Ersin Hocayı toprağa verdiğimiz 26 Ocak Pazar günü sağolsun Fethi Aytuna (DŞ’80) kardeşim, arşivindeki tüm fotoğraf ve belgelerin görüntülerini gönderdi; önemli bir kısmı Murat Hocamızın arşivinden oluşuyordu.

Benim Darüşşafaka yıllarımı yansıtan fotoğraflar müthişti ama daha önce hiç görmediğim Hocanın fotoğraflar için ve diğer konularda güzel el yazısıyla yazdığı notlar beni çok etkiledi. Bunlardan iki tanesini paylaşmak istiyorum; 

  1. “GOLE GİDİYOR : Takımımızın şampiyonluğunda kritik anlarda attığı kıymetli gollerle son sınıftan Nedim Müftüoğlu büyük rol oynadı. Resimde Nedim, 4-0 kazandığımız Şişli Terakki maçında gollük şutunu çekerken, geri planda da İlyas görülüyor.’’
  2. “YEŞİL-SİYAH İÇİN : Okul futbol takımımız her maçından önce başarı elde etmek için, böyle bir kardeşlik halkası halinde elbirliğiyle kazanmaya and içti ve sonunda yaptığı maçlarda hiç gol yememek gibi bir rekorla  3. küme şampiyonu olup 2nci kümeye geçti.’’

İki fotoğrafa defalarca baktım, sanki Hoca en güzel anlatımı bulmuş ve yazmış…

Murat Ersin’in Kabataş Erkek Lisesi mezunu olduğunu yeni öğrendim; hemen aklıma Behçet Hoca (Necatigil) geldi; acaba Hocamız Necatigil’in öğrencisi olmuş muydu? Yazdığı küçük notlardaki güzel Türkçe ifade bunu düşündürttü. Hocamızla 2 Aralık 2015’de yapılan söyleşi kafamdaki soruyu fazlasıyla yanıtlar nitelikteydi;

“Gazi Eğitim’de iki branş okunuyordu. Ana branşım beden eğitimi, ek branşım Türkçe-edebiyattı. Kabataş Lisesi’nde edebiyat hocamız Behçet Necatigil’di. Gazi Eğitim’de de Vasfi Mahir Kocatürk hocamız oldu. Hepsi kutup adamlar. Bir tek aksanı bile yanlış yaparsan not kırılırdı.’’

Vasfi Mahir Kocatürk (DŞ’27) Darüşşafakalı ağabeyimizdir, değerli bir edebiyatçı, araştırmacı, hocadır.

Sanırım Murat Ersin iki değerli hocasına, Behçet Necatiğil ve Vasfi Mahir Kocatürk’e layık bir öğrencidir.

Yunus Emre’nin hoca öğrenci ilişkisini çok güzel anlattığını düşündüğüm dizeleri şöyle;

“Bir pınarın yanına, kapalı testi kona,

Kırk yıl orada dura, kendi dolâsı değil.”

Nedim GOLE GİDİYOR

Yunus’un bu dizelerini de ilk kez, Darüşşafaka’da Murat Hocamızla aynı yıllarda tanıdığım Türkçe Edebiyat hocamız rahmetli Melike Doğramacı’dan öğrenmiştim.

1967’den başlayarak 1971 yılına kadar dört yıl boyunca Murat Hoca’nın öğrencisi oldum. 44 yıl sonra 2015 yılında yeniden buluştuğumuzda zihnimde kalan her şeyin doğru olduğunu düşündüm; pırıl pırıl bir insan, iyi hoca…

2 Aralık 2015, soldan sağa : Darüşşafaka Cemiyet Başkanı Talha Çamaş, Beşir Özmen, Murat Ersin, Öktem Kalaycıoğlu

Spora hiç yatkınlığım olmadı. Kendimi kaybederek izlediğim Darüşşafaka basketbol maçları dışında hala öyleyim. Kasa atlamayı ilk gördüğümde yapamayacağımı düşünmüştüm. Murat Hoca beni güzel güzel yüreklendirdi ve mucizevi bir şekilde kasaya çarpmadan, devirmeden atladım.

