29 yıl önce Nisan ayında kaybettiğimiz “Minik” Önder savaşçı, mücadeleci, sinirli, dürüst, fedakar gibi keskin özellikleri ile çevresini etkileyen olağan dışı bir insandı.  DŞ 62  Önder Okan önce oyuncu, sonra Yalçın Granit ve Aydan Siyavuş’un yardımcısı olarak çalıştırıcı, daha sonra DSK’nın Yavuz Şeremetoğlu yönetimindeki koçu, milli takımlar oyuncusu ve çalıştırıcısı olarak ülke basketboluna bir çok platformda emek verdi.

Sıra dışı insanların cesur hayalleri ve azmi vardı onda. Serdar Apaydın’ın anlatımı ile: “Çatık kaşlı, pamuk yürekli, çok sevilen, delidolu, mükemmel insandı. Düşmek üzere olan Hilalspor’a geldiğinde bizimle yaptığı toplantıda, ileriki haftalarda oynayacağımız Galatasaray, Beşiktaş, Anadoluhisarı takımlarını yeneceğimizi… söylediğinde hepimiz bıyık altından gülmüştük. Ama o bunları başardı.

En yakın arkadaşları Vefa takımında basketbol oynayan Selçuk Aral ve geleceğin ünlü tiyatro sanatçısı Müjdat Gezen’di.

onder-okan-32
Darüşşafaka formasıyla

Önder Okan 3 Ocak 1944’te, Emine ve Ömer Okan çiftinin ikinci çocuğu olarak Çanakkale’nin Biga ilçesinde dünyaya geldi. Subay olan Ömer bey, Önder henüz küçük yaşlardayken hastalanıp vefat etti. İki çocuğuyla yalnız kalan Emine hanım İstanbul’a gelerek Karagümrük semtine yerleşti. Büyük oğlu, 1942 doğumlu Oktay, 1953 senesinde sınavı kazanarak Darüşşafaka Lisesine girdi. Ardından küçük oğlu Önder de 1955’te Darüşşafaka’da okumaya başladı.

Oktay ve Önder kardeşlerin okumaya başladığı tarihlerde, basketbol artık Darüşşafaka Lisesinin bir numaralı sporu haline gelmişti. Oyuna ve spora düşkün olan kardeşler de kısa sürede tanıştıkları bu yeni sporla haşır neşir olmaya başladılar. Önder basketbol için kısa kabul edilen boyuna rağmen top sürme ve pas dağıtma becerisiyle kısa sürede öne çıktı. Herkesin bir lakapla tanındığı o yıllarda ona da “Minik Önder” denmeye başladı ve Türk basketbol tarihine de bu lakapla geçti. Minik Önder son derece hareketli ve çevik bir çocuktu. Okuldaki eski spor salonunda halata tırmanıp tavana kadar çıkmak ve buradaki tahtaya numarasını kazımak onun için çocuk oyuncağıydı.

Minik Önder’in Darüşşafaka’daki okul hayatı çok kısa – sadece iki yıl sürdü. Onun girdiği sene Darüşşafaka Lisesi kolej sistemiyle eğitime geçmişti. İngilizce öğretim yapılan bu sistemde öğrenciler ilk sene hazırlık okuyordu ve hangi sınıfta olursa olsun derslerinde başarısız olduğu takdirde okulla ilişkisi kesiliyordu. Sporu  çok sevdiği için derslerle arası iyi olmayan Önder, 1956-57 ders yılı sonunda Darüşşafaka Lisesinden ayrıldı ve oturdukları semtteki Karagümrük Ortaokuluna kaydoldu. Basketbola da Vefa kulübünün yıldız takımında devam etti. Karagümrük Ortaokulundaki en yakın arkadaşları daha sonra Vefa takımında basketbol oynayan Selçuk Aral ve geleceğin ünlü tiyatro sanatçısı Müjdat Gezen’di.

Minik Önder ile Müjdat bütün öğrencilerden para toplayıp cam daha kırılmadan, Canbaba lakaplı müdür muavinimize vermişlerdi.

