Haşim, Nedret, Basket ! Bir zamanlar Spor ve Sergi Sarayı’nı inleten bu tezahürat eşliğinde basketbol fırtınası estirdiler. Bu eşsiz sloganın Nedret’ini 22 Kasım 1988’de kaybettik. O bir çok bakımdan ‘efsane’ sıfatına uyacak bir insandı. Bugün 3 veya 4 olabilecekken dönemine göre 5 numara sayılabilecek bir uzundu. Eli o kadar yumuşaktı ki, başlıkta belirtildiği gibi attıklarının çok azı kaçardı, serbest atışlarının neredeyse tamamı sayı olurdu, bir uzuna göre istikrarlı şutu vardı. Hırslıydı, o kadar ki bazen kendi küpüne zarar verirdi. Oyunu bırakıp rakip oyuncuyu kovaladığı da olmuştu, lokantada garsonu askıya astığı da… Haksızlık olarak gördüğü her hangi bir şey görmesin; esip gürlerdi. Maçlardaki enerjisi ve gücüyle bütün takımı sırtlar, moral verir, galibiyetlere taşırdı. Arkadaşlık, dostluk, güvenilirlik, dürüstlük gibi sıfatların cisimleşmiş hali gibiydi. Onu tanıyanlar bu çok özel karakteri anlatırken saygı ile güveni bir arada tekrar yaşıyorlar sanki. O ‘İmkansız Hayatlar‘dan* çıkıp geldi, Darüşşafaka’nın sağladığı koruma ve eğitim ortamında büyük bir basketbolcu olarak yetişti. Milli takımın değişmezi olurken, Avrupa karmasına iki kez seçildi. DSK’nın 1960’da İstanbul, 61 ve 62’de Türkiye Şampiyonu olan takımının bel kemiği idi. Ülkenin Avrupa Şampiyonası’nda ilk kez üçüncü tura yükselen takımı yaptılar Daçka’yı. Saygıyla anıyoruz.**

Mümkün olsa bayramları takvimden silerdim. Biz bayramlarda hep anne baba arardık.

Nedret Uyguç 1940’ta Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde abileri Mustafa ve Fikret, ablası Birsen’den sonra ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Babaları kumaş ticaretiyle uğraştığından ailenin hali vakti yerindeydi. Ne var ki, Nedret daha bir yaşındayken baba vefat edince aile bir anda büyük bir sarsıntı yaşadı. İkinci dünya savaşının yarattığı yokluk ve sıkıntı yıllarında bütün ülkede yaşanan verem salgını aileyi de vurdu. Annesi öldüğünde Nedret henüz dört yaşındaydı. Böylece bir anda ortada kalakalan dört kardeş İzmit’te yaşayan dayılarının yanına gittiler ve geçici bir süre için onun yanına yerleştiler.

Büyük abileri Mustafa parlak bir öğrenci olmasına rağmen kardeşlerine bakmak için bir fabrikada çalışmaya başladı. İlkokulu İzmit’te bitiren Nedret 1951’de Darüşşafaka’ya girdi. Nice çocuğun hayatını değiştiren bu şefkat yuvası ilerleyen günlerde onun da hayatını muazzam ölçüde değiştirerek ülkeye büyük bir sporcu kazandıracaktı. Nedret o günlerde “bekâr öğrenci” adı verilen gruptaydı, yani hafta sonlarını da okulda geçiriyordu. Hatta sadece hafta sonu değil yaz tatillerinde de okulda kalıyordu. Ablası Birsen hanım o zor günleri şöyle hatırlıyor: “Mümkün olsa bayramları takvimden silerdim. Biz bayramlarda hep anne baba arardık. Dört kardeş çok seyrek bir araya gelebildik. Çok mağdur olduğumuz için Nedret de yazın gelmez, okulda kalırdı. Abim ona çok az para yollayabiliyordu. Sembolik bir paraydı ama her ay giderdi o para. Pazar alışverişlerinden her hafta arttırdığım paraları biriktirdim. O zamanlar kağıt 2,5 lira vardı. Mektup yazdığımız zaman zarfın içine bir 2,5 lira koyar, yollardık.”

Dursun ile Nedret bir basketbol oynuyorlar, olmaz böyle şey.

Nedret (solda) ve Dursun Darüşşafaka kulübü yıldız takımında, sene 1954.
Nedret (solda) ve Dursun Darüşşafaka kulübü yıldız takımında, 1954.