Murat Hocamızla fotoğrafları olan sevgili ağabeyim Savaş Büker (DŞ’70) ağabeyimle yeniden konuşurken, çok önemli bir şey söyledi; ‘’Hocamız sevgisini, bilgisini hiç ayrım yapmadan, tüm öğrencilerine eşit dağıtırdı…’’ Bu kadar çok sevilmesinin bir nedeninin de bu özelliği olduğunu düşünüyorum.

Darüşşafaka Murat Ersin gibi büyük hocaları olduğu için de büyük bir ilim irfan ocağıdır.

Hocamızı değerli hocalarımızdan Yahya Kemal Beyatlı’nın dizeleriyle uğurlayalım;

“Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde

Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler”

Beşir Özmen, Şubat 2020

 

 

1931 doğumluyum. Fatih Çarşamba’da doğdum. Babamın hâkim olması dolayısıyla epey dolaşmışız. İzmit’te ilkokula başladım. Beşinci sınıfta babamın Isparta’ya tayini çıktı. Ortaokulu orada bitirdim. Sonra Kabataş Lisesi’ne girdim. Babamın hâkimliği Isparta’da devam ediyordu, ben yatılı okudum. Sonra Zonguldak’a tayin oldu, ben Kabataş’ta okumaya devam ettim. Kabataş Lisesi’ne 1947’de girdim, 1951’de mezun oldum.

Yüz metren iyi olduğu için zaten geçersin

 

Futbolda Kabataş’ta takım kaptanıydım. Aynı yıllarda Beşiktaş’ta genç takım kaptanıydım. Önceden sol bektim, sonra santrfora geçtim. Sol bek oynarken Beşiktaş’a Meazza geldi antrenör olarak. Hakemlerin çoğu futbol oynayarak gelmediği için yan hakemler ofsaytı kaldırmak için senin topla buluştuğun ana bakıyorlar. Halbuki top ayaktan çıktığı anda senin pozisyonun mühim. Sen hızlı olduğun için ofsayt çalıyorlar.  Meazza bana, “Sen santrada bekle çünkü ofsayt yarı sahadan başlar. Top santrayı geçip öteye doğru giderken depara çık. Yüz metren iyi olduğu için zaten geçersin,” dedi. 1950-51’de A takımda oynadık. Baba Hakkı, “Evladım Murat, sen bütün topçuları geçiyorsun, sen 100 metro da koş,” dedi. Öyle bir başlangıç oldu. Atletizme başlamam öyle oldu.

Beşiktaş A takımı çok iyi bir takımdı. Beş sene üst üste şampiyon olmuş. Bana daha çok  ufak takımlarla yapılan maçlarda yer veriyordu. Ama dediğini yaptığım için kaleci çıkıyor, boş kaleye yuvarlıyorum veya üstünden aşırıyordum. İkinci sezon 51-52’de, atletizme başladım. İstanbul şampiyonasındaki derecemle İstanbul karmasına girdim. Bursa’da milli takım seçmeleri vardı. 11.1’le başladım. 10.9’a inince milli takıma seçildim. Naili Moran federasyon başkanıydı. Murat futbolu bıraksın dedi. Kaslar şut attıkça kısalıyor. Halbuki atletizmde uzun adale lazım. Öyle futbolu bıraktırdılar. Zaten o zaman futbolda da para pul yok.

Bizim çiviler üç santim falandı

Biz toprak pistlerde koştuk. Benim 10,9’um, sonra 10,6’ya indi. Şimdi diyorlar ki, sen koşsaydın tartan pistte koşacaktın. Ayakkabılar da daha ince çivili olacaktı. Bizim çiviler üç santim falandı, toprağa girmesin, kaymasın diye. O zaman en az yarım saniye fark ediyor. O zaman onda birlere göreydi, şimdi yüzde birlere göre koşuluyor. Kronometre elektronik zaten, bastığın yerden çıkarken yazılıyor. O zaman çıkarken, hakemler bakıyor 100 metre öteden. Buradaki starterin tabancasından alev çıktığı anda basıyorlar. Neden? Sesin hızı saniyede 340 metre. Alevin veya ateşin hızı 300 bin kilometre. Her koşucu için ayrı bir hakem kronometre tutuyordu, sekiz tane hakem. Yani, sen o zaman 10,7 veya 10,6 koşacağına 10,2 veya 10,1 koşardın diyorlar. Bir saniyede 10 metre geçiyorduk. Üç tane adıma yapıyorduk bunu.