Selçuk Aral Karagümrük Ortaokulu yıllarıyla ilgili hatıralarını şöyle anlatıyor: “Önder de Müjdat da iyi talebeler değildi. Sınıftaki sıraların en arkasında oturup mütemadiyen amiral battı oynarlardı. Okulun bahçesinde futbol oynamak kesinlikle yasaktı çünkü ikinci kattaki camları bile kırıyorduk. Fakat başta Minik olmak üzere hepimiz futbol oynamak istiyorduk. Minik Önder ile Müjdat bütün öğrencilerden para toplayıp cam daha kırılmadan, yani yedek para toplayarak gidip Canbaba lakaplı müdür muavinimize vermişlerdi. Hocalar söyleyecek laf bulamamışlar, cam kırılıncaya kadar futbol serbest olmuştu. Okulda sabah ve öğleden sonra olmak üzere ikili tedrisat vardı. Bizler hemen hemen hep beraberce öğleden sonra ders yapardık yapmasına ama top oynamak için okula en azından bir saat önce gelirdik. Okulda voleybol ve basketbol oynandı mı, kırık camlar hâlâ tamir olmamış demekti. O tarihlerde hepimiz futbol peşindeydik. Öbür taraftan bazen Minik bir takım davet eder, bahçedeki sahada aramızda maçlar yapardık. Ama basketbol işin belki yüzde 30’uydu.”

Selçuk Aral onun sporculuk vasıfları ve muzip kişiliği hakkında da şunları söylüyor: “Minik topla oynanan her şeyi çok güzel oynardı. El melekesi çok yüksekti. Hani futbolda çalımcılar vardır ya, aynı o tip bir oyuncu ve son derece iyi bir playmaker idi. Birisine sayı yaptırmak (asist) ona kendisinin sayı atmasından daha büyük zevk verirdi. Kelimenin tam anlamıyla fırlama ve komik bir çocuktu. Maçlarda fırsatını yakaladı mı varyete yapmadan geçmezdi. O zamanlar forma numarası mutlaka 14 olacaktı, ondan başka numarayı hayatta giymezdi. O tarihlerde maçta faul yapan oyuncunun elini havaya kaldırarak sırtını hakeme dönme kuralı vardı. Bunu yapmayan oyuncuya teknik faul veriyorlardı. İki teknik faul alan oyuncu diskalifiye olurdu. Minik Önder faul yaptığı zaman sadece elini havaya kaldırmaz, aynı zamanda bir hakem gibi bir eliyle yumruk (10 numara) ve diğer eliyle 4 parmak gösterirdi. Yani son derece kreatif bir insandı.” Önder Okan’ın spora yatkınlığını oğlu Ömer’in şu sözleri de destekliyor: “Babam futbolu da iyi oynardı. Altay’da basketbol oynadığı sırada idmanlarda kaleci olarak da oynatmışlar.”

1958-59 İstanbul yıldızlar şampiyonu olan takımın başarısında Minik Önder oyun kurucu olarak önemli bir rol üstlenmişti.

Selçuk Aral’ın Yeşilköy’le ilgili şu hatırası İstanbul’un o senelerdeki sosyal hayatına dair ipuçları veriyor: “Yazları Çiroz kampında geçirirdik. Nahiye’nin kırmızı toprak zeminli bir sahası vardı. Yazın İstanbul’un kalburüstü basketbolcularından oluşan Yeşilköy takımı kurulur ve diğer takımlara karşı maçlar yapardı. Minik Önder bu takımda adeta kaptan/organizatör pozisyonundaydı.  Cumartesi – Pazar geceleri maçlar oynardık. Maçlar saat 22’de başlardı. Sahayı aydınlatmak için kenardaki elektrik direğinden kaçak elektrik alınırdı. Maçtan sonra duş için denize gidilir, kaybeden takım suya atılır ve en sonunda gece diskoda biterdi.”

Önder Okan’ın Darüşşafaka Lisesiyle ilişkisi 1957’de kesilmişti ama Darüşşafaka camiasıyla bağı basketbol vasıtasıyla sürüyordu. Vefa’dan sonra Darüşşafaka kulübünün yıldız basketbol takımında oynamaya devam etti. Kulüp A takımının eski oyuncusu Atila Erten’in koçluğunda 1958-59 İstanbul yıldızlar şampiyonu olan takımın başarısında Minik Önder oyun kurucu olarak önemli bir rol üstlenmişti.

Pota arkasındaki tahtalara kafasını çarpıp hem orayı delmiş, hem kafasına yedi dikiş atılmıştı.