Bir sene önce Darüşşafaka’ya giren Dursun Açıkbaş da Nedret gibi yaz tatillerini okulda geçiriyordu. Dursun’un sınıf arkadaşı Alpay Öz onların nasıl basketbolcu olduğunu şöyle anlatıyor: “Yazın okul tatil olunca biz evimize gidiyorduk. Dursun ile Nedret yazın da okulda kalıyordu. Bu ikisi sürekli basketbol oynuyordu. Kırmızı toprak zeminli bir açık hava sahası vardı. Bütün yazı orada geçirmişler. Sekizinci sınıfı bitirmiştik. Biz tatilden geldik, Dursun ile Nedret bir basketbol oynuyorlar, olmaz böyle şey. Üstelik Nedret bir yaz içinde birden boy atmıştı.”

Kırmızı toprak zeminli, potaları yan yana çakılmış tahtalardan meydana getirilen o derme çatma açık hava sahası adeta bir altyapı fabrikası gibi hizmet görmüş ve birçok Darüşşafakalı çocuğun basketbolcu olmasını sağlamıştı. İşte birkaç yıl içinde hem Darüşşafaka’nın hem milli takımın yıldızı olacak Nedret ve Dursun da bu sahada oynaya oynaya piştiler. İlk hocaları Darüşşafakalı Niyazi Turan’dı. Ders ve uyku dışında neredeyse bütün vakitlerini basketbol oynayarak geçiren küçük yetenekler bunun semeresini gördüler ve Galatasaray’ı 45-26 yenerek İstanbul yıldızlar şampiyonu oldular. Aynı kadro ertesi yıl finalde bu kez Fenerbahçe’yi yenerek başarısını tekrarladı.

İstanbul birinci liginde maçlara çıkmaya başlayan Dursun on yedi, Nedret ise henüz on altı yaşındaydı.

Darüşşafaka Lisesi bahçesi, sene 1954. Ayaktakiler (soldan): Akın Batman, Nedret Uyguç, Güray Kılıç, Alpay Öz, Müfit Nayır. Oturanlar: Namık Kemal Meriç, Malik Tunador (Akın, Nedret, Güray ve Alpay yıldız takımında birlikte oynadılar).
Darüşşafaka Lisesi bahçesi, sene 1954. Ayaktakiler (soldan): Akın Batman, Nedret Uyguç, Güray Kılıç, Alpay Öz, Müfit Nayır. Oturanlar: Namık Kemal Meriç, Malik Tunador (Akın, Nedret, Güray ve Alpay yıldız takımında birlikte oynadılar).

1955-56 sezonu başlamadan önce Darüşşafaka A takımı iki önemli oyuncusunu kaybetmiş, Şevket Taşlıca Galatasaray’a, Mehmet Baturalp Fenerbahçe’ye transfer olmuştu. Buna rağmen kulübü yöneten Darüşşafakalı abileri, Nedret ve Dursun’u A takımına almakta hiç tereddüt etmediler. Daha genç takımda oynama fırsatı bulamadan İstanbul birinci liginde maçlara çıkmaya başlayan Dursun on yedi, Nedret ise henüz on altı yaşındaydı. Nedret yaşıtlarına göre uzun olsa da  fiziki açıdan henüz güçlü değildi. O yüzden beslenmesine özen gösteriliyor, revirde hastalara çıkan özel yemeklerle besleniyor ve her gün bir litre süt veriliyordu.A takımında oynadığı ilk yıl fazla süre alamayan Nedret, kısa sürede güçlenerek Darüşşafaka’nın sayı yükünü üstlenmeye başladı. İlk sezonunda sadece 55 sayı kaydedebilirken, ertesi sezon  sadece Karagücü maçında 50 sayı atmıştı. Nitekim ikinci yılında, Darüşşafaka’nın en çok sayı atan oyuncusu oldu. Yeşil-siyahlı formayla mücadele ettiği sezonlar boyunca da bu durum değişmedi.

Erdoğan Karabelen, Metin Akşenkal, Haşim Ülkü Yakın, Nedim Hoşgör gibi oyuncuların transfer edilmesiyle birlikte Darüşşafaka basketbol takımı en parlak günlerini yaşarken, Nedret Uyguç da Yalçın Granit’in antrenörlüğünde oyunculuğunu iyice olgunlaştırmış ve artık yıldız mertebesine ulaşmıştı. Bunun sonucunda Darüşşafaka önce İstanbul şampiyonluğunu, ardından üst üste iki kez Türkiye şampiyonluğunu kazandı ve Hapoel’i eleyerek Avrupa şampiyonasında üçüncü tura çıkan ilk Türk takımı oldu. Bir sonraki sezon Darüşşafaka’nın Macaristan’ın Honved takımıyla Budapeşte’de oynadığı Avrupa şampiyonası maçında Nedret tam 42 sayı kaydetmeyi başardı. Takım arkadaşı Dursun Açıkbaş bunun önemini şu sözlerle dile getiriyor: “Düşünün, o zamanlar üç sayı yoktu, çok farklı kurallarla oynanıyordu basketbol. Ona rağmen bir Avrupa maçında 42 sayı yapabilmişti, öyle bir oyuncuydu.”