Bir tek aksanı bile yanlış yaparsan not kırılırdı

Lise bitince Gazi Eğitim Enstitüsü’ne girdim, beden eğitimi bölümüne. Ben Gazi Eğitim’e girerken 100 metre koşusu dışında yüksek de atlattılar. O zaman binme tekniğiyle atlanıyordu. Derecem çok yüksek değildi, galiba 1,78’di. Gazi Eğitim’de iki branş okunuyordu. Ana branşım beden eğitimi, ek branşım Türkçe-edebiyattı. Kabataş Lisesi’nde edebiyat hocamız Behçet Necatigil’di. Gazi Eğitim’de de Vasfi Mahir Kocatürk hocamız oldu. Hepsi kutup adamlar. Bir tek aksanı bile yanlış yaparsan not kırılırdı. 1956’da mezun oldum. Yedek subaylık bitince kurayı çektim, tayinim Erzincan Lisesi’ne çıktı. Nail abi çok kızdı. “Benim milli atletim, üç beş sene daha koşturacağım. Erzincan’da ne pist var, ne salon var, kar kış kıyamet, ne saçma bir sistem bu tayin sistemi,” diye söylendi. Ben nakden mecburi hizmeti ödedim, devletten istifa ettim. Geldim İstanbul’a. Adnan Menderes zamanında Eyüp’e lise yapılmış, daha önce ortaokul vardı. İstanbul Milli Eğitim Müdürü Nevzat Bey, “Sen milli atletsin. Burada hoca yok. Sen hemen kabul et, ücretli hoca olarak başlatayım seni,” dedi. 1958’de Eyüp Lisesi’nde başladım. Ata Koleji’nde hoca yokmuş. Part-time Eyüp’ten gittim geldim.

Darüşşafaka’da hazırlık sınıfında İngilizce konuşurken Türkçe kelime konuşursan 5 kuruş atılırdı kumbaraya 

Eyüp Lisesine gidip geliyorum. 1961-62’de Darüşşafaka’da Nurettin Baç müdürdü. Babam galiba Nurettin beyi tanıyordu. Bir gün sohbet ederlerken, “Oğlum beden eğitimi hocası oldu, part-time çalışıyor,” deyince, “Bize alalım,” demiş Nurettin Bey. Sonra gittik Fettah Aytaç’la tanıştık, başladık. Ben müdür yardımcısı olarak geldim. Sonra arada üç sene Bilir Koleji var, futbolda Türkiye şampiyonu olduk. Sonra Nazıma hanımın müdür olduğu dönem tekrar geldim ve dört sene daha çalıştım. Darüşşafaka’da Hazırlık sınıfında İngilizce konuşurken Türkçe kelime konuşursan 5 kuruş atılırdı kumbaraya. Söylüyor çocuk mecburen. Kumbarada para birikirdi. Her ay, o parayla o ay içinde doğmuş olan çocuklara pasta falan alınır, kutlama töreni yapılırdı. Güzel bir gelenekti.

A milli takım ne yapması lazım, onların aynısını biz Darüşşafaka’da yaptık 

Futbol takımını çalıştırırken atletizm vermen lazım, koşması lazım. Sprint, dayanıklılık yapması lazım. Evim Çarşamba’da, okula yakınım. İlk sene resim hocası Muhittin Erdilek – bunlar yaşlı müdür muavinleri, “Muratçığım yatakhanede merdivenler yüksek, biz yoruluyoruz çıkarken, sen yatakhaneye çık, çocuklara bak,” derlerdi. Sabahları ben erken kaldırıyordum, sabah krosu yapılıyor futbol takımına. Arka taraf biraz meyilliydi, sonra pist yaptığımız yer. Bütün okulun çevresini dolaştırıyordum ben. Yarım saat de biraz hareketler, vesaire. Sonra duşlarını alıyorlar, kahvaltıya iniyordu çocuklar. Ondan sonra etüt yapılıyordu. Yani bugün A milli takım ne yapması lazım, onların aynısını biz Darüşşafaka’da yaptık. Bu takım gol yemeden şampiyon oldu. Eskiden okul maçlarında kümeler vardı. Darüşşafaka’yı üçüncü kümeden ikinci kümeye çıkarmıştık.

Pist 200 metre oldu

Atina’da ilk koştuğumuz Averof Stadı’nın iki yanında 180 metre uzunluğunda pist var. Arada 20 metrelik iki viraj var. 400 metreyi öyle tamamlamışlar. Neden, yalnız atletizm stadı olarak yapılmış. Ama bayrak yarışında öyle bir yatmak lazım ki, düşmeden durmak mesele. Okulda da ona benzer bir tur yaptık ama 400 metreye tamamlayamadık, 200 metre oldu. Alan o kadardı çünkü. 100 metre yarışını daha geriden başlatıyorduk. Dört tane kulvar vardı, kireçle ayrılmıştı çizgiler. Ortada da atma yarışları yapılıyordu.

Maliyet olarak kimseden bir şey isteyemeyiz

Araziyi bir kere düzeltmek lazım. Bize 10-15 tane kazma kürek lazım. Kayınpederle görüştüm ben; Recep Akyol, inşaat müteahhidiydi. Temelden tepeye inşaat yapardı. “Benim böyle bir tasarım var, nasıl yapalım? Maliyet olarak kimseden bir şey isteyemeyiz,” dedim. O da, “Damat tabii sen ne diyorsan öyle yapalım,” diye cevap verdi. Futbol sahasının yanındaki salonun inşaatı bitmişti, kalasları yığılı duruyordu. Kayınpederim, “Onları kullanalım, bir tribün yapalım,” dedi. Orada bayağı uğraştı. Araziyi düzleştirme işine öğrenciler yardım etti. Sonra tribün inşaatı için birkaç tane amele de getirdi. Zemine bordür kalıpları yaptı, betonlarını döktü. Pistin zemini için kalorifer kazanından çıkan cürufları döktü, su akıtmak için topraklar toplandı. Pistin altına akıtıcı büzler kondu, briket büzler. Onun üstüne cüruf yayıldı, onun üstüne toprak yayıldı. Kayınpeder silindir getirdi, toprak düzleştirildi. Bordürler yapıldıktan sonra oldu stadyum.

1967-68 döneminde yapıldı. Üç dört ay kadar sürdü. Pist bitince orada spor bayramlarını yapmaya başladık. Yine tahtalardan madalya kürsüsü yapmıştık. Derece alanlara o kürsüde madalya veriyorduk.

Çok sayıda basketbolcu yetiştirdik

Bilir Koleji’ne gittim. Ender Konca, Zekeriya Alp, Vedat Okyar talebelerimdi. Oradan milli takıma gittiler hepsi. Bilir’de de ikinci kümeden birinci kümeye çıktık. Orada şampiyon olduk. Türkiye birinciliklerinde Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi’yle final oynadık. Ender gol kralı oluyordu. Hakem final maçından bir maç evvel Ender’e kırmızı kart gösterdi. Biz ikinci olduk.  73’e kadar oradaydım. Darüşşafaka’da baş muavin olan İbrahim Çokaytar Çavuşoğlu Koleji’ne müdür olmuş. Beni oraya istedi. Niye dedim. “Öyle bir beden eğitimi hocası var ki, asker binbaşı. Kız çocukların hepsinin kulaklarını çekiyor, tokat atıyor, gel buraya,” dedi. Böylece Çavuşoğlu Koleji’ne gittim ve son 20 sene orada çalıştım.  Orada da İbrahim Kutluay, Ufuk Sarıca, Hidayet Türkoğlu, Kerem Tunçeri gibi çok sayıda basketbolcu yetiştirdik.