Önder Okan ortaokulu bitirdikten sonra kendini tamamen basketbola verdi. Bir sonraki kulübü, Darüşşafaka gibi basketbola önem veren bir diğer eğitim kurumu İTÜ’ydü. Yeni kulübüne geçtikten sonra genç milli takıma seçildi. Ağabeyi Oktay’la birlikte genç milli takım kadrosunda yer aldı.  Henüz 16 yaşındayken, 1960-61 sezonunda İTÜ A takımında oynamaya başladı. Koçluğunu Yalçın Granit’in yaptığı İTÜ’de üç sezon geçirdikten sonra 1963-64 sezonunda İstanbul birinci ligine yeni yükselen PTT takımına transfer oldu. 1965-67 arasında askerlik hizmeti nedeniyle Ankara’da Muhafızgücü takımında oynadı. Bu sırada ordu milli takımında da yer aldı. 1966-67 sezonunda başlayan Türkiye Deplasmanlı Basketbol Liginin ilk sezonunda Muhafızgücü formasıyla mücadele etti. 1967’de askerden dönüşünde ilk gençlik aşkı Vildan’la evlendi. Yeni bir hayata başlarken takımı da değişmişti, artık Fenerbahçe’de oynuyordu. Ertesi yıl (1968-69) bir sezonluğuna İzmir temsilcisi Altay’da forma giyip tekrar Fenerbahçe’ye döndü. Oktay ve Önder Okan kardeşler 1969-70 sezonunu ilk ve son kez aynı takımda geçirdiler. Ertesi sezon Önder’in yeni takımı Ankara’nın sarı-lacivertli kulübü Ankaragücü oldu. Burada iki sezon geçirdikten sonra 1972-73’te henüz İstanbul mahalli liginde oynayan ve büyük hedefler belirleyen Eczacıbaşı kulübüne transfer oldu.

Önder Okan Eczacıbaşı’nda eski koçu Yalçın Granit’le buluşmuştu. Erdal Poyrazoğlu’nun da katılımıyla büyük güç kazanan takım İstanbul mahalli liginde kolayca şampiyon olarak Türkiye ikinci ligine yükseldi. Aynı senelerde Eczacıbaşı kulübünde menajerlik yapan Nur Gençer Minik Önder’i devrinin en savaşçı ve mücadeleci basketbolcusu olarak tanımlayıp kişiliğini de çok sinirli fakat dürüst ve fedakâr olarak açıklıyor. Onun hırslı karakteriyle ilgili bir anısını da şöyle anlatıyor: “Eczacıbaşı’nın bir maçında takım neredeyse 30 sayı öndeyken, topu tutup kurtaracağım diye topun peşinden öyle hızlı ve hırsla koşmuştu ki, Spor Sergi Sarayının pota arkasındaki tahtalara kafasını çarpıp hem orayı delmiş, hem kafasına yedi dikiş atılmıştı.”

Eczacıbaşı ikinci lige çıkar çıkmaz şampiyon olup Türkiye birinci ligine terfi ederken, Önder Okan’ın sporculuk yaşamında da yeni bir sayfa açıldı. Faal basketbol oyunculuğunu bırakıp önce Yalçın Granit’in, ardından Aydan Siyavuş’un yardımcılığını üstlendi. Oyunculuk süresi içinde 10 kez A, 6 kez genç, 6 kez ümit ve 6 kez ordu milli olmak üzere toplam 28 kez milli formayı giydi. Eczacıbaşı’nda görev yaptığı sırada kulüp kız takımının koçluğunu üstlenen Önder, aynı zamanda basketbolu öğrendiği yuvasına, yani Darüşşafaka’ya da hizmet etti.  1964 yılından beri İstanbul mahalli liginde bazen şampiyonluk bazen küme düşmeme mücadelesi veren kulübün koçluğunu üstlendi. Bir yandan A takımı çalıştırırken bir yandan da yıldız ve genç takımlardaki oyuncuların yetişmesiyle ilgilendi. Aynı sıralarda ümit milli basketbol takımını çalıştırıp Saint Benoit Lisesini İstanbul şampiyonu yaptı. Bu yoğun günlerin ardından, 1978’de birinci lige yeni yükselen Bursa temsilcisi Tofaş SAS’ın koçluğuna getirildi. Ligin normal sezonunu ikinci bitiren Bursa ekibinde bir sezon daha çalıştıktan sonra İstanbul’a döndü. Basketbol milli takımını çalıştıran Rüştü Yüce’nin yardımcılığını yaptı.