Elinden top çıktı mı çembere girmeme ihtimali yüzde on bile değildi.

Bugüne kıyasla milli maçların bir hayli az oynandığı yıllarda 62 kez milli formayı giyen Nedret Uyguç, aynı zamanda Avrupa karmasına – hem de iki kez – seçilen ilk Türk oyuncuydu.  Gerçi planlanan maçlar gerçekleşmese de NBA karmasıyla karşılaşmak üzere oluşturulan Avrupa karmasına seçildiğinde Darüşşafaka’da oynuyordu. Galatasaray’da oynarken de Real Madrid’le karşılaşacak Avrupa karmasına seçilmişti. Okul ve takım arkadaşı Dursun Açıkbaş, “Darüşşafaka’da öne çıkarılması gereken bir oyuncu varsa o da Nedret Uyguç’tur. Hem on yıl boyunca Darüşşafaka takımında fiilen oynadı, hem de o dönem için Türk basketbolunda yetişen en değerli oyuncudur,” diyerek onun oyunculuk meziyetlerini şöyle anlatıyor: “Bugünkü basketbolda Nedret tipinde bir pivot yok. Boyu 1.98’di, o zaman için uzun sayılıyordu. Bugün herkesin boyu ondan daha yüksek, 15-20 santim daha fazla sıçrıyor. Ama onun gibi sırtı dönük, iki eli o kadar yumuşak, o kadar güzel hook shot atan bir oyuncu yok. Elinden top çıktı mı çembere girmeme ihtimali yüzde on bile değildi. İki eliyle de rahatça atardı. Yüzlerce faul atsa belki bir ikisini kaçırırdı. Dışarıdan da boş bulduğu zaman çok büyük bir yüzdeyle şut atardı.”

En ufak bir olayda nasıl tepki vereceğini hiç bilemezdiniz. Bir anda parlayıverirdi. Bunun dışında inanılmaz dürüst ve onurlu bir insandı.

3
Nedret A takımdaki ilk yıllarında bir Vefa maçında.

Bu kadar üstün niteliklere sahip Nedret’in yegâne kusuru çok çabuk sinirlenip kontrolünü kaybetmesiydi. O yüzden sık sık oyundan ihraç edilip ceza alıyordu. Darüşşafaka’da oynadığı dönemde bir keresinde dokuz ay ceza alarak sezonu erkenden kapatmıştı. Sık ceza almasında onun bu huyunu bilen rakiplerinin de payı vardı. Nitekim spor yazarı Tuncer Benokan buna şöyle dikkat çekiyordu: “Nedret tüm basketboldu. Basketbol onun her şeyiydi. Oynarken kendinden geçer, basketbol olurdu. Elleri kalkar, potaya yaklaşır, muhakkak top filenin içine girerdi. Girerdi ama gelin bu durumları siz Nedret Uyguç’a sorun. Ona sayı yaptırmamak için çalışan eller kollar böğrüne girer, kolunu, vücudunu aşağıya çeker. Ama Nedret her şeye rağmen sayıya giderdi.”

Dursun Açıkbaş da onu şöyle anlatıyor: “En ufak bir olayda nasıl tepki vereceğini hiç bilemezdiniz. Bir anda parlayıverirdi. Bunun dışında inanılmaz dürüst ve onurlu bir insandı. Maddiyat konusunda o kadar dürüst bir insandı ki hiç para mevhumu yoktu. Okulun ön tarafında, cadde üstünde tek katlı bir yurt vardı. Bütün sporcular orada kalıyorduk. Yaşam tarzımız okul hayatı gibi geçiyordu. Bu yaşamın verdiği inanılmaz bir bağ vardı. Kıyafetimiz, giyimimiz, paramız – her şeyimiz ortaktı. Hele rahmetli Nedret’in hiç para kavramı yoktu. Para ortada olur, kimin neye ihtiyacı varsa o kadarını alırdı.”

Bu arkadaşlığı sağlayan hep Nedret’ti.

