa, hem hücum yönünü çok rahat oynayıp geliştirebilirsin bu şekilde. Bugünkü antrenörlere bakıyorum, hiçbiri tek pota oyunu idmanlarda benimsemiyor. Halbuki bence, bir oyuncunun kişisel yeteneklerini geliştirmesinin en önemli unsuru bu tek pota maçlar idi.

13 adımda kaçış

Bazı akşamlar okuldan kaçardık. Büyük giriş kapısından bahçenin içinde Haliç yönüne doğru on üç adım saydığın zaman, duvar orada alçalıyordu. Oradan atlayıp dışarı kaçardık ve oraya “13 adım” derdik. Sonra yine aynı noktadan içeriye girerdik. Bir kere de maç için çıkmıştık. Liseler karmasının maçı vardı. Teknik Üniversite ile oynayacaktık. Karmada Şevket, Hüdai, ben ve Sedat vardık. Dilaver (Uzgören) abi belletmendi. Bize kızdığı için Süreyya (Yücelge) abiye söylemiş, o da müdür muavinine söylemiş. Bizi o maça gitmekten men ettiler. Maç hafta içindeydi. İzin olmadan gitmemize imkân yoktu. Şevket bir çare düşündü. Liseler karmasına bakan Alaattin Hoca telefon etti. Şevket abi konuşmuştu onunla. Hocaya şöyle bir akıl vermiş: ‘Müdür muavinine ben Süreyya diye konuş. Çocukları affettik, gelsinler de,’ diye söylemiş. O sırada yeni yapılan binadaydık. Bir anons yapıldı: ‘Şevket, Batur, Hüdai, Sedat, müdür muavininin odasına gidin.’ Gittik odaya, muavin maça gitmemiz gerektiğini söyledi. Şevket abi cin gibiydi. ‘Hocam bu saatten sonra yetişemeyiz, gitmeyelim,’ dedi. Muavin, ‘Süreyya Bey çağırdı, gideceksiniz,’ diye ısrar etti. Şevket, ‘Peki madem istiyorsunuz, gidelim,’ dedi. Hüdai gelmedi, o Dilaver abiden yana çıktı. Ben, Şevket, Sedat Çarşamba’dan bir taksiye atladık. Yolda giderken arabanın içinde soyunduk. Teknik Üniversite önünde inip kapıdan girdik. O sırada Dilaver abi de çıkarken bizle karşılaşınca çok şaşırdı. Biz girdik, liseler karmasında oynadık ve İTÜ’yü kendi sahasında yendik. Ertesi sabah Şevket, Sedat ve beni müdür Esat Altan çağırdı. ‘Kime telefon ettirdiniz?’ diye sordu. Şevket abi, ‘Bilmiyoruz, bizim haberimiz yok,’ dedi.

mehmetbaturalp-13
Oğlum Ömer Baturalp’e top sektirmeyi öğretirken , Erdal Poyrazoğlu ve  Güner Yalçıner yakından izliyorlar. Fenerbahce stadı eski hali. Muhtemelen 1965.

 

A takımına geçiş heyecanı

Ben okul takımından, kulüp takımına geçtiğimde yıldız takımda idim. Yıldız takım, biliyorsunuz küçük, ondan sonra kademe olarak genç takım gelir. Ama bizi bu küçük yaşta birden A takımına aldılar. Şevket abi dedi ki, “Sen oynarsın.” “Abi oynayamam, korkuyorum, ben daha yıldız takımdayım. Nasıl çıkacağım da yapacağım?”  diyorum. O da bana “sen merak etme, biz sana destek oluruz oyun içinde “ dedi. Hakikaten çıktık, abilerimin desteği ile yıldız takımdan A takımında oyun kurucu olarak oynamaya başladım. İddia ediyorum, bugün sporda yıldız takımını bitiren bir çocuk, A takım seviyesindedir. Bizde maalesef hala yirmi beş yaşındaki sporcuya genç sporcu diyoruz. Böyle bir şey olmaz, çocuk on sekiz yaşına girerken artık A takımda oynayabilecek yetenekte olması gerekir. Ben daha on sekiz yaşını doldurmadan da genç milli takıma seçilmiştim. Hatta bir yurtdışı seyahatine annemin izniyle katılmıştım.

mehmetbaturalp-02
Ankara piyade okulu. Soldan sağa Beykunt, ben, ?, Hüseyin (Karşıyakalı yüzücü), Ahmet (futbolcu, takımını hatırlamıyorum). 1960.