Antalya’da oynanan terfi maçlarında ikinciliği averajla kaçıran Darüşşafaka, deplasmanlı lige yükselmek için beş yıl daha beklemek zorunda kaldı.

Önder Okan 1980-81 sezonunda tekrar Darüşşafaka’da görev aldı. Sınıf arkadaşı Yavuz Şeremetoğlu da kulüp yönetiminde etkin bir rol üstlenmişti. Yeşil-siyahlı takım uzun bir aradan sonra eski günlerine dönmek istiyordu. Bu canlanma hamlesi sonucunda takım 1981-82 sezonunda İstanbul mahalli liginde şampiyon olarak Türkiye ikinci ligi terfi maçlarına katılma hakkı kazandı. Fakat Antalya’da oynanan terfi maçlarında ikinciliği averajla kaçıran Darüşşafaka, deplasmanlı lige yükselmek için beş yıl daha beklemek zorunda kaldı. Yeşil-siyahlı kulübü bir sezon daha çalıştırdıktan sonra Minik Önder’in koçluk serüvenindeki yeni durağı Fenerbahçe oldu. 1983-84 sezonu ortasında görevini bırakan Aydan Siyavuş’un yerine geçti ve ertesi sezon sarı-lacivertli takımın ligde ezeli rakibi Galatasaray’la final oynamasını sağladı.

Önder Okan’ın koçluk yolculuğundaki bir sonraki durağı İzmir’di. Bu durak aynı zamanda onun hayat yolculuğunun da son aşaması olacaktı. 1985-86’da birinci ligdeki ikinci sezonunu geçiren Hilalspor zor günler yaşıyordu. İzmir ekibi devre arasında koçun görevine son verip yerine Önder Okan’ı getirdi. Oğlu Ömer o günleri şöyle anlatıyor: “Hilalspor 1985’te  Birinci Ligdeydi ama hiç galibiyeti yoktu. Sonuncu durumdaydı. İkinci yarı başlamadan önce babam o sırada Fenerbahçe’den ayrılmıştı. Babamı çağırdılar. İzmir’e geldi. Galatasaray’ı yendiler, Beşiktaş’ı yendiler. Birkaç galibiyet daha aldılar. En son İTÜ ile İstanbul’da oynuyor. Yense kümede kalacak fakat tek sayıyla yenilip küme düşüyor.”

Çocuklar siz basketbolu hiç bilmiyorsunuz !