Takım arkadaşlarından Metin Akşenkal (Çaça Metin) da Dursun’un söylediklerini doğruluyor: “Ben on üç yaşından beri spor camiasının içindeyim. Nedret gibi bir insan görmedim. Sporculuğunu bir yana bırakalım, karakter olarak, insan olarak mükemmel biriydi. Darüşşafaka’yı duruşuyla, karakteriyle çok iyi temsil eden biriydi. Ben 1959-60 sezonunda Darüşşafaka’ya katıldım. Salonun, duşların durumu iyi değil ama beraberlik, birlik başka türlü. Nedret takımın abisi, babası – çok seviliyor. Bir kenetlenme var, bambaşka bir dünyaya gelmişim ben. Bazı şeyler unutulmaz. Bir Avrupa kupası maçı öncesi, kulüpte para yok, kampı okulda yaptık. Talebe yemeği yedik. Ama bunlar arkadaşlık olmadan olmaz. Bunların baş aktörü hep rahmetli Nedret’ti. Yatakhanede bir arkadaşımız pis bir şaka yapıyor, ben ‘eve gidiyorum,’ diyorum. Nedret kapıya dikiliyor. O şaka yapan arkadaşa, ‘Hemen özür dile’ diyor. Nitekim özür diliyor, konu kapanıyor ve herkes yatıyor. Kars üzerinden Tiflis’e trenle tam dört günde gidiyoruz. Arkadaşlık olmadan onca yol gidilmez. Bu arkadaşlığı sağlayan hep Nedret’ti.”

dursunacikbas-0002
Sporcuların kaldığı sporcu evi öndeki koyu renkli bina, arkada görülen Darüşşafaka yerleşkesinin dış köşesindeydi.

Gün geldi, Darüşşafaka Spor Kulübünün ihtişamlı günleri sona erdi. Önce voleybol, ardından basketbol takımı dağıldı. Takımın as oyuncuları çeşitli takımlara transfer olurken Nedret de Galatasaray’a geçti. Yeni kulübü bir bakıma hayatına da yeni bir yön verdi. Kulübün bekâr oyuncular için tuttuğu dairede kalırken aynı mahallede oturan Göksel hanımla tanıştı. Askerlik dönüşü evlendiler. Bu evlilikten Banu ve Mert isimli çocukları dünyaya geldi. O günlerde yıldız sporcular dahi, bugün en vasat oyunculara ödenen paranın onda birini bile kazanamıyordu. Aile bütçesini denkleştirmek için bir yandan Galatasaray’da oynarken diğer yandan Kurtuluş takımında antrenörlük yaptı.  Sansasyonel transferlerle yıldız oyuncuları bünyesinde toplayan İzmir’in Altınordu kulübünde de oynadı bir süre. Fakat sadece para kazanmak amacıyla basketbol oynamak onun için bir anlam ifade etmiyordu. Darüşşafaka’da alıştığı arkadaşlık ortamını İzmir’de bulamayınca İstanbul’a döndü ve basketbolu bir jübileyle Galatasaray’da bıraktı.

Saha içinde olduğu gibi saha dışında da haksızlıklara isyan ederdi ama büyüklere saygı, küçüklere sevgi hep vardı.

Göksel hanım onun geleneksel değerlere bağlılığını şu sözlerle anlatıyor: “Tribünlerden aileye küfür ediliyor diye beni Beşiktaş maçlarına götürmezdi. Bayramlarda Osman Solakoğlu’na, Ali Uras’a ziyarete giderdik. Onların yanında bacak bacak üstüne atmaz, sigara içmezdi. Saha içinde olduğu gibi saha dışında da haksızlıklara isyan ederdi ama büyüklere saygı, küçüklere sevgi hep vardı.”

Haksızlıklara duyduğu isyanı her zaman dışa vurmayıp içine attığından mıdır bilinmez, bir gün beyni de ona isyan etti. Araba kullanırken gözleri karardı ve fenalaştı. Hemen hastaneye kaldırıldı. Başta Ali Uras olmak üzere tıp dünyasının bütün çabası onu yoğun bakımda on üç gün yaşatabildi ve Nedret Uyguç 22 Kasım 1988 günü hayata gözlerini yumdu.

*İsmail Hayri Cem, İmkansız Hayatlar, Darüşşafakalıların Anıları (1873-1950), Kalkedon Yayınları.

**Tarih çalışmamıza ve bu portrenin oluşmasına desteklerinden ötürü takımdaşı ‘Çaça’ Metin Akşenkal, eşi Göksel Uyguç, ablası Birsen Tirben, oğlu Mert Uyguç’a teşekkür ederiz.

ök/fa/kk, kasım 2015

16