 

Galatasaray ile dört uzatmalı maç

Kulüp takımı döneminden hatırladığım en iyi olay, yenilmez armada denilen Galatasaray’la yaptığımız dört temditli maçtır. Bizi ancak dördüncü uzatmada yenebildiler. O gün çok ağlamıştım. Böyle bir olay belki tarihte çok azdır. Teknik Üniversite salonunda oynamıştık. Hakikaten enteresan bir maçtı. Yalçın abi de Galatasaray’da oynuyordu. Çok kuvvetli bir takımdı. Ama biz de birbirimize o kadar alışık olduğumuz için iyi oynuyorduk. Oynadığımız oyundan keyif alıyorduk. Onun çok büyük katkısı oldu. O günlerde basketbol daha yavaş oynanmasına rağmen biz okul takımından alışkın olduğumuz için hızlı koşan oyuncularımız vardı.

Fenerbahçe’ye transfer

Darüşşafaka’yı bitirdiğim sene Fener’e transfer oldum. Beni hem Fenerbahçe hem Galatasaray istiyordu. Fenerbahçe’nin yöneticisi Muhtar Sencer daha ağır bastı ve orayı seçtim. Koç Samim Göreç beni bir sene oynatmadı ki o zaman bana ihtiyacı vardı aslında. Bir yılbaşı gecesi Teknik Üniversite salonunda tek başına idman yaptığımı hatırlıyorum. Salon buz gibiydi, duşta soğuk su akıyordu. Sonra bir kere oyuna girdim, ondan sonra bir daha çıkartamadı beni. Şevket’i de o sene Galatasaray aldı. Hüdai Beşiktaş’a gitti. Fener’e transfer olduğum 1955 senesinde 350 lira aylık alıyordum. O zaman iyi paraydı. Paranın alım gücü vardı. O zaman en yaygın vasıta tramvaydı. Birinci mevki 5 kuruş, ikinci mevki 3 kuruştu. Zeki Müren’i dinlemeye giderdik Tepebaşı’na. Alakart yiyorsun, 25 lira adam başı. Oradan Kervansaray’a giderdik. Los Mochucambos gibi iyi gruplar çıkardı sahneye, 10 lira öderdik. Haftada 35 lira para harcıyorsun. En çok elbiseyi o zaman yaptırmıştım. Param artardı yani.

mehmetbaturalp-03
Kardeşler Ömer ve Burak ile. Spor ve Sergi Sarayı, Taksim, 1970.

 

Şampiyonluklar…

1968’de Burak doğduğu zaman oyunculuğu bıraktım. Fenerbahçe’de takım kaptanıydım o zaman. O sene ilk kez Türkiye Kupası oynanmıştı. Kupayı kazanarak basketbolu bıraktım. İlk antrenörlüğüm İTÜ’deydi. Gerçi daha önce Fenerbahçe’de altyapıyı çalıştırıyordum. ENKA’nın sahipleri Şarık Tara, Sadi Gülçelik, ayrıca profesörler kulübün idarecileriydi. Antrenör olarak ilk şampiyonluğu İTÜ’de yaşadım. Deplasmanlı basketbol liginin ikinci senesi olan 1967-68 sezonunda şampiyon olduk. İTÜ’den sonra Fenerbahçe’yi çalıştırdım. Ardından Eczacıbaşı kulübü beni aldı. Rahmetli Şakir Bey sana genç bir takım vereceğim dedi. O zaman Tamer, Orhun filan genç takımdan yeni çıkmışlardı. Riskli bir takımdı yani. Bir tane de yabancı getirdiler. Herkes sen bu takımla küme düşersin diyordu, biz o sene lig şampiyonluğunu kazandık. Ertesi sene hem ligi hem Cumhurbaşkanlığı Kupasını aldık. Sonra Eczacıbaşı basketbol şubesini kapattı. Bunun üzerine Paşabahçe’ye antrenör oldum. Orada da Türkiye Kupasını kazandık. Kulüp tarihinde ilk defa kupa almıştı. Bunların dışında milli takım antrenörlüğüm var. Barselona’da Avrupa Şampiyonasında sekizinci olduk. Uzun süre milli takım o dereceyi tekrarlayamadı. Antrenörlükte en rahat ettiğim takım Beşiktaş oldu. Süleyman Seba ile çalıştım. Ondan evvel Mehmet Üstünkaya vardı, üniversiteden arkadaşımdı. O beni Beşiktaş’a getirdi. İkisi de işime hiç karışmadılar. Antrenörlüğü bıraktıktan sonra yazarlık ve yorumculuk yaptım. Halen Türkiye Basketbol Antrenörleri Derneği başkanıyım.

mehmetbaturalp-15

 

Ülkü ile maçlarda tanıştık. Babası Fenerbahçeli idarecilerden Talha Altınbaşak’tı. Basketbola çok meraklıydı, çocuklarını da maçlara getirirdi. Biz o arada kesiştik filan, öyle tanıştık! Burada Burak’la tanıştınız. Büyük oğlum Ömer Fenerbahçe genç takımında yetişti. Darüşşafaka’nın 1987’de İkinci Lige çıkan takımında yer aldı.

fa/ök nisan 2015

Mehmet Baturalp portresinin oluşumundaki katkıları nedeniyle Şaban Atilla’ya  teşekkürlerimizi sunarız