O sezon Hilalspor kadrosundaki oyunculardan biri basketbola Karşıyaka’da başlayan Ümit Yılman’dı. Önder Okan’ın gelmesiyle takımın ve oyuncuların yaşadığı değişimi şöyle anlatıyor: “Önder abi salona girdi, bizi tanıştırdılar. ‘Arkadaşlar topları bırakın, koşmaya başlayın,’ dedi. Bir müddet koştuk. Sonra altı kişiyi sahanın bir yan çizgisi boyunca dizdi, altı kişiyi de karşı çizgiye dizdi. Sonra bir tarafta duranlara top verdi. Dripling yaparak gidip topu karşı sıradaki arkadaşımıza vermemizi istedi. Karşıdaki arkadaşımız da driplingle bize gelecek. Düşün o sırada birinci ligde oynuyoruz. Daha idmanın başı bu. Adam yeni gelmiş, korkuyoruz, bir şey diyemiyoruz. Birkaç kere böyle yaptık, sağ elle gidiyoruz, sol elle geliyoruz. Aramızda iki tane Amerikalı var. Bir kısmımız Karşıyaka’dan gelmişiz. Durdurdu idmanı. ‘Arkadaşlar siz ne yürümesini biliyorsunuz, ne koşmasını, ne top sürmesini biliyorsunuz. Pas yapmayı biliyor musunuz?’ diye konuştu. Birbirimize pas atmamızı istedi. Bir müddet onu yaptık. Tekrar durdurdu. ‘Çocuklar siz basketbolu hiç bilmiyorsunuz,’ dedi. ‘Bildiklerinizi cebinize koyup unutun. Benim söylediklerimi harfiyen yapın,’ diye konuştu. Bir hafta boyunca bize tekrar top sürmeyi, el değiştirmeyi, adam geçmeyi gösterdi. Biz oyun kurucu oynuyoruz, tribünde 3-5 bin kişinin olduğu maçlara çıkıyoruz. Gençlerde Türkiye şampiyonluğumuz var (Karşıyaka). Fakat meğer o tarihe kadar adam geçmeyi bilmiyormuşuz. Biz oyun kuruculara gerçekten bire bir adam geçmeyi öğretti. O güveni aşıladı. Bir hafta boyunca topu potaya hiç atmadan yoğun bir çalışma içine girdik. Forvetleri ayrı, pivotları, guardları ayrı çalıştırıyordu. Müthişti. Bize basketbolu öğreten bir Atakan Karakaplan abi vardı (Karşıyaka’da). Bir de hayatımızda Önder abi çıktı şansımıza ama geç çıktı. 20’li yaşların başında çıksaydı çok daha farklı olurdu. Ben 27 yaşında adam geçmeyi öğrendim, potaya smaç vurmayı öğrendim. Bir başladık biz, ben bam güm maçın içinde smaç çakıyorum. Sanki bize şırıngayla özgüven aşılamıştı. Megalomanlık derecesinde özgüven vardı. O sezon Galatasaray’ın Paul Dawkins, Michael Scearce, Nihat İziç gibi oyuncularla çok güçlü bir kadrosu vardı. Önder abi geldikten sonra ilk maçı İzmir’de oynadık ve yendik onları. Burada (İzmir) bir Efes Pilsen galibiyeti aldık. Timothy vardı onlarda meşhur oyuncu. Adamdan Allah gibi korkardık daha önce. Ama Önder abi geldikten sonra burada yenince onları, adamlar şaşırdılar. Topu görmediler. 1-2-2 zone press yapardık, dönüşünde 2-1-2 zone yapardık. O özgüven ve moral çok önemliydi. Her şeyi sonradan öğrendik tabii. Hayatın içinde de güler yüz, tatlı dil, moralin çok önemli olduğunu öğrendik. Önder abi bize tam bir arkadaş gibi davrandı. Hepimiz onu çok severdik.”

Arkasından GS’ı, İTÜ’yü yendik. Yugoslav takımını yenersek şampiyonuz.

Hilalspor ikinci lige düşmesine rağmen kadronun özü bozulmadı. Ömer Okan anlatıyor: “İki tane Amerikalı oyuncu gitti. Takım tamamen Türk oyuncularla devam etti. Karşıyaka’dan gelen Şadi Olcay, Mehmet Erdeniz var. Hatta Mehmet birinci ligdeyken basketbolu bırakmış, yardımcı antrenör olarak çalışıyordu. İkinci lige düşünce tekrar oynamaya başladı. Bülent Baran, Serdar Apaydın gibi genç oyuncular ağırlıklı bir kadro kuruldu. Oyuncular tecrübesiz ama yaz boyunca sabah-akşam deli gibi antrenman yaptık. Bayılana kadar çalışırdık. Yaz başında İzmir’de Fuar Kupası adıyla bir hazırlık turnuvası oldu. 1.ligden KSK, GS, İTÜ, Bulgaristan ve Yugoslavya’dan, Yunanistan’dan birer takım geldi. Bizi de 2. Lig takımıyız diye biraz nazlanarak kabul ettiler. KSK’da üç tane Amerikalı vardı. İlk maçta onları yendik. Arkasından GS’ı, İTÜ’yü yendik. Yugoslav takımını yenersek şampiyonuz. Son iki buçuk dakika kavga çıktı, oyun soğudu derken adamlar üç sayı farkla yendiler bizi. İkinci ligde maçlar başladı. İstanbul’a gidiyoruz, 30 sayı farkla alıp dönüyoruz. Genç takımdan üç dört oyuncu – ki aralarında ben de vardım – A takımla idmana çıkıyorduk. Her maçta birimizi kadroya alıyordu.”

Bu müptelanın sonuçları o yaz ortaya çıktı.

Minik Önder’in basketboldan sonra en büyük tutkusu sigaraydı. Günde üç paket sigara içiyordu. Bu tutku öyle ileri boyuttaydı ki, oğlu Ömer’in belirttiğine göre henüz oyunculuk yaptığı sırada bile antrenörü devre arasında sigara içmesine izin veriyordu. Bu müptelanın sonuçları o yaz ortaya çıktı. Yine Ömer Okan anlatıyor: “İkinci lig başlamadan önce yazın antrenman yaparken hastalandı ama kanser teşhisi konmadı. Maçlar başladıktan sonra göğüs kanseri teşhis kondu. Kulüp başkanı Şener Özbodur onu tedavi için İngiltere’ye gönderdi. Amcamla beraber gittiler, iki üç hafta kaldılar. Oradan geldiğinde iyiydi. İyileşecek gözüyle bakıyorduk. Kendi morali de iyiydi. Kemoterapi görüyordu, bir yandan antrenmanlara, maçlara çıkıyordu. Devre arasında Kayseri’de hazırlık turnuvasına gittik. Fakat ondan sonra bayağı kötüleşti. Çok zayıfladı.”

Ümit Yılman da bu konuda şunları söylüyor: “Antrenmana geliyordu, kolum ağrıyor diyordu. Takımda herkesten daha iyi faul atardı. Biz idmanda terliyiz, o kuru kuru geliyor lap lap atıyordu faulleri. Kol ağrıları artınca atamamaya başladı. Kulüp başkanı onu tedavi için İngiltere’ye gönderdi. Bu arada sezon devam ediyordu.  Play-off maçları yaklaşırken hastalığı yoğunlaştı. İdmana gelemez oldu.  İngiltere’ye gittiği zaman sigarayı kesinkes yasaklamışlar. Fakat maçlara çıktığında devre arasında bizden sigara isterdi.”

Yoğun bakımda yatıyordu. ‘Önder abi, birinci lige çıktık!’ diye seslendik.

Hilalspor ikinci ligdeki grubunu rahatça başta bitirip birinci lige yükselmek için terfi maçları oynamaya hak kazandı. Terfi maçları Samsun’da oynanacaktı. Ömer Okan o günleri şöyle hatırlıyor: “Babama Samsun’a gitme, takım nasıl olsa iyi dediler. Gitmem lazım dedi. İlk iki üç maç sahada takımın başında çıktı. Birinci lige çıkmayı garantiledik zaten. Son Ortaköy maçında artık kötüleşti, hastanedeydi. Yardımcısı Göksel abi çıktı maça.” Devamını da Ümit Yılman anlatıyor: “Devlet hastanesine kaldırmışlardı. Orada ikinci olarak birinci lige çıkmaya hak kazandık. Maçlar bitince haber vermek için hastaneye gittik. Yoğun bakımda yatıyordu. ‘Önder abi, birinci lige çıktık!’ diye seslendik. Çok duygusal anlardı. O kıpırdamayan adam şöyle bir yerinde doğruldu, sonra pat diye düştü. Bizi odadan çıkardılar. Biz İzmir’e dönmek üzere otobüse binip yola çıktık. Ankara yakınında bir yerde yemek molası verildi. Televizyonda ‘Milli basketbolcu Önder Okan vefat etti,’ diye haberi duyduk. O zaman şampiyonluk sevinci diye bir şey kalmadı tabii.”

5 Nisan 1987’de son nefesini veren Önder Okan’ın cenazesi Samsun’dan İstanbul’a gönderildi. İzmir’e dönmüş olan talebeleri de İstanbul’a gelerek cenaze törenine katıldılar. Minik Önder 7 Nisan’da Maltepe camisinden son yolculuğuna uğurlandı.

Son sözü onun Hilalspor’da genç bir basketbolcu olarak yetiştirip Türk basketboluna kazandırdığı Serdar Apaydın’a bırakalım: “Çatık kaşlı, pamuk yürekli, çok sevilen, delidolu, mükemmel insandı. Düşmek üzere olan Hilalspor’a geldiğinde bizimle yaptığı toplantıda, ileriki haftalarda oynayacağımız Galatasaray, Beşiktaş, Anadoluhisarı takımlarını yeneceğimizi ve ligde kalacağımızı söylediğinde hepimiz bıyık altından gülmüştük. Ama o bunları başardı. Bir buçuk yıl gibi kısa bir sürede Ümit Yılman, Mehmet Ali İnceler, Bülent Baran ve bana büyük hayat tecrübesi ve basketbol bilgisi verdi. Işıklar içinde uyusun. Toprağı bol, mekanı cennet olsun.”

Bu yazının hazırlanmasındaki yardımlarından ötürü Nur Gençer, Selçuk Aral, Ömer Okan, Ümit Yılman ve Serdar Apaydın’a teşekkür ederiz.

fa/ök/kk Nisan